Adnan Binyazar

Yarasalar

20 Mart 2020 Cuma

Yarasa, sözlüklerde gövdesi sıçana benzeyen, ön ayakları perdeli kanat biçiminde gelişmiş, vücudu yumuşak sık kıllarla kaplı, iskeleti hafif yapılı, uçabilen, memeli bir hayvan diye tanımlanıyor.  

Karanlık yuvasında asılı kalıp gizlenen, uçtuğunda kuşu andıran, yüzünden sıçan görmüşçesine tiksinilen bu yaratığı yakından gören azdır. Çok istememe karşın onu iyice göremeyenlerden biri de bendim. Ele avuca sığmayan, sessizliğinden dolayı görende nedense gizemli bir hayvan algısı yaratan yarasayı merak eder dururdum. Almanca yayın yapan arte’de yarasalarla ilgili bir programa rastlayınca yazıyı çiziyi bırakıp gözümü ekrana diktim.  

Hayvan dostluğu

Doğurganlık, var kılma eylemidir. Bu gerçeğin ışığında, kadının, hayvan-bitki gibi yaratıkların koruyucusu olduğuna inanırım. Yasemin, çiğdem, gül, lale, nilüfer, sümbül, gonca gibi çiçek adlarının kadınlara verilmesinin özü bu gerçeğe dayanır. Kadının, yarasayı yeniden hayata kattığını yansıtan bu programla, onun gerçek bir hayvan koruyucusu olduğuna inancım iyice pekişti.

İncenin incesi kanadına kalın bir koruma telinin dikeni saplanmış kirli bez parçası renginde bir yarasa getirin gözünüzün önüne. Oradan geçen onlarca kişinin ilgisini çekmeyen cansız görünümlü o yarasayı ölümün elinden kurtarmayı kadın düşünüyor. Önce yalnız başına çabalıyor. Gücü yetmeyince komşusuna sesleniyor. İki kadın, kalın teli iri bir kerpetenle koparıp yarasayı korumaları altına alarak sorunu çözüyor. 

Yarasanın uzun süre aç susuz kaldığı, iri gözlerinin ölgün ışığından belli. Kadın, temiz bezlerle sarıp sarmaladığı yarasanın minicik ağzına şırıngayla su damlatıyor. Renginden de belli, damlayanın yalnızca su olmadığı, karışımın içine sıvılaştırılmış besin de katıldığı. Her damlayı yutuşta yarasanın gözünde hayatın ışığı parlıyor. Sonunda ölüm kalım savaşı kazanılmış, sıra onu yaşamsal diriliğe kavuşturmaya gelmiştir. 

Burada sahne değişiyor. Ormanın kıyısında kulübemsi bir oda. İçinde onlarca yarasa. Her biri, doğanın ona verdiği yaratılışla kanatlarını gerip bir köşeye yapıştırmış. Kadın, yaralı yarasayı yerinden indirip, bir veterinere yırtık kanadın nasıl onarılacağını soruyor.

Örgütlenme 

İnsan, kendi bilgi çemberini aşıp çözümcü yöntemler kullanmadıkça amacını gerçekleştiremez. Yarasanın kurtuluşunun, o iki kadının uyguladığı yöntemle sağlandığı anlaşılıyor. 

Bir sahnede de eyleme gönüllü katılan arkadaşları arasında görüyoruz kadını. Güvenli duruşlarından belli, bu kez aralarına ağır işleri üstlenen erkekleri de katmışlar.

Dar kafalılar bilimsel düşüncenin egemen olduğu çağımızda, kadına “dedikoducu” yaftasını kolayca yapıştırıveriyor. Bilinçten yoksun oldukları şundan da belli ki, onlar, kadının, dedikodu sanılan ortamlarda birbirlerinin dert ortağı, danışmanı, öğretmeni olarak çözüm ürettiğini akıllarından bile geçiremiyorlar. 

Oysa kadınlar, aralarında duygu paylaşımı kurmasalardı; bitki-hayvan-insan, her türden yaratığın can taşıdığını düşünüp kendi canlarıyla özdeşleştirerek ölümcül yarasayı diriltebilirler miydi?  

Son sahne. Barınağın önünde onlarca kafes. Her kafesin içinde köşelere yapışık yarasalar. 

Bir karıkoca, ilgililerin yanına yaklaşıp evcilleştirilen yarasalardan birini satın almak istiyor. 

Çağrı!

Yaşlı-genç-çocuk, kadın-erkek, devlet-halk; her an belaya uğrama korkusu içinde bir çağ yaşıyoruz.  

Koronavirüs” böyle bir bela! 

Yarasaları sağaltan insan soyu bu belayı mı atamayacak başından! 

Ancak aramızda dayanışıp zorlukların üstesinden gelerek kurtulabiliriz beladan...     



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Çocukların eğitimi 27 Aralık 2024
Ailelerle sohbet 20 Aralık 2024

Günün Köşe Yazıları