Üstün Dökmen

Barış Çocuk Orkestrası

22 Eylül 2024 Pazar

Geçen ay İzmir’de Suat Taşer Konferans Salonu’nda halka açık konferansım vardı. Bu sırada BÇO (Barış Çocuk Orkestrası) ile tanıştım. Orkestranın birkaç üyesi konferans öncesi izleyicilere Şostakoviç’in valsını çaldılar. 

BÇO

Barış Çocuk Orkestrası’nın kısa ama muhteşem bir tarihçesi var. Bir süre önce Selmin Günyüzü İzmir’deki sosyoekonomik yönden handikaplı semtlerdeki çocuklardan bir klasik müzik orkestrası kurmaya karar veriyor. İzmir’in güzel insanları başlangıç için 20 keman alıp hibe ediyorlar. Selmin Günyüzü orkestrayı büyütüyor. Şu an Can Hastaneleri orkestranın sponsorluğunu üstlenmiş bulunuyor. Bu hastanenin yönetim kurulu başkanı olan Dr. Muzaffer Keskiner bu orkestrayı niçin desteklediklerini bana gözleri yaşararak anlattı. Söylediğine göre bire bir değilse bile bu orkestradaki çocuklar ona Ruhi Su’nun yaşamını hatırlatıyormuş. “Bu orkestradan da niçin birkaç Ruhi Su çıkmasın?” dedi. Çıkabilirdi.

Ruhi Su, Van doğumlu bir Kurtuluş Savaşı çocuğudur. Annesini, babasını çok küçükken kaybetmiş, yetimhanede büyümüş. Cumhuriyetin ilk yıllarında Mustafa Kemal yetimhanelerdeki çocuklardan yetenekli olanların klasik müziğe yönlendirilmesini istemiş. Bu çocuklar arasında Ruhi Su da varmış.

Bugün internete baktığımızda Ruhi Su için “türkücü” deniliyor. Türkücü olmak onur vericidir ancak Ruhi Su hayatı boyunca türkü de söyleyen bir opera sanatçısı olmuştu. O bir bastı. Bazıları İhsan Ekber’i de sadece türkücü sanır ancak o da Kerkük türkülerini muhteşem söylemenin yanı sıra yurtiçinde ve dışında operalar söyleyen bir tenordur. Ekber, gençken annesi ve babası tarafından Kerkük’ten Ankara’ya mühendis olması için gönderilmiş. Ona “Sesin güzel konservatuvara gitsene” demişler, o da “Konservatuvar ne” diye sormuş. Ertesi gün konservatuvara gitmiş, sınavların bittiğini öğrenmiş, sesinin güzel olduğunu belirtmiş, bir Napoliten söylemesini istemişler, o da Napoliten bilmediğini söyleyip bir Kerkük türküsü okumuş. Onu özel yönetmelikle konservatuvara kaydetmişler.   

Ruhi Su ve İhsan Ekber örnekleri daha niceleri gibi Atatürk’ün öngörüsüyle, Cumhuriyetin getirisiyle ortaya çıkmıştır. Bu ülke Kurtuluş Savaşı’ndan yeni çıkmıştı üstelik Osmanlı’nın borçlarını da üstlenmişti. Böyle bir dönemde Mustafa Kemal yetenekli gençlerimizi okumaları için Avrupa’ya göndermişti. Ülkelerinden ayrılırken onlara “Sizleri birer kıvılcım olarak gönderiyorum, alevler olarak geri dönmelisiniz” diye telgraf çekmişti. Aynı zamanda yetimhanedeki çocukları da klasik müziğe yönlendiriyordu. Kısacası bilimde ve sanatta ülkenin gençlerine ilk ivmeyi vermişti.

AH BİR ATATÜRK GELSE

Çocukken çevremdeki büyüklerin sık sık “Ah bir Atatürk gelse de bizi kurtarsa” dediklerini duydum. Büyüdüğüm zaman anladım ki bu dilek pasif, bağımlı bir tavırdan kaynaklanmaktadır. “Biz bir şey yapmayalım Atatürk gelsin bizi kurtarsın” demek istiyordu büyüklerimiz. Bunu fark ettikten sonra bu cümleyi aklımdan bile geçirmedim. Atatürk’ün gelmesini bekleyenler niçin büyük Atatürk’ü örnek alan birer küçük Atatürk olmaya çalışmıyorlar? Aslında geleneklerimiz buna uygundur. Bazı ülkelerin masallarında beyaz atlı prens gelip yarı baygın kızı kurtarır. Türk halk masallarında ise beyaz atlı prens motifi yoktur, Dede Korkut Destanı’ndan öğrendiğimize göre Türk kadınının kendisi ata binerdi, yiğitti.    

Ülkeyi kurtarsın diye bir Atatürk bekleyenlerin yanı sıra bu ülkede karınca kararınca bir şeyler yapan çok kadın, çok erkek var. Selmin Günyüzü ve Dr. Muzaffer Keskiner bunlardan sadece ikisi. Onların yanı sıra çocuklara, kadınlara eğitim vererek, beceri kazandırarak Cumhuriyetin ışığı devam ettirmeye çalışan çok aydınımız var. Bunlarla ilgili bir televizyon dizisi yapılabilir ve diziye “Türkiye’nin Çalıkuşları” adı verilebilir. Feride’nin neşesi, enerjisi, Cumhuriyet öğretmenlerinin bir zamanlardaki heyecanları henüz bitmemiştir. 

Söz konusu heyecanın en parlak ışıklarından birisi dağ köylerinden topladığı kız çocuklarını yatılı bölge okullarına taşıyan Avar öğretmendi. O ve ona benzer şekilde Köy Enstitüleri inancını taşıyan çok öğretmenimiz var bugün. Binlercesinden sadece iki tanesini hatırlatmak istiyorum.

Tatvan’ın Yoncabaşı köyünde sosyal bilgiler öğretmeni Mihraç Kulu, Japonya’ya gitmek için üç yıldır para biriktiriyormuş. Öğrencilerinin hiç sinema görmediklerini anlayınca biriktirdiği parayı onları şehre sinemaya götürmek için harcamış. Kaymakanlığın ve MEB’in desteğiyle 16 köy okulundan 600 öğrenciyi hayatlarında ilk kez sinemaya götürmüş. Filmin adı Japonya’da batan gemimizi konu alan “Ertuğrul 1890” idi. Öğretmenimizin öğrencilere birer patlamış mısır da aldığı söylenmektedir.

Bu konuda ikinci çalıkuşumuz Diyarbakır’ın Hani ilçesinde vurmalı sazlar orkestrası kuran bir öğretmenimiz. Öğretmenimiz kurduğu orkestraya “Hanimiş” adını vermişti. (Bu öğretmenimizin adını hatırlamıyorum, internette de yok adı. Bilenlerin Cumhuriyet Pazar Eki’ne bildirmelerini rica ediyorum.)

Cumhuriyetin, Aydınlanmanın ışığını yaymak için uğraşan, devletten, belediyeden beklemeden gayret eden tüm öğretmenlerimizin, aydınlarımızın ellerinden öpüyorum.



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Savaş, çocuk, oyun 15 Eylül 2024
Osmanlı’da sansür 8 Eylül 2024

Günün Köşe Yazıları