Üstün Dökmen

Hatırlamak

10 Kasım 2024 Pazar

Tüm canlıların türlerine özgü kısa ve uzun süreli hafızaları vardır. Canlılar içinde en uzun süreli ve kapsamlı hafıza insana aittir. İnsan çok etkili bir şekilde kültür biriktirir, hiç yaşamadığı binlerce yıl öncesine ait olayları bilir, hatırlar.

ATATÜRK’Ü HATIRLAMAK

Geleceğe sağlıklı adımlarla yürümek isteyenlerin siyasi, askeri tarihi hatırlamaları, teknolojide yenilik yapmak isteyenlerin bilim tarihini unutmamaları gerekir. Sevr Antlaşması’nı unutanlar kendilerini yeni Sevrler içinde bulurlar. Mustafa Kemal’in Gençliğe Hitabe’sini hatırlayanlar ülkemizin şu an içinde bulunduğu durumu daha gerçekçi yorumlayabilirler. 

Bir de yanlış hatırlayanlar var. “Kurtuluş Savaşını keşke Yunanlar kazansaydı” diyenler hem nankörlük etmiş, hem de onca şehide saygısızlık etmiş olurlar. Türk tarihinin en önemli, en kritik zaferi karşısında esef edenlerin gelecekleri karanlıktır. 

Yüzyıllar önceki kahramanlıkları ve kahramanları hatırlayıp da Atatürk’ü hatırlamamaya çalışanların hafıza sorunları yoktur; onlar kasıtlı bir ihanet içindedirler. Bir de kasıtlı olmadan az önceki olayları unutanlar vardır; bunlara günlük dilde “balık hafızalı” deniyor. 

Bizler balık hafızalı değiliz. Bugün 10 Kasım 2024, Atatürk’ü, gurur duyarak, içimiz titreyerek, saygıyla hatırlıyoruz. Aslında onu belli günlerde hatırlamamız gerekmiyor, içinde bulunduğumuz çağda her an zaten aklımızda. Son yıllarda onun için “Yattığı yerden, mezarından ülkeyi yönetiyor” deniyor. Eğer bir lider çağdaşlığa önem vermişse, akılcılığa bağlı kalmışsa yattığı yerden ülkesini yönetir. Bu yüzden onu unutmak mümkün değildir.

Atatürk 1937’de “Ben öldükten sonra Cumhuriyeti ve beni kötülemek isteyenler olacaktır. Ancak endişe etmeyiniz Cumhuriyet’in kökleri çok derinlerdedir” demişti. Cumhuriyetin kökleri derindedir, müştemilatı çok zengindir. Cumhuriyet eşitlik demektir, özgürlük demektir, onurlu yaşamaktır, Cumhuriyet kadın hakları, çocuk hakları, insan hakları demektir, Cumhuriyet pozitif bilim demektir, çağdaşlık demektir, kısacası Cumhuriyet dedeler nizamı değil, aklın intizamıdır. 86 yıl önce bunun farkındaydık, bugün de farkındayız. 

ATATÜRK SEVGİSİ  

Atatürk sevgisinin en önemli göstergesi onunla ilgili günlerde Anıtkabir’i dolduran gönüllü ziyaretçilerdir. Burada sadece 86 yıl önceki iki olayı hatırlatmak istiyorum.   

Atatürk ölümünden 12 gün önceki son Cumhuriyet törenine katılamamıştı. 46 kiloya düşmüştü, yürüyemiyordu. Kuleli Askeri Lise öğrencileri tören alanından okullarına dönüyorlardı, Dolmabahçe Sarayı önünde gemilerini durdurdular, “Atatürk’ümüzü görmek istiyoruz” diye bağırdılar. Bir doktor pencereye çıkıp eliyle gidin işareti yaptı. Dinlemediler, bağırmaya devam ettiler. Atatürk sesi işitti, ne olduğunu sordu. Mecburen söylediler, “Kaldırın beni” dedi. Büyük zahmetle giyindi, pencereye bir koltuk koyup oturttular, O da öğrencilere el salladı. İşte o an öğrenciler adeta çıldırdılar. Bazıları postallarını çıkarıp suya atladılar, Atatürk’e doğru yüzmeye başladılar. 

Abilerimiz, babalarımız o gün ona doğru yüzdüler; bu ülkenin insanları hâlâ ona yönelmiş halde, her 10 Kasım’da yüz binler Anıtkabir’e koşuyor. 

Lord Kinross’un Atatürk adlı kitabının son bölümünde şu bilgi var: Yavuz Zırhlısı bir akşam Atatürk’ün naaşını Dolmabahçe’deki katafalktan aldı, İzmit’te trene yükledi. Bu tren, onun yurt yolculuklarını yaptığı trendi, Atatürk’ü son kez taşıyacaktı, düdük öttürmüyordu, tüm kompartımanları karanlıktı, sadece en öndeki kompartımanda Atatürk’ün tabutu vardı, bu yüzden hafifçe aydınlatılmıştı. Dört general tabutun başında saygı nöbeti tutuyorlardı. Tren matem treniydi, gece yolculuğu yapacaktı, Eskişehir üzerinden ertesi sabah Ankara’ya ulaşacaktı.

Trenin güzergâhı üzerinde oturan Türk köylüleri radyodan matem treninin o gece Anadolu bozkırından geçeceğini öğrenmişlerdi; kimseden emir almadan, kimse tarafından organize edilmeden ellerinde gaz lambalarının haznesi, kilometrelerce yürüyerek tren yolunun iki yanına geldiler, beklemeye başladılar. Tren yaklaştığında gaz lambalarının haznelerindeki gazı toprağa döktüler, kavla çakmakla ateş yaktılar. Atatürk’ün naaşı, onun düşmanlardan kurtardığı çatlamış Anadolu toprakları üzerinde son yolculuğunu, Türk köylüsünün yaktığı ışıklar, nurlar içinde yaptı. Tren ufka doğru süzüldüğünde orada başka köylüler ellerinde gaz lambalarıyla bekliyorlardı. 

Son yıllarda ortaya atılan bir iddiaya göre Mustafa küçükken karanlıktan korkarmış, annesine gaz lambasını kısık yaktırıp başucuna astırırmış. Olabilir; karanlıktan korkmayan çocuk yoktur. Eğer bu iddia doğruysa şu inanılmaz tesadüfe bakar mısınız? Karanlıktan korkan çocuğu milleti son yolculuğunda karanlıkta bırakmamıştır. Aydınlatan, aydınlıkta yürür.



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Hatırlamak 10 Kasım 2024

Günün Köşe Yazıları