MEB’in tarihi çarpıtması

11 Eylül 2024 Çarşamba

“Bu akşam Halep ilerisindeki kuvvetleri geri çekeceğim, yarın Halep’in kuzeybatısında İngiliz ve Araplarla muharebe edeceğim. Buna göre hareketi düzenleyiniz.”

(7. Ordu Komutanı Mustafa Kemal Paşa, 25 Ekim 1918)

9 Eylül Pazartesi günü yeni eğitim öğretim dönemi başladı, okullar açıldı. AKP’nin milli eğitim bakanı, okulların, “Bağımsızlık ve Vatan Sevgisi” adlı bir dersle eğitime başlamasını istedi. Okullara gönderilen yönergeye göre konu, “Çanakkale’den Gazze’ye Vatan Savunması ve Bağımsızlık Mücadelesi” olarak belirlenmiş. Bu derste öğrencilere, vatan sevgisinin, “Türk ve Filistin haklarının birlikte hareket ettiği tarihi olaylar üzerinden” anlatılması istenmişti. 

MEB’in “Bağımsızlık ve Vatan Sevgisi” adlı dersinin yönergesinde Arif Nihat Asya’dan ve Mehmet Akif Ersoy’dan söz edilirken Mustafa Kemal Atatürk’ten söz edilmiyor. Okullar, 9 Eylül’de açılmasına rağmen, MEB’in “Bağımsızlık ve Vatan Sevgisi” başlıklı dersinin yönergesinde 9 Eylül’den, İzmir’in ve Anadolu’nun kurtuluşundan, Türk Bağımsızlık Savaşı’ndan da eser yok. Bu ders kapsamında MEB’in hazırladığı filmde ise başka bir büyük eksik göze çarpıyor; filmde Çanakkale Savaşları anlatılırken Atatürk’ten hiç söz edilmiyor. 

‘MİLLİ EĞİTİM’ BAKANLIĞI

MEB’in 9 Eylül yönergesini görür görmez, “Bu nerenin Milli Eğitim Bakanlığı’dır?” diye sormaktan kendimi alamadım. Çünkü bu topraklarda 9 Eylül’de “Bağımsızlık ve Vatan Sevgisi” denilince Türk ulusunun her ferdinin aklına İzmir gelir, Türk Bağımsızlık Savaşı gelir, Mustafa Kemal Atatürk gelir. MEB’in bunu bilmemesi mümkün müdür? 

9 Eylül, İzmir’in, Anadolu’nun işgalden kurtulduğu, Türk ulusunun bağımsız olduğu tarihtir. Dolayısıyla Türkiye Cumhuriyeti’nde 9 Eylül’de başlayan eğitim öğretim dönemi eğer “Bağımsızlık ve Vatan Sevgisi” dersiyle başlayacaksa bu dersin konusu “Çanakkale’den Gazze’ye Vatan Savunması ve Bağımsızlık Mücadelesi” değil, “Çanakkale’den İzmir’e (hatta İstanbul’a) Vatan Savunması ve Bağımsızlık Mücadelesi” olmalıdır. 

Eğer Türk Bağımsızlık Savaşı ile İslam dünyası (ve Filistin) arasında bir ilişki kurulmak isteniyorsa, bu da “Çanakkale’deki Türk-Arap ortak direnişi” biçimdeki tarihsel çarpıtmalarla değil, Mustafa Kemal (Atatürk) önderliğindeki Türk Bağımsızlık Savaşı’nın – bağımsızlıkçı Araplar dahil- ezilen, sömürülen tüm mazlum uluslara örnek olduğu tarihi gerçeği üzerinden yapılmalıdır. 

MEB farkında değil ama, Büyük Zafer’den sonra ezilen, sömürülen Müslüman Doğu halkları, Mustafa Kemal (Atatürk)’ü “Doğu’nun kahramanı”, “İslamın kahramanı”, “İslamın kılıcı” diye alkışlamışlardı. 

ÇANAKKALE’DEKİ ARAPLARIN ‘KAHRAMANLIĞI!’ 

MEB’in yönergesinde, “Çanakkale Savaşlarında Türk ve Filistin halklarının birlikte hareket ettiğinin” anlatılması isteniyor, bunun için de I. Dünya Savaşı’nda Çanakkale Cephesi’nde Osmanlı ordusunda görev alan bazı Arapların, sanki Türklere gönüllü yardıma koştukları gibi bir algı oluşturuluyor. Oysa bilindiği gibi I. Dünya Savaşı sırasında henüz Suriye-Filistin Osmanlı toprağıydı. Dolayısıyla savaş çıkınca Osmanlı, sadece Türkleri değil, Arap tebaasını da askere çağırmıştı. Bu nedenle Çanakkale Savaşlarında Osmanlı ordusunda Arap askerlerin olması çok normaldi.  

Ancak Çanakkale Savaşlarında 72. ve 77. alaylar içindeki Araplar -MEB’in kahramanlık hikâyesindeki gibi- çok da kahramanca mücadele etmemişlerdi. 

Çanakkale’de, 25 Nisan 1915 çıkarmasında, 57. Alay’la düşmanın karşısına çıkan 19. Tümen Komutanı Yarbay Mustafa Kemal, ilk direnişten sonra, 19. Tümen’e bağlı 72. ve 77. alayların da muharebeye katılmasını istemişti. Ancak 77. Alay’dan neredeyse hiç yararlanılamamıştı. Bu alayın Arap erleri ilk ateşte dağılıp firar etmiş, hatta bir iki yerde de beceriksizlikle diğer Türk askerlerine ateş açmıştı. Ayrıca bu alayın dağılan bazı erleri diğer birliklerle karışmış, böylece cephede düzen ve disiplin bozulmuştu. 

77. Alay, hem Mustafa Kemal (Atatürk)’ün “Arıburnu Muharebeleri Raporu”nda, hem 27. Alay ve 57. Alay komutanlarının yazdıkları ceridelerde çok ağır biçimde eleştirilmişti.

72. Alay ise muharebenin ilk saatlerinde tümen yedeği olarak gerilerde kalmış, muharebenin ilk günü öğleden sonra Kanlısırt civarında düşmana direnmişse de ilerleyen zamanda erlerinin emir dinlememesi ve yoğun biçimde firar etmeleri nedeniyle muharebedeki katkısı çok düşük düzeyde kalmıştı. 

Şu cümleler Fahrettin Altay Paşa’ya ait: “(25 Nisan sabahı) Arıburnu önlerinde deniz yüzlerce gemiyle örtülmüştü. Top sesleri aralıksız devam ediyordu. Vadi, cepheden gelen yaralılarla dolmaya başladı.  İlerimizdeki 77. Arap alayından kaçan çok sayıda Arap erinin çadırda saklandıklarını ve nargile içmekte olduklarını gördük.” 

19 Tümen Komutanı Yarbay Mustafa Kemal (Atatürk), 26 Nisan sabahı 3. Kolordu Komutanı Esat Paşa’ya gönderdiği bir raporda “Sol cenahta 77. Alay’ın kendiliğinden çekildiğini” yazmıştı. Mustafa Kemal (Atatürk), “Arıburnu Muharebeleri Raporu”nda, 77. Alay hakkında “Bunların birçok yanlış hareketi vardır. Bunları başlangıçta benden gizlediler” diyerek bu alaydaki firarları engellemek için bazı şiddetli tedbirler almak gerektiğini anlatıyor.  

27. Alay Komutanı Şefik (Aker) Bey de raporunda, birkaç yerde 77. Alay komutanını, kendisinin istediği takviye kuvveti göndermediği için eleştirerek bu alayın firar eden erlerinin “ihanet ettiklerini” yazmıştı. Bir yerde de 77. Alay askerlerinin yanlışlıkla kendi askerlerimiz üzerine ateş açtığını anlatmıştı. Şefik Aker’in 77. Alay hakkındaki şu değerlendirmesi dikkat çekicidir: “Eğer bu Arap askerleri yerine, bunlarla değiştirilen Türk askerleri olsaydı, gündüz sarsılan ANZAC’lar daha o gece (25 Nisan gecesi) vapurla çekilmek zorunda kalırlardı.”

72. Alay Muharebe Raporunda da 77. Alay erlerinin “birer ikişer doğrudan doğruya ve bazıları birer bahane ile avcı hattından çekilmelerinin (firar etmelerinin)” 72 Alay’a da kötü örnek olduğu yazılmıştı.       

57. Alay Komutanı Yarbay Hüseyin Avni Bey ise 72. Alay’ı ağır biçimde eleştirmişti. Hüseyin Avni Bey, “Teessürle arz ederim ki… 72. Alay zabitan ve tabur komutanının korkaklığı yüzünden bu taburun cephesindeki düşman siperi zapt edilememiştir” diyerek bunların yerine 125. Alay’dan bir tabur gönderilmesini istemişti.

Yıl 1934. İran Şahı Rıza Pehlevi Çankaya Köşkü’nde Gazi Mustafa Kemal Atatürk’le birlikte.

İşte MEB’in abartarak anlattığı, “Çanakkale’deki Araplar” konusunun iç yüzü böyle. 

Ayrıca genel olarak I. Dünya Savaşı, özel olarak Çanakkale Muharebeleri -MEB’in oluşturmaya çalıştığı “ümmetçi” algının aksine- bir “din savaşı” değildi; I. Dünya Savaşı’nda ve Çanakkale’de Osmanlı ordularına karşı savaşan İngiliz ve Fransız orduları içinde –sayıları az da olsa- Müslüman askerler de vardı. 

ARAP İSYANI

Okullara gönderdiği yönergede 1915’te Çanakkale Savaşlarında “Türk ve Filistin halklarının birlikte hareket ettiğinin” anlatılmasını isteyen MEB, 1916’da Şerif Hüseyin’in liderliğindeki Arap isyanını görmezden geldi. I. Dünya Savaşı’nda bazı Arap aşiretlerinin İngilizlerle birlikte hareket edip Osmanlı’ya karşı savaştığını ve Osmanlı’nın, 1917-1918’de, İngiliz-Arap ortak hareketi sonrasında Suriye ve Filistin’i kaybettiğini gizledi. 

I. Dünya Savaşı’nın başlarında, Şerif Hüseyin’in oğullarından Emir Abdullah, 14 Temmuz 1915’te Kahire’de, Arap Yarımadası’nın ve halifeliğin “Arap ulusunun” hakkı olduğunu söyleyerek bir Arap Devleti kurulması için İngilizlerden yardım istedi. 9 Eylül 1915’te bu sefer Şerif Hüseyin, İngilizlerden, söz konusu Arap Devleti’nin sınırlarıyla ilgili bir antlaşma yapılmasını istedi. (Şu işe bakar mısınız? MEB, Osmanlı’ya karşı Arap isyanının temellerinin atıldığı 9 Eylül’de okullarda Türk-Arap birlikteliğini anlattırdı.) 24 Ekim 1915’te İngiliz McMahon, Arap Şerif Hüseyin’e gönderdiği meşhur mektubunda “Büyük Britanya, Mekke Şerifi’nin talep ettiği sınırlar dahilindeki bölgelerde Arapların bağımsızlığını tanımaya ve desteklemeye hazırdır” diyordu. Ayrıca İngilizler, “Arap halife” planına da sıcak bakıyordu.

15-16 Mart 1916’da İngiltere, Fransa ve Rusya tarafından imzalanan Sykes-Picot Antlaşması’na göre Filistin’in de içinde olduğu Ortadoğu, İngiliz, Fransız mandasında Osmanlı’dan ayrılacaktı. Ortadoğu’da Arap Devleti kurulacaktı. Ancak bu antlaşmanın yürürlüğe girmesi Şerif Hüseyin’in Osmanlı’ya karşı isyanına bağlıydı. Şerif Hüseyin, 5 Haziran 1916’da Osmanlı’ya karşı isyan edince antlaşma yürürlüğe girdi. Ortadoğu, Sykes-Picot Antlaşması ile şekillendirildi. 

Şerif Hüseyin’in oğullarından Emir Faysal komutasında, İngiliz T.E. Lawrence tarafından oluşturulan ve İngilizlerden maddi destek alan Haşimi Ordusu, Haziran 1916’dan itibaren Hicaz Demiryolu hattı boyunca Osmanlı’ya karşı gerilla savaşı yaptı. Demiryolunun bazı kısımlarını havaya uçuran bu Arap ordusu, İngiliz Allenbey komutasında Filistin’den gelen İngiliz ordusuyla aynı anda Şam’a ulaştı. (Fıeldhouse, s. 72)

I. Dünya Savaşı’nda Suriye-Filistin Cephesindeki Türk ordusu, Arap isyancılarca desteklenmiş İngiliz ordularına karşı savaşmak zorunda kalmıştı. Allenby, Lawrence’den, Arapların 16 Eylül 1918’de Hicaz hattına saldırmasını istemişti. Amaç Türklerin dikkatini doğuya çekmekti. Arap ordusu Deraa’nın güneyindeki ilk istasyon Nesib’e saldırdı. Gerçekten de Arapların saldırısı başlar başlamaz Liman von Sanders takviyeleri Deraa’ya göndermişti. (Grainger, s.122)

Suriye-Filistin Cephesinde, 19 Eylül 1918’de başlayan İngiliz genel taarruzu karşısında Liman von Sanders’in komutasındaki Yıldırım Orduları dağılmış, 7. Ordu Komutanı Mustafa Kemal Paşa, dağılan orduları derleyip toplayıp Halep’in kuzeyine çekmişti. O geri çekiliş sırasında Türk orduları, İngilizleri destekleyen Arap isyancıların saldırısına uğramıştı. Arap isyancılar son olarak Halep’te, Türk ordularına saldırmıştı. Mustafa Kemal Paşa, 25 Ekim 1918’de, Halep’te Türk ordusuna saldırılan Arap isyancı kuvvetlerle savaşmıştı. Kendi ifadesiyle Halep’te “sokak savaşlarını yönetmiş” ve Arapları bozguna uğratmıştı.  

“Güneyden yapılan ilk Arap saldırısı başarısızdı. Bir diğer saldırı doğrudan şehre yapıldı. Araplar Türklerle caddelerde boğuştular. Yenildiler. Şehirden atıldılar… Araplar, yenilgilerinden sonra başka bir saldırı yapabilecek gibi durmuyorlardı.” (Grainger, s.225) 

Mustafa Kemal Paşa, 25 Ekim 1918’de birlik komutanlarına şu emri vermişti: “Bu akşam Halep ilerisindeki kuvvetleri geri çekeceğim, yarın Halep’in kuzeybatısında İngiliz ve Araplarla muharebe edeceğim. Buna göre hareketi düzenleyiniz.” (Atay, s. 67-69)

Mustafa Kemal Paşa, ertesi gün, 26 Ekim 1918’de Halep’in kuzeyinde, Katma’da, İngiliz saldırısını durdurdu. 

***

Sonuç olarak MEB’in, Çanakkale’deki Arap askerler üzerinden I. Dünya Savaşı’nda Türklerle-Arapların “din kardeşliğiyle” ortak düşmana karşı aynı vatan için “bağımsızlık savaşı” verdikleri tezi doğru değildir. Tam tersine 1915’te İngilizlerle anlaşan Şerif Hüseyin, 1916’da Osmanlı’ya karşı bir Arap isyanı başlattı. Arap İsyancılar, Suriye-Filistin Cephesi’nde Türk ordularına saldırarak İngilizlerin ilerleyişini kolaylaştırdılar. I. Dünya Savaşı’nın büyük bölümünde Türkler ve Araplar birlik ve bütünlük içinde “aynı vatan için” savaşmadılar. İngilizlerle anlaşan Araplar, 1916’dan itibaren Arap Devleti kurmak için mücadele ettiler. Bu tarihsel gerçeklere rağmen MEB’in, 9 Eylül’de, Türk Bağımsızlık Savaşı’nı kazanan Mustafa Kemal’in askerleri yerine Çanakkale’deki Arapları öne çıkarmaya çalışması kabul edilebilir bir durum değildir.   

MEB’in tarihsel gerçeklikten kopuk “Çanakkale’den Gazze’ye Vatan Savunması” tezi, Türkiye Cumhuriyeti’nin Misak-ı Milli ile sınırlarını belirlemiş olduğu “vatan” kavramının dışında, “Yeni Osmanlıcı” ve ümmetçi bir yaklaşımın eseridir. 

Gazze’deki insanlık dramına sessiz kalmamak, masum Filistin halkının yanında olmak için tarihi gerçekleri çarpıtmaya gerek yoktur. 

MEB’in, iktidarın siyasal İslamcı politikaları doğrultusunda “ümmetçi” bir anlayışla çocuklarımıza gerçek dışı bilgiler vermesi her şeyden önce suçtur.

KAYNAKÇA

Bilal N. Şimşir, Doğunun Kahramanı Atatürk, 2. Bas., Ankara, 2015. 

D.K.Fıeldhouse, Ortadoğu’da Batı Emperyalizmi, İstanbul, 2018. 

Fahrettin Altay, Görüp Geçirdiklerim, 10 Yıl Savaş ve Sonrası 1912-1922,  İstanbul, 1970. 

Falih Rıfkı Atay, Atatürk’ün Bana Anlattıkları, 1998.

John D. Grainger, Suriye İçin Savaş 1918-1920, İstanbul, 2015. 

Mustafa Kemal (Atatürk), Arıburnu Muharebeleri Raporu, Haz. Uluğ İğdemir, Ankara, 1986.

Samet Atacanlı, Arıburnu’nun İlk Müdafaası, İstanbul, 2015. 

Şefik Aker, “Çanakkale-Arıburnu Savaşları ve 27. Alay”, Askeri Tarih Mecmuası Eki, S.99, Aralık 1935.



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları