Van Gogh ve Cemal Süreya

12 Ocak 2009 Pazartesi

Van Gogh’un, Hollanda ve Belçika’da yaptığı tablolarında egemen olan sarı değil, koyu renklerdir

Van Gogh’un bir tablosunda Türkiye bayrağı vardır! Ressam, 1888 yılının Eylül ayında yaptığı “Millet’in Portresi” adlı resmin sağ üst köşesine, bayrağımızdaki ay ve yıldızı kondurmuştur. Yıldız beş köşelidir ve hilalin şefkatine sığınmıştır. Tabloya adını veren Millet, Türk olmadığı gibi, üstünde de Fransız ordusunun üniformasını taşımaktadır. Ay ve yıldız, Fransız piyadelerinin sembolüdür. Zaten, Van Gogh’un resmini yaptığı bu asker ile dostluğu uzun sürmeyecek, Millet 1 Kasım 1888’de Cezayir’e gidecektir.

Cemal Süreya, “Ahmed Arif” adlı denemesinin bir yerinde sözü Van Gogh’a getirir: “Hollanda’ya gittiğimde orada Van Gogh’un sarılarının kaynağını bulmuş ve daha çok sevmeye başlamıştım Van Gogh’un resimlerindeki sarıları. Çünkü Hollanda’daki coğrafyanın, yeryüzü şekillerinin, bitki örtüsünün sarıları, Van Gogh’u içimde somutlamış bir yere oturtmuştu. Onun çalışmasını gözümde daha da büyütmüştü.”

Yanılgı nerede?

Oysa şair yanılmaktadır. Aman, hemen baştan söyleyelim, Cemal Süreya gibi bir dehanın yanılgısı, yıllar süren bir birikimin ardından, Ay’da yürümeyi başarmış Neil Armstrong’un, Dünya’ya döndüğünde ayağının tökezlemesinden farksızdır. Yanılgı nerede mi? Biraz daha okuyalım ustamızı: “Van Gogh’un sarısı Hollanda toprağının baskın renklerini taşıyor, bir yerde onlara katkıda bulunuyordu, onların arasında açılmış çılgın, sanrılı çiçekler gibiydi.”

Vincent Van Gogh’un, Hollanda ve Belçika’da yaptığı tablolarında egemen olan sarı değil, koyu renklerdir. Eleştirmenler tarafından “karanlık dönem” olarak adlandırılan o yıllarda Van Gogh, “Dokumacı”, “İncilli, Şamdanlı ve Romanlı Natürmort”, “Şehir Borsası”, “Fırtınada Scheveningen Sahili” ve “Patates Yiyenler” gibi koyu, iç karartan, karanlık renklerin egemen olduğu tablolara imza atmaktadır. Cemal Süreya’nın sözünü ettiği sarı renk, ressamın babasının ölümünün ardından, 1886 yılının Mart ayında Paris’te yaşayan kardeşi Theo’nun yanına gittikten sonra yaptığı resimlerde boy gösterecektir. Daha doğrusu, sarının gücü 1888 yılında, Paris’ten ayrılarak tarlalarını, derelerini, ışığını çok sevdiği Arles, Provence, Saint Remy ve Auvers-Sur-Oise gibi yörelerde çıkacaktır ressamın karşısına. Buraları da Hollanda değil, Fransa toprağıdır. Bu değişimde, Paris’ten satın aldığı Japon resim sanatının örneklerinin de payı büyüktür.

Cemal Süreya’nın tek yanılgısı keşke yalnızca bu olsaydı. Lokman Hekim’in kendine 80 yıl yaşadığı sanılan 7 kartalın ömrünü art arda yaşamayı seçmesinden etkilenerek, Cemal Süreya da, 7 kırlangıcın hayatını kendi yaşam süresi olarak belirler. Kırlangıçların 9 yıl yaşadığını öğrenince şairimiz bozulmadı dersek, yalan olur. Ne yazıktır ki, Cemal Süreya 63 yaşına 4 basamak kala, 59’unda ayrılır aramızdan.

Kırlangıç çünkü, şair de göçebe bir hayat sürmektedir. Rakam olarak 7’yi seçmesinin nedeni, Lokman Hekim’e gönderme olmasının yanı sıra, şiirlerinin altına yazdığı soyadıyla da ilgilidir. Asıl soyadı “Seber” iken, sonradan bir y harfini atacağı “Süreyya”yı benimser. Süreyya, Boğa burcundaki Ülker takımyıldızının bir diğer adıdır ve 7 yıldızdan oluşur!

Van Gogh, Cemal Süreya’nın şiirinde de çıkar karşımıza. “Dalga” adlı şiirin ilk kıtasını okuyoruz:

Bulutu kestiler bulut üç parça

Kanım yere aktı bulut üç parça

İki gemiciynen Van Gogh’tan aşırılmış

Bir kadının yüzü ha ha ha

Bunlar da, kulağını kesen Van Gogh’un kardeşi Theo’ya yazdığı mektuptaki bulutlar: Hişşşt, okumadan önce kulağınıza fısıldayalım; bu mektubu “sarı” tabloların uzağında, 1883 yılında Hollanda’da yazmıştır. Okuyun, zaten iç karartıcı renklerden anlayacaksınız: “Gökyüzü tanımlanması olanaksız incelikte, uçuk bir eflatuni beyaz. Koyun postlarına benzeyen ak bulutlar yoktu şurada burada, çünkü bu bulutlar çok daha sıkı sıkıydı ve tüm gökyüzünü kaplıyordu, bir yandan da az çok parlak, göz yakan eflatunlar, griler…”

Üstadımızı andık

9 Ocak, Cemal Süreya üstadımızın ölüm yıldönümüydü. Ustamızı, bir denemesinde hafif eğri duran bir tabloyu düzelterek andık. Ne de olsa, öğrenme aşkını, araştırma, okuma sevdasını, sanatın ve bilimin enstrümanlarıyla bir senfoni orkestrası kurmayı ondan öğrendik. Çabamız, onun çırağı olmaya layık olabilmektir. Anısı önünde, kütüphanemdeki tüm kitapları saygıyla açıyorum!.. Diyor ki, “Dalga” şiirinin son kıtasında:

İki gemiciynen Van Gogh’tan aşırılmış

Bir kadının yüzü kaçıyordu yetişemedim

Ben ömrümde aşk nedir bilmedim

Süheyla’yı saymazsak ha ha ha



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları