Veysel Ulusoy

Çiftçi

25 Ağustos 2024 Pazar

Çiftçimiz, “Sayın bakanım Gemlik Limanı’na mısır gelmiş, bu biz çiftçilerin ayağına kurşun sıkmaktır” demiş tarım kurultayında. Köyler boşalıyor sayın bakanım diye feryat ederek devam etmiş sözlerine.

Şaşıracak bir yönü yok sürecin.

2010 yılında kırmızı et piyasasındaki alarmla başladı her şey. Arz ve talebin reel ekonomik değerlerle değil de finansal piyasaların o alımlı grafiklerin yardımıyla belirlenmesiyle tarımsal faaliyetlerdeki oynaklık artmaya başladı. Günlük döviz kuru ve faiz oranı belirler gibi et fiyatları da finansal piyasaların bir ürünü oldu. 

Sadece et mi?

Tabii ki hayır.

Tüm tarım ve hayvancılık faaliyetlerine dayalı her üründe böyle oldu.

Mercimek, pamuk, buğday, nohut, pirinç, mısır, beyaz et ve diğer ürünlerin fiyatları sözde arz ve talep yaklaşımı ile finansal piyasaların kucağında belirlenmeye başladı.

Bu süreçte hükümetlerin yapacağı çok iş, alacağı çok önlem varken bizim karar vericiler ıslık çalarak ithalatı, belirli kesime çok fayda sağlayan ithalatı bir araç olarak kullandılar. 

Kullanmaya da devam ediyorlar.

Normal şartlarda karar vericilerin uluslararası ticaret politikasında tarım ve hayvancılık çok önemli bir pay alır ve yerine göre en katı gümrük duvarları ile iç üretim korunur. Bunun en katı olanını Avrupa Birliği Ortak Tarım Politikası (OTP) uygulamalarında görmekteyiz. Neredeyse tümünün sanayileşmiş ülkeler olduğu AB’de tarıma verilen önem sanırım ekonomisi ağırlıklı olarak tarıma dayalı ülkelerde yoktur. 

1962 yılında yürülüğe girmesiyle üretim ve tüketimdeki dengeyi amaç edinmiş OTP’de vurgu noktası tarım ve hayvancılıkta maliyetleri azaltma ve uluslararası piyasalarda rekabetçi bir pozisyon almaktır. Bunun da yolunun genç ve küçük çiftçilere önem vererek gıda güvenliğini sağlamak ve kırsal kalkınmayı desteklemekten geçtiğini biliyordu karar vericiler.

Tüm bunları yaparken politika uygulayıcılar gümrük duvarları oluşturma yanında gıda fiyatlarını kararlı bir seviyede tutma, müdahele fiyatı uygulama, üretim ve dağıtımda bütünleşmeyi sağlamayı amaç edindiler.

Bu AB içinde, literatüre giren ismi ile bazen tereyağı dağları ve süt gölleri yarattı. Diğer bir ifadeyle destek ve koruma araçları bazı zamanlarda arz fazlası oluşturdu ama bu gıda güvenliği için kaçınılmaz bir uygulama idi.

Yıllarca da olduğu gibi uygulanıyor.

Dünya Ticaret Örgütü (DTÖ) uygulama ve yönetmeliklerine aykırı olan bu durumun AB için bir önemi yoktu. Onlar tarım ve hayvancılığın önemini kavramış ve katı bir koruma ve destek ile piyasalarda söz sahibi olmaya devam ediyorlar.

Hem de piyasalardaki oynaklığı da azaltarak.

Hem de gıda enflasyonunu sıfırlara getirerek.

Tüm bunların yanında “Biz ne yapıyoruz” sorusu geliyor akla.

Yanıtlayalım:

Biz bir şey yapmıyoruz desek yanlış olur. Bir şey yapmadan tarım ve hayvancılığı kendi haline bıraksak ülkemizde, çoğu zaman tereyağı dağları ve süt gölleri oluşur. 

Biz o dağları eritmek ve gölleri kurutmak için aktif tarım politikası uyguluyoruz.

Ukrayna ve diğer ülkelerin çiftçilerini destekleyerek hem de.



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları