Şükran Soner
Şükran Soner soner@cumhuriyet.com.tr Son Yazısı / Tüm Yazıları

Insan hakları savaşımı cezaevi kapılarından yükseldi

16 Temmuz 2016 Cumartesi

Cezaevleri kapılarında dik duruş sınavında öncelik kapan anneler, eşler, kız kardeşler, arkadaşlar, çoğunluk kadınlar oldular. Türkiye’de insan hakları, kadın hakları savaşımında örgütlenmeye gidilen yolda da öncelik aldılar.

Türkiye’de 12 Eylül sürecinin sonrasında kadın hakları, insan hakları savaşımlarının cezaevleri kapılarındaki direngenlikten yükselişi kuşkusuz raslantı değildi. Leman Teyze’ler, Didar Abla’lar, Mukaddes, Filiz kardeşler ancak yüzlerce, en fazla binlerce sayılsalar da yıllarca direnerek, bu ülkenin insan haklarına duyarlı, aydınlarını uyarıcı, zorlayıcı, vicdanlarının sesleri oldular... Ülkemizde evrensel insan hakları örgütlülüklerinin çatısı altına girecek İHD, vakıf örgütlülüklerinin 1986 yılında 12 Eylül askeri darbesinin ilanının ardından gelen ilk yasaklar sendikal haklar üzerinden olmuştu. DİSK’in yürürlükteki grevlerinin kaldırılmasını, kıdem tazminatlarının kazanılmış haklarının tavanının kaldırılması ile bir gecede işçinin alacağı olan işveren kasalarındaki birikimlerin önemli bölümlerinin işverenlere geri verilmesi olmuştu.

DİSK’e bağlı sendikaların her kademeden yöneticileri önce gözetim altına çağrılmış, tutuklanmalarının ardından sonra mahkeme tutanakları kayıtlarına da girecek işkenceler süreci de yaşanmıştı. Sol gençlik örgütlenmelerinden başlayarak terör gerekçeli sol örgütlenmelerden tutuklanmaların sayılarına ulaşmak olanaksızdı. Yıllar alacak iddianameler, yargılamalar süreçlerinde toptancı terör örgütleri suçlamaları ile on binlere ulaşıldığı sonradan öğrenilecekti. Günlük bilgilenmeler cezaevleri kapılarını aşındıran ağırlıklı kadınlar, yakınlarından, sözsel iletişim ağırlıklı öğrenilebilecekti. Sağdan bir-iki örgütlenme, siyasi hareket istisna, ancak 12 Eylül öncesi çatışmaların faillerinin yakalanması bağlantılı bireysel yargılamalar gündeme gelecekti.

Vicdanları kanatan ses

Cezaevleri uygulamaları, toplumsal baskılar, kamuoyunun bildiğinden çok ağır insan haklarına aykırı şiddeti içinde barındırıyordu... Örneğin biz Türk-İş’e bağlı TGS içinde tüm sendikalar kendi iç yazışma uyarılarımızla kendi kendimize faaliyet yasakları koymak toplu pazarlık, işyeri faaliyetlerimizden bir biçimde gönüllü vazgeçmek zorunda kalmıştık. Dünyaya karşı vitrin, tabela sendikacılık, örgüt toplantıları emniyet gözetiminde, işçiye dönük hizmetler söz konusu olmaksızın yürütülüyor, toplusözleşmeler bile yasa yerine sayılan Konsey kararı uygulaması içerikli oluşturulmuş yargıçlara, hukuksal içeriği ile “zorunlu tahkim” sistemine teslim edilmiş bulunuyordu. Yasaklı düzenin insan hakları ihlalleri boyutları üzerinden kamuoyuna ulaşabilmenin tek yolu aylar, yıllar sonra açılan davaların iddianameleri, duruşma haberleriyle ancak söz konusu olabilecekti. Elbette “yorumsuz, kuru bilgiler ne işe yarayacak” diye düşünmek söz konusu değildi.

Hangi örgütler, kişilerin hangi suçlarla yargılandıklarının haberleri, savunmaları bile pratikte demokratik bilgilendirme, savaşım aracı sayılabilecekti. DİSK yargılamalarının 2 günlük duruşmalarını, haftanın ortalama 5 gününe yayılmış haber yapmak, bal gibi de 12 Eylül düzeni ile ülkemizin sendikal haklarına yönelik yasaklı düzen anayasal, yasal operasyonlarının bile kamuoyuna ulaştırılabilmesi işlevi yapabilecekti. Barış davası aydınları toplayan, teslim almayı hedef almış büyük yargılama operasyonu, MHP davası iddianamesi 12 Eylül öncesi çatışmalarının odağı yaşanmışlıkların bilgilenilmesi, demokratik dayanışma, duruş işlevi yapabilecekti. Sol örgüt davaları iddianamelerinin suçlama içerikleri, yaşanmışlıklara ayna tutamasa da kimlerin başlarına nelerin geldiğinin yansımaları olabilirdi. Bu süreçte cezaevi koşulları insan hakları ihlalleri, işkenceler ancak tutanaklara girebiliyorsa haber olabiliyordu...

Elbette süreç boyunca içerdekileri yalnız bırakmayan, ayakta tutan tutuklu yakınlarının cezaevleri kapılarındaki onurlu duruş, hak arayışları haber yapılamıyor, dolaylı olarak uluslararası insan hakları raporlarına girebilmişlerse içerdekilerin imdadına yetişebiliyorlardı. Yine de çok ağır baskılar altında cezaevi kapıları başta, ilgili kurumlara başvuruları, hak arayışları ile o kadar çok çıkışları, eylemleri söz konusuydu ki, haberi yapılamasa da gazetelerin, gazetecilerin kapılarını aşındırmaktan, bilgi vermekten geri durmuyorlardı. Akraba gibi tanış olmuş, olup bitenden bilgileniyorduk... Soluk almaksızın koşturmacalarıyla, ülkenin örgütsüz, sessiz kalmış aydınlarının vicdanlarının kanatan sesleri olmuşlardı...

12 Eylül sürecinden günümüze uzanan aydınlar protestolarında, örgütsüzlüğün, yasakların uzantısı olan ortak imzalı protesto eylemleri, dilekçelerinde de payları yadsınamaz. Elbette ülkemiz aydınları için çok gecikmiş bir sorumluluk olarak gündeme gelen evrensel insan hakları savaşımı çerçevesinde örgütlülüğün gündeme getirilmesinde de... Kuşkusuz İnsan Hakları Derneği kuruluş süreci çok zorlu bir sınavdan geçti. Ailelerin ortak sorunlarda kendiliğinden dayanışması ile insan hakları algısı, ilke ve standartları ile uyumlu örgütlülük refleksinin oluşturulabilmesi aynı kolaylıkta, kültürde kotarılacak işler değildi...

 



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

‘5N1K’ 26 Ekim 2024

Günün Köşe Yazıları