Yazarlar Günün Köşe Yazıları Spor Konuk Yaşam Tüm Yazarlar
Başkancı muhafazakârmilliyetçi tahakküm
Bütün gücü bir kişi veya mercide toplayan anayasa değişikliği önerisinin, Meclis’teki AKMHP koalisyonundan yeterli evet oyu alma ihtimali yüksek. Buna karşılık, nisan başı yapılması öngörülen halkoylamasından evet çıkma ihtimali, etkili muhalefet yapma olanakları kısıtlı olmasına rağmen, şimdilik ortada gözüküyor. Şimdilik diyoruz, çünkü Tayyip Erdoğan daha sahaya inmedi ve nasıl bir kampanya stratejisi izleyeceği belli değil. Bazı göstergeler, hayır oyu verme eğiliminin arttığı izlenimi veriyor. Bu direnci kırmak için AKP lideri ne tür mobilizasyon stratejisi izleyecek?
AKP sözcülerinin son açıklamaları, tek parti dönemi uygulamalarını örnek verirken, gönüllerinde yatanın bir karşı-tahakküm olduğunu gözler önüne serdi.
Önerilen parti devleti sistemi, tek bir kişinin bir veya iki turda seçilmesine son tahlilde dayalı olacak. Böylece milliyetçimuhafazakâr tahakkümün kalıcı olacağını değerlendiriyor AKP yöneticileri. Bunu en açık biçimde Bekir Bozdağ dile getirdi. “Artık marjinal ve radikal söylemlerle iktidar yolu açılmayacak, herkesi merkeze doğru çekecek” dedikten sonra, bugün milliyetçi-mukaddesatçı koalisyonunun iktidarda bin yıl kalma güvencesi olarak gördüğü esas nedeni dile getirdi: “Muhafazakâr kesim, bundan sonra, Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde belirleyici olacaktır. Onlarla kavga edenin Türkiye’de iktidar olma şansı olmaz.”
Önerilen başkanlık sisteminin 1808’de Sened-i İttifak’la başlayan bürokratik egemenliği iki yüz yıl sonra alaşağı edip bu işgalin hesabını soracağını ilan eden AKP milletvekili Metin Külünk’ün söyledikleri de Bekir Bozdağ’ın görüşünü netleştiriyor. Bu görüş, Türkiye’de kendini muhafazakâr olarak nitelendiren milliyetçi-mukaddesatçı kitlenin sosyolojik olarak her durumda çoğunluğa sahip olduğu inancına dayanıyor. Gerçekten de kökleri epey eskilere giden günümüzün üç büyük toplumsal çatışma alanında milliyetçi-mukaddesatçı kanat çoğunluğa sahip olmanın güvencesi içinde, sandıktan çıkmanın yeterli olduğu çoğunlukçuluğu savunuyor ve hep kendinden olacağına inandığı bir Şef’in tahakkümünü arzuluyor.
Bu üç çatışma alanı, etnik (Türk- Kürt), dini (Sünni-Alevi) ve kültüreldir (muhafazakâr-modernist). Bu üç çatışma alanının her birinde Tayyip Erdoğan şahsen ve şu anda oluşan AKMHP koalisyonu, sayısal çoğunluğu ve “merkezi” temsil ediyorlar. Çatışma konusuna göre bu koalisyona başka destekler de geliyor.
Etnik milliyetçi alanda, toplumun takriben yüzde 80’ini oluşturan Türk ve Türkleşmiş çoğunluğun çok büyük bir kısmı son tahlilde “iç düşman”a karşı hep kenetleniyor. Bu kenetlenme AKP ve MHP’nin temsil ettiği toplum kesimlerini aşıyor. CHP yönetiminin dokunulmazlıkların kaldırılması için evet oyu kullanma kararı alması ve halen tutuklu olan HDP’li milletvekilleri konusunda yönetim olarak mızırdanır gibi yapması (bu konuda birkaç CHP milletvekilinin şahsi girişimlerini ayrı tutalım), bu partinin Kürt sorununda AKP-MHP baskısına direnme kapasitesi olmadığını gösteriyor. Bunun bir başka yakın örneği, HDP milletvekili Garo Paylan’ın Ermenilerin soykırıma maruz kaldıklarını TBMM kürsüsünde söylemesine karşı hemen oluşan AKP-CHP-MHP ittifakı. Bir diğer örneği, Kıbrıs görüşmeleri başlar başlamaz hem MHP hem CHP sözcülerinin “yavru vatan elden gidiyor!” çığlıkları atmaları ve AKP’nin tabanının bunu sessizce onaylaması.
Alevi konusunda da Sünni çoğunluğun etnik farkları aşan bir ittifaka nasıl hemen girdiğini geçmişte birçok kez gördük. Toplumun takriben üçte ikisi kendini muhafazakâr olarak tanımlıyor. AKP sözcüleri, iki yüz yıllık modernleşme çabalarının hesabını sorma, aslına dönme ve medeniyet değiştirme temalarını işlerken, bu muhafazakâr çoğunluğun bu yönde mobilize edileceği güveniyle davranıyorlar. Tayyip Erdoğan’a en az on-on iki yıl daha iktidarda kalma olanağı vermesinin yanında, daha uzun bir dönem de muhafazakâr-milliyetçi şeflerin seçileceği güveniyle bu tek adam ve devlet partisi iktidarı rejimini dayatıyorlar. Aynı zamanda toplumsal bölünme ateşini de körüklemiş oluyorlar. “Neden birlikte yaşayalım” sorusunun çok daha fazla ve bugün olduğundan çok daha farklı çevreler tarafından sorulmasının zeminini hazırlıyorlar.
Bu anayasa değişikliğine evet demek, yeni bir tahakküm arzusuna teslim olmanın yanında, bu üç çatışma alanının daha fazla aktive olması ve Türkiye toplumunda birlikte yaşama arzusunun iyice yıpranması tehlikesini körüklemek anlamına geliyor. Bu nedenle, bu anayasa değişikliğine hayır demekte toplumsal barış ve beraberlik açısından gerçekten hayır var.
Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları
Günün Köşe Yazıları
Video Haberler
- Canlı tarih müzesi Hisart 10. yılında!
- Teğmenler Yüksek Disiplin Kurulu'na sevk ediliyor
- Tarihçi Yusuf Halaçoğlu'ndan şok iddialar
- TBMM'de 'Etki Ajanlığı' düzenlemesi tartışılacak: Amaç m
- Pera Palas'ta Atatürk Müze Odası
- İmamoğlu’ndan 10 Kasım paylaşımı!
- Donald Trump'ın yeniden başkan olması dünya ekonomisini
- Ege'nin Gündemi'nde bu hafta!
- Dubai çikolatasına rakip
- Balbay'dan çarpıcı Saray kulisi!
En Çok Okunan Haberler
- 'Adama lafını yedirirler böyle, ensendeyim'
- Kazanan isim belli oldu!
- 3 ülke daha BRICS'e 'ortak üye' oldu!
- Polis yanlış adresi bastı, ev sahibinin kolunu kırdı
- Teğmenler hakkında yeni gelişme!
- Romanya - Kosova maçı yarıda kaldı!
- 'Tahmin edemedikleri kadar dirençliyiz'
- CHP'den Tekin hakkında suç duyurusu!
- İlk bulgular neye işaret ediyor?
- MHP'den 5'inci paylaşım da aynı saatte geldi!