Önce Beyaz Saray’dan gelen aşağılayıcı mektuba gereken yanıtı verin!

25 Ekim 2020 Pazar

AKP’li Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın İbn Haldun Üniversitesi’nin açılışında yaptığı konuşma irdelenmeli.

Uzun bir konuşma ama bazı bölümler önemli:

Ülke ve millet olarak kendimizi kontrolsüz bir Batılılaşma fırtınasının içinde bulduk. Fikri hür, irfanı hür, vicdanı hür nesiller yetiştirmek için çıkılan yolun en sığından, en bayağısından, en çarpığından bir Batı taklitçiliğine dönüşmüş olması, Cumhuriyetimizin en büyük kaybıdır. Her dönemde elbette bu fikri sancıyı yaşayan, tartışmayı ve arayışı sürdürmeye çalışan dava insanları çıkmıştır. Ama bunların sesi ve üretimi devlet gücünü de arkasına alan kayıtsız şartsız Batıcılığı savunan zihniyetin faşist dayatmaları karşısında yetersiz kalmıştır.” 

Bu sözler açıkça Cumhuriyetin kuruluş felsefesine yöneliktir. Mustafa Kemal Atatürk, “Muallimler, Cumhuriyet sizden fikri hür, vicdanı hür, irfanı hür nesiller ister” sözünü, 1924’te toplanan Muallimler Birliği Kongresi’nde söyledi. 

Bu cümle ile padişahlıktan laik cumhuriyete, kulluktan yurttaşlığa geçilen bir toplumda, özgür düşünceli insanlar yetiştirilmesi için izlenecek yolu formüle etmişti. Son 18 yılda ise AKP’nin büyük çabasıyla padişahlık özentileri tavan yaparken, “bitaraf olan bertaraf olur” söylemiyle biat kültürü pompalandı.

***

Atatürk, Batı’dan yalnızca bilimi ve teknolojiyi alarak çağdaşlığın yakalanamayacağını görmüş; gelecek kuşakları yetiştirecek öğretmenlerin sorgulayıcı düşünce ortamını geliştirmesini istemişti. 

Erdoğan ise konuşmasında, İslamcıların “Batı’nın ilimini ve fennini alalım, kültürünü almayalım” söylemini sahiplendi:

Elbette dünyanın bilimde, teknolojide, kültürde, sanatta geldiği yeri toptan reddedecek, görmezden gelecek kadar gerçeklerden kopuk değiliz. İletişim mecralarının böylesine geliştiği tüm dünyanın adeta küçük bir köy hükmünü kazandığı günümüzde başka türlü hareket etmenin mümkün olmadığını da gayet iyi biliyoruz. Günlük hayatımızda otomobili bırakıp atı ulaşım vasıtası haline getirmek gibi bir düşüncemiz tabii ki yok. Bilgisayarın getirdiği kolaylıkları bir kenara bırakıp taşa, tahtaya, parşömene yazarak konvansiyonel yöntemlerle işlerimizi yürütmek gibi bir saplantımız da bulunmuyor.

Aslında bu sözler şaşırtıcı değil, başından beri bu görüşteydi AKP. Bir dönem liberal solcuları kandırabilmek için takıyye yaptı. “Kandırılanlar” da siyasal İslamcılardan demokrasi havarisi yaratma oyununun piyonu oldu!

***

“Batılılaşma”, siyasi tarihimiz boyunca, farklı anlamlar yüklenilen bir kavram. 

İkinci Cumhuriyetçiliğin Temelleri adlı kitabımda, Osmanlı dönemi ve Cumhuriyet döneminde bu kavrama dair uygulamaları birbirinden ayırmak gerektiğini belirtmemin nedeni buydu. 

Kurtuluş Savaşı’nın “antiemperyalist olmadığını” iddia eden İkinci Cumhuriyetçiliğin fikir babası İdris Küçükömer, “Batılaşma” ifadesini tüm Osmanlı-Türkiye tarihini kapsayacak şekilde kullanmış, iki dönem arasında ayrım yapmamış.

Ben iki dönem arasındaki farkı vurgulamak amacıyla, Osmanlı dönemi için “Batılaşma”, Türkiye Cumhuriyeti dönemi için “Batılılaşma” kelimesini kullanmayı uygun bulmuştum.

Çünkü Batılılaşma kavramından anlaşılması gereken çağdaşlaşma olmalıdır. 

Atatürk’ün düşüncesinde Batı gibi olmak için önkoşul, Batı’nın sömürüsünden kurtulmaktır. Batı’yı çağdaş bir toplum olması nedeni ile model olarak alırken, kendi ifadesiyle, taklitçilik yapmayı amaçlamamıştır. Bahsettiği “medeniyet seviyesi”, her şeyden önce emperyalizme teslim olmamayı, “Batı gibi bağımsız olmayı” gerektirir. 

***

Atatürk, Batı’nın sömürgesi olmadan Batı gibi çağdaş bir ülke yaratabilmek için yola çıktığında, zorunlu olarak, toprağa bağlılıktan kurtulamamış feodal güçlerin hüküm sürdüğü bir yapıyla işe koyuldu. Gerçekleştirdiği devrim, bu nedenle tarihte örneği görülmeyen büyük bir aydınlanma devrimidir. 

İslamcılar, aydınlanma ile sorunları olduğu için laik cumhuriyete karşıyken, Küçükömer gibi İkinci Cumhuriyetçilerin temel yanılgısı, bu devrimi belli kalıplar içinde analiz etmeye çalışmak oldu. 

Atatürk’ün Batılılaşma politikası, “emperyalizme karşı ve ona rağmen çağdaşlaşmak” diye tanımlayabileceğimiz, Türkiye’nin kurtuluşunu sağlayan yoldur. Aklın ve bilimin üstünlüğüne dayanan aydınlanma, Türkiye’de devrimin bu yaklaşımı ile doğdu. 

2000’lerde emperyalizm ile el ele verip ülkeyi tamamen dışa bağımlı hale getiren siyasal İslamcıların, “fikri iktidarımızı kökü ve ruhu itibarıyla bize ait olmayan bir medeniyete kaptırdık” diye hayıflanması trajikomiktir. 

İktidardan söz edilecekse önce Beyaz Saray’dan gelen aşağılayıcı mektup ve mesajlara gereken yanıtı uluslararası kamuoyunun önünde vermeleri gerekir!



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları