İran, El Kaide, IŞİD: Radikal İslâm’ın 3 hali

18 Kasım 2015 Çarşamba

1980 başından itibaren dünya, radikal İslâm’ın üç büyük ölçekli atılımına sahne oldu. İlki 1979 İran İslâm Devrimi, sonra Yüzyıldönümü’nde El Kaide ve şimdi IŞİD.

Bunlara 1990’lardan itibaren Taliban’ı da eklemek gerektiği öne sürülebilir. Ancak ben, Afganistan- Pakistan hattıyla sınırlı etkinlik alanı ve daha önemlisi bir küresel hareket olarak El Kaide’nin ideolojik mayası olması itibarıyla onu El Kaide’ye içkin sayıp paranteze almayı tercih ediyorum.

İran, El Kaide, IŞİD... Bu üç dışavurum, içerisinde nefes alıp verdiğimiz dünya sisteminin hem ürünü, hem aynası, hem de “semptom”u, yani hastalık işaretleridir. Elbette kendilerini o hastalığa tedavi olarak sunmuş semptomlar bunlar!..

Hastalığın adını söyleye söyleye dilimizde tüy bitse de onun hiç ummadık bir ağızdan önceki günlerde telaffuzu ortalığı dalgalandırdı. Paris’te yaşanan dehşetin ardından Ali Koç, olup bitenlerin baş sorumlusunun “kapitalizm” olduğunu işaret etti.

Doğru söze ne denir! Onu geliştirmeye çalışalım!..

İran Devrimi, Soğuk Savaş’la sınırlı çerçevede yeryüzünde geçerli “ulus-devlet kapitalizmi”nin bünyesinden ona karşı yükselen ama onunla da uyarlı, ulusal karakterde bir İslâmcı reaksiyondu. Tabii ki diğer Müslüman uluslara yayılmacı arayış içinde oldu ama Şiî temeli hareket alanını kısıtladı. “Modern”di, Şiî gelenekte olmayan (Velâyet-i Fakîh gibi) yeni prensipler, modern dünyada bir İslâm devletine işlerlik kazandırma yolunda ihdas edildi.

El Kaide, Soğuk Savaş sonrası önü açılan, “uluslar-üstü” işleyişe sahip küresel kapitalizmin bünyesinden ona karşı ama onunla da uyarlı “çok-uluslu” bir İslâmcı reaksiyondu. O da modern, hatta “postmodern”dir. Birinci Körfez Savaşı’nın televizyonlardan “simülatif” sunumuyla ilk örnekleri ortaya çıkmış medyatik ve “spektaküler” savaş vasfını stratejisinin parçası yapmıştır. “İmaj çağı”nın ve hedefin sadece “öldüresiye ölüme gitmek” değil, görünürlük kazanarak ölüme gitmek olduğunun farkındadır (IŞİD, bunu daha fantastik noktalara taşıyacaktır).

IŞİD ise Soğuk Savaş sonrası ABD-merkezli tek kutuplu işlerlikteki küresel kapitalizmin şimdi çok-kutuplu hale gelmesiyle uyarlı bir İslâmcı reaksiyon. Aynı zamanda da İran ile El Kaide pratiğinin buluştuğu söylenebilecek bir hareket.

İran Devrimi’nin bir yeri-yurdu vardı ve bu merkezden yayılma-evrenselleşme gayreti içerisindeydi. El Kaide ise (tam da küresel- postmodern kapitalizmin bir karakteristiğini hayata geçirir şekilde) yersiz-yurtsuz ama aynı zamanda her yerde, “yerler-arası” bir harekettir.

Teşbihte hata olmaz: İran, radikal İslâmcılığın “katı” haliydi. El Kaide “gaz” hali...

IŞİD ise hem yeri-yurdu olan, merkezî çekim gücüne sahip, hem de yeryüzünün her tarafına buharlaşarak yayılmış, ama aynı zamanda bu sayısız görünmez yerle merkez arasında geliş- gidişlerle “akışkanlık” da arz eden, bu nedenle de radikal İslâmcılığın üç halini (katı-sıvıgaz) ihtiva eden bir şebeke olarak değerlendirilebilir.

Bu yazının da beslendiği “El Kaide ve Modern Olmanın Anlamı” başlıklı kitabında John Gray, İkiz Kuleler saldırısını savaş olarak nitelendirse de bunun konvansiyonel değil “asimetrik” bir savaş olduğunu ekler. Ancak asimetri, güçlüden yana işlememektedir. Zayıf olanın güçlünün zaaf noktalarını bulup onlardan yararlanarak yıkıcı etkide bulunduğu bir asimetrik savaştır bu.

IŞİD için söylenebilecek olan, onun hem böylesi asimetrik, hem de Suriye’de (İran’ın Irak’la 8 yıl sürdürdüğüne benzer) konvansiyonel bir savaş içinde oluşudur.

Elbette IŞİD daha çok El Kaide’nin türevi. O, “Modernite”nin bağrında göçle neşet etmiş “Diyaspora Müslümanlığı”nı daha damardan yakalama yetkinliğinde. Batı’daki bu göçmen Müslümanlığın genç kuşaklarında da, Batı’nın manevi boşluk-yoksunluk içinde umarsız bıraktığı kendi “mühtedi” (sonradan Müslüman) çocuklarında da mevcut nihilizmi cihatçı bir “milenaryanizm”e kanalize etmekte daha mahir.

Bunun altını çizelim: IŞİD, El Kaide’den çok daha “milenaryan”, yani “kıyametçi” (apocalyptic) itkiyle hareket eden bir örgüt. Milenaryanizm, kıyamete yakın zamanda dünyada büyük dönüşümlere yol açarak sefalete son verip “İnananlar”a selâmet getirecek olayların vuku bulacağı inancı. Mutlak umutsuzluk halinden çıkan bir son umut ya da umutsuzların umudu...

Fransa’daki Cezayir asıllı göçmenden Rusya’daki Çeçen’e ve Adıyaman’da “Çay Ocağı”ndaki gençlere kadar herkesi aynı menzile yönelten böylesi bir milenaryan motivasyon; cennetin yeryüzünde belireceği inancı.

O yüzden, o cennete şimdiden yol tutmak zor görünmüyor.  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları