Zülal Kalkandelen
Zülal Kalkandelen zulal.kalkandelen@cumhuriyet.com.tr Son Yazısı / Tüm Yazıları

‘Pink Floyd’suz ama onun ruhuyla

08 Haziran 2022 Çarşamba

Salgından önce gittiğim son konseri, 26 Ekim 2019’da Braga’daki deneysel müzik festivalinde Deaf Center vermişti. Konserli günlerimin kapanışını çok sevdiğim bu grupla yapmam, adının anlamını (Sağırlık Merkezi) da düşününce, müzik açısından tam bir sessizliğin başlangıcı olduğundan manidarmış meğer...

Daha önceleri haftanın üç, dört gününü konser mekânlarında geçiren biriyken gelişen bazı olaylar ve salgın yüzünden, canlı müzikten uzak kaldığım bu süre tam 966 gün sürdü! 

Didim VegFest’te vegan solist Pınar Keleş’in güçlü sesi ve muhteşem yorumuyla kendime geldiğimde, onca zaman yaşadığım kaybın büyüklüğü ile yüzleşip ürperdim. Kişisel tarihim için önemli bir andı.

Açık hava konserine olan özlemim sonlansa da kapalı salon konserinin yokluğu devam ediyordu. O da geçen pazartesi akşamı, 983 gün sonra harika bir konserle sona erdi. Pink Floyd’un davulcusu Nick Mason’ı İstanbul’da dinleme olanağı buldum. 

Bu konserin de kişisel tarihimde yeri ayrı. Çünkü Mason ile 2011’de Londra’da röportaj yapmıştım. The Beatles’ın ve Pink Floyd’un unutulmaz albümleri kaydettiği efsane stüdyo Abbey Road’un içinde buluşmuştuk. O zaman yeniden bir Pink Floyd konseri olması umudunu taşıdığını söylemişti; o olmadı ama kendisi geldi, konseri de “Konser için Türkiye’ye gelmek 57 yılımı aldı” diyerek açtı. 

***

Pink Floyd’u grup olarak dinleme şansını yakalayamayan bir kuşaktanım ama üyelerini ayrı ayrı dinledim. Roger Waters’ı 2006’da “The Dark Side of the Moon” turnesinde Kuruçeşme Arena’da, 2010’da “The Wall” turnesinde Madison Square Garden’da ve 2013’te yine “The Wall” turnesi sırasında İstanbul İTÜ Stadyumu’nda izledim. 

David Gilmour’u 2015’te “Rattle That Lock” turnesinde Pula’da yakaladım ve 1. yüzyılda inşa edilen tarihi bir amfitiyatroda dinledim.

Nick Mason’ı da Volkswagen Arena’da dinleyince, düşündüm ki müzikte çığır açan bu grubu yaratanlara dair izlenimlerimi paylaşabilirim. 

Waters, her üç konserinde de, Mason da İstanbul’da Pink Floyd’un bilinen eserlerini çaldı. Gilmour ise yeni albümünden de şarkıları çalmıştı; konser boyunca dinlediğimiz 21 şarkının 8’i yeni albümündendi. Bu nedenle kendini yenileme ve üretim açısından daha önde olduğunu söylemek gerek.

Waters ve Mason’ın konserlerinde sahnedeki şov da müzik kadar öne çıkıyordu. Waters, görsellerle tiyatrovari bir sahnelemeyi tercih ederken müziğin politik mesajlarını da öne çıkarıyor. Mason’ın kullandığı görseller, daha çok renk ve ışık karmaşası ile bir halüsinasyon halinin yansımaları gibi, net politik mesajlar vermiyor. 

Gilmour ise 20 yüzyıl önce hiçbir şeyi fazla abartmadan, şarkının içeriğine göre dozunda kullanarak müziğin önüne görseli geçirmemiş ama aynı etkiyi yaratmıştı.

***

Sonuçta hepsi tarihe damgasını vuran bir müziği öylesine büyük bir ustalıkla icra ediyorlar ki tek bir yanlış notanın basılmadığı, ses teknisyenliğinin kusursuz olduğu, son derece etkileyici konserlere imza atıyorlar.

Nick Mason’s Saucerful of Secrets adlı grubu dinlerken konser boyunca düşündüm: 1960’larda, 70’lerde Pink Floyd progresif rock’ın başyapıtlarını yayımlayarak günümüzde Radiohead gibi rock ile deneysel sesleri buluşturan gruplar için yolu açtı. 

İnsan keşke Pink Floyd’un kurucu üyeleri yeniden bir araya gelse diye düşünmeden edemiyor ama 78 yaşındaki Mason’ın, “Set the Controls for the Heart of the Sun” ile sahneyi adeta kıpkırmızı ateşten bir topa çevirmeden önce yaptığı yorumu aktararak bitireyim yazımı:

“Hayatımın önemli bir bölümü Roger Waters’ın bu büyük gonga vuruşunu seyrederek geçti. Bu akşam sonunda kendim çalacağım!”

Gonga hangisi vurursa vursun; Pink Floyd, onu yaratanları aşan ortak bir ruh artık.



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Ruh ikizleri! 20 Aralık 2024

Günün Köşe Yazıları