Zülal Kalkandelen
Zülal Kalkandelen zulal.kalkandelen@cumhuriyet.com.tr Son Yazısı / Tüm Yazıları

Çete lideri ile cemaatçi imamı ‘kahramanlaştırma’ hevesleri

22 Temmuz 2022 Cuma

Türkiye, öyle bir hale geldi ki, siyaset ve hukuk çözüm üretmediği için, toplumun en azından bir kesimi, bir organize suç örgütü lideri ile bir cemaat imamının söylediklerine umut bağlayıp onları adeta kahramanlaştırma eğiliminde...

Biri bir zamanlar gazeteci Kutlu Adalı’yı öldürsün diye kardeşini Kıbrıs’a gönderdiğini, seçimden önce AKP’ye yarasın diye kaos ortamı yaratmak için Barış Akademisyenleri’ne “Kanınızda duş alacağız!” diye tehdit savurduğunu itiraf eden ülkücü Sedat Peker...

Diğeri de devletin istihbarat raporlarında “şeriatçı faaliyetlerde bulunduğu” yazan, “yanmaz kefen” ve “Hz. Muhammed terliği” satarken görüntüsü olan ama şimdi satmadığını iddia eden, İsmailağa Cemaati’ne mensup Cübbeli Ahmet Hoca yani Ahmet Mahmut Ünlü...

Peker, mafya lideri Alaattin Çakıcı hapisten çıkarılınca kendisinin çıkar ağından dışlanması üzerine öç almak için konuşmaya başladı. 

Verdiği bilgiler önemli ve hepsi sorgulanmalı. Ancak birilerinin Peker’i överek göklere çıkarması, onu “halk kahramanı” diye nitelemesi midemi bulandırıyor. 

Ünlü ise Diyanet’in Selefi imamlara camilerde vaaz verdirip namaz kıldırdığını, Türkiye’de Vahhabilik denilen siyasi hareketin güçlendiğini ve bu grupların silahlandığını söyleyerek gündeme oturdu. Uyarıları çok önemli ve mutlaka üzerine gidilmeli.

Fakat İsmailağa Cemaati içindeki şeyhlik kavgasının yanı sıra, Selefilerin geleneksel din anlayışındaki herkese karşı olması nedeniyle kendisini de hedeflemesi yüzünden bu çıkışı yapan Ünlü’nün de, bir “kahraman” gibi gösterilmesi midemi bulandırıyor.

*** 

Bu öyle bir aşamaya geldi ki Habertürk TV’de Ünlü’yle saatlerce konuşan Fatih Altaylı ve Murat Bardakçı, hukuken yasadışı olan cemaatlerde şeyhlerin nasıl seçildiğini bile tartıştı.

Bardakçı diyor ki: “1920’lerden sonra Neyzen Tevfik’in tabiriyle bazı değerlerimizin üzerinden bir silindir geçmiştir der ve bu silindir ilahiyat fakültelerini de hatta itikatı da etkilemiştir. Şimdi 1933’te hocanın söylediği Matüridilik mezhebini temel alan zihniyet, güç, ilahiyat fakültelerini kapattı.”

Bu noktada “Darülfünun mu” diye sordu Altaylı; Bardakçı devam etti:

“Aynı şey, ilahiyat fakültesidir o, ismi değişti sadece. Arkasından şu olmadı bu olmadı denir ama sadece İslamiyet değil, diğer dinlere karşı da bazı baskılar yapıldı. Hatta rahibelerin rahibe elbisesi giymesi yasaklanmıştır, perukla dolaşmışlardır. Aynı şey türban meselesi zamanında vardı. Diyanet teşkilatı, eskisi kadar ulema kadar güçlü değildir, zayıftır. Arkadaşlara söyleyince kızıyorlar, ben tekkeleri de işin içine koyuyorum. Eskiden bir tekke, kültürün, malumatın üzerine cila çekerdi, şimdi bazıları cila çekmeyi bırak, boyayı söküyor, odun gibi yetiştiriyorlar. Dolayısıyla bu uygulamalar dini konularda cehalet yarattı ve o cehalet maalesef Selefiliğe meylettiriyor.”

Altaylı dayanamayıp “Yapmayın, Türkiye’ye Selefilik 1930’da mı geldi!” diye karşı çıktı ama Ünlü, “Niye geldi, boşluk buldu” diye yanıtladı.

Sonuçta “Tarikatlara çekidüzen verilsin” formülünde anlaştılar. 

***

Bunlar nasıl gazeteci ki...

Bu yapıların Devrim Kanunu’yla 1925’te kapatıldığını bilmiyormuş gibi yorum yaparak meşrulaştırıyorlar?

Bardakçı, utanmadan Selefiliğin yaygınlaşmasının sorumlusu olarak Atatürk dönemini, aklı ve bilimi rehber edinen üniversite reformunu gösteriyor...

Onun asıl sorumlusu, her fırsatta laikliğe aykırı açıklamalar yapıp yasadışı tarikatları ve din tacirlerini destekleyenler, siyasi çıkar için dini sömüren politikacılar ve siyasal İslamcılar olmasın?

Bir de unuttularsa hatırlatma: Türkiye Cumhuriyeti, 1923’teki devrimle yeni bir devlet olarak kuruldu. Anayasasında laik olduğu yazan bir devlette ulema sınıfı olmaz!



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları