Bedri Baykam
Bedri Baykam bedri.baykam@gmail.com Son Yazısı / Tüm Yazıları

Barış, koltuk sevdasıyla takas edilemez!

09 Ocak 2025 Perşembe

Devlet Bahçeli’nin ısrarlı olarak gündeme taşımasıyla DEM Parti ve Öcalan arasında gerçekleşen görüşmenin yankıları, tartışmaları ve yarattığı beklentiler en yoğun şekilde sürüyor. 

Bugüne bakmadan önce, Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş yıllarından itibaren süregelen ayrılıkçı Kürt hareketleri ve bunun yarattığı isyanlar eylemlerine hızlı bir göz atmamız lazım. 

Tam 100 yıl önce yaşanan Şeyh Seyit isyanı ve ardından 1930’da doruğa çıkan Ağrı isyanı, 1937-38 arası yaşanan Dersim isyanı, Cumhuriyet’in ilk döneminde bu konuda yaşanan kanlı günlerin başlangıcı oldu. Bunun ardından uzun süren bir kuluçka ve eylem sessizliğinin ardından 15 Ağustos 1984’te Şemdinli (Hakkari) ve Eruh (Siirt) ilçelerinde eşzamanlı olarak baskınlar düzenlendi ve PKK’lı teröristler bir askerimizi şehit ettiler, çoğu asker dokuz kişi de ağır yaralandı. Daha sonra bugüne kadar, son 40 yılda neler yaşandığını ne yazık ki çok iyi biliyoruz. Ülkemizin tamamı şehit asker ve polislerimizin adını taşıyan yollar, kavşaklar, köprüler ve tünellerle dolu. Her biri bu vatanın değerli genç ve umut dolu birer evladıydı. Ruhları şad olsun. Bu iç kavgada harcanan milyarlarca doların Güney Doğu’ya ve genel olarak ülkemize harcanması ne sonuç verirdi düşünebiliyor musunuz?

İşin acı tarafı bu kavga, Orta Çağ’dan kalma ırk ve mezhebe göre toprak aidiyeti iddiası üzerine kurulu. Cumhuriyet’in ilk döneminden süregelen kavganın bıraktığı izlerin ve kimi intikam kavgalarının oluşturduğu potansiyel tehdit nedeniyle de güneydoğu hiçbir zaman tam bir huzura belki kavuşamadı ve doğası gereği baskının hep var olduğu bir alan olarak yaşadı.

Ülkemiz açısından acılarla dolu bu kahrolası süreç yaşanırken, Kürt hareketinin parlamento uzantısı ve PKK arasında toplumun hiçbir zaman anlayamadığı diyaloglar hep vardı. Haddini aşarak Cumhuriyet karşıtı bölücü söylemlere girilmiş olması, kurulan Kürt hareketi partilerinin sürekli kapatılması ve yeni isimlerle yeniden açılması şeklinde gelişen bir silsile getirdi. Özetle 1980 sonrasında SHP ve CHP, bu dönemlerde arabuluculuk çabalarıyla geçen bir tampon uzlaşma bölgesi oluşturmayı denedi. Kimi zaman başarılı oldu ama çoğu zaman olamadı, çünkü terör eylemleri her türlü siyasi diyaloğu adeta yok etti.

Siyasi arenada bu süreçte Kürt hareketlerine karşı en sert söylemleri içeren direnci MHP gösterdi. CHP’nin yurtsever ve ulusalcı anlayışı yerine çok da katı bir muhafazakâr milli duruş dili seçen Bahçeli’nin MHP’si, birden 22 Ekim 2024 tarihindeki parlamento grup konuşmasında terör örgütü PKK’nın lideri Öcalan’ın İmralı’dan getirtilerek TBMM’de DEM grup toplantısında konuşmasını önermişti. Çeşitli sıcak, soğuk ve ılık tepkilerden sonra aylara yayılacak bir şekilde bu iş, daha farklı şekilde gerçekleşti ve 28 Aralık 2024’te DEM adına TBMM Başkan Vekili Sırrı Süreyya Önder ve Eşbaşkan Nervin Buldan, Öcalan’la görüşmek için İmralı’ya gittiler. İki saat süren bu görüşmenin ertesi haftasında DEM Parti’yi temsil eden heyetler sırayla diğer partileri gezmeye ve nabız almaya başladılar. 

Biz ne dersek diyelim, konu birçok uluslararası alanda yeni tepkiler ve yansımalara neden oldu. Bunların bir kısmı henüz yalnız duyum, diğerleri de henüz tahmin aşamasından ibaret. Avrupa ve ABD şu anda durumu ilgiyle izliyorlar. Ama onların kafasında sürekli bir bağımsız Kürt devleti projesi olduğu için bu girişimleri de sorunun Türkiye Cumhuriyeti içinde barışçı bir şekilde eritilmesi yolunda değil, bu Kürt devletini adım adım kurmak için bir ilk hamlenin yapılmış olması şeklinde... Mesela ortada dolaşan cümlelerden biri, bu diyaloglarda “garantör ülke” olması düşüncesi, ki buna aklı başında herkes karşı çıkar. Bağımsız Türkiye Cumhuriyeti devletinin böyle bir emperyalist senaryonun geçiş basamağına imza atması, uzaktan yakından düşünülmemelidir.

ÖZEL’DEN BUGÜN BEKLENEN

Şimdi, geçtiğimiz Mayıs ayında özel olarak durup dururken ortaya atılan “yeni anayasa” tartışmalarına bakalım. AKP’nin sözde daha çok demokrasiye ulaşmak için, özde çeşitli yöntemlerle Erdoğan’ın etki alanını genişletmek ve tekrar seçilmesini sağlamak için ortaya attığı bu yem tutmadı. Arkasından bunu takip eden süreçte, Özgür Özel’in Erdoğan’ı ziyaret etmesi ve Erdoğan’ın yaptığı iade-i ziyaret bolca konuşuldu. Fakat bu diyalog da boşa alınan bir vites gibiydi. Sahte yumuşama hiçbir işe yaramadı. Erdoğan’ın aklında sadece, kendisini içine özel bir şekilde yeniden yerleştireceği bir anayasa ve tekrar seçilme potansiyeli vardı. Özgür Özel veya CHP’nin de böyle bir oyuna gelmesi mümkün değildi. Dolayısıyla 2 Mayıs 2024 tarihli Özgür Özel ziyareti ve 18 yıl sonra tekrar CHP’yi 11 Haziran 2024’te ziyaret eden Erdoğan’ın iade-i ziyareti ile oluşan diyaloglar, doğal olarak AKP tarafından arzu edilen malum sonuçları doğuramadı. Çünkü tarafların niyetlerinde bir kesişme noktası yoktu… 

İşte Devlet Bahçeli’nin herkesi şaşırtan Ekim girişimi, Erdoğan’ı bu şekilde kurtarma diyalogları boşa çıktıktan sonra başladı. Bahçeli’nin bu çağrısıyla birbirine bağlı hamleler üst üste geldi ve uluslararası medya veya siyasi gözlemcilerin de takibi altında, ortaya yeni bir çözüm süreci getirecek taze bir anayasa formülü ihtimali konuşulmaya başlandı.

Medyada doğal olarak birçok keskin göz, bu sözde çözüm arayışının arkasında asıl Erdoğan’a yeni anayasa kapsamında dördüncü kez adaylığa bir tramplen oluşturma sevdası olduğunu tabii ki gördü.

Özgür Özel DEM heyetine “Kişisel ikballerin düşünüldüğü, sadece bir kişinin ev hapsine geçtiği, bir kişinin de tekrar adaylığa hak kazandığı, diğer sorunların varlığının bile inkâr edildiği bir sürecin parçası olmayız” görüşünü iletmiş. Çok yerinde bir yorum.

Bence Özel’in hızla ana muhalefet lideri olarak açık bir çağrı yapması lazım. Cumhuriyet’in kurucu partisi olarak tabii ki topraklarımıza kalıcı barışı getirecek her türlü diyaloğa CHP’nin açık olduğunu, ama yukarıda belirttiğim gibi, Erdoğan’ın tekrar adaylığı için bunun bir araç olarak kullanılmasını hiçbir şekilde kabul etmeyeceklerini tekrar ifade ederek Erdoğan’a şöyle seslenmesi lazım: “Cumhurbaşkanı şayet sahiden ülkede kalıcı barış ve huzurun gelmesi için bu diyaloğa yeşil ışık yakıyorsa, o zaman ‘Çözüm süreci diyaloğu ve kendi yeniden seçilme şartları ve hukuku konusunu’ kesin olarak birbirinden ayırdığını deklare etsin, o zaman çabalarına saygı duyulur, destek verilir.” Zaten Özel’in bu konuda şu ana kadar verdiği yorumlar ve tepkiler bu dediğimize geliyor. Ama bu sözlerin net olarak onun ağzından devletin zirvesine yönelmesi, şu anda yaşanan çalkantıların ve niyet belirsizliklerinin açığa kavuşması konusunda son derece etkili olur. 




Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları