Şahin Aybek

Tek kitapla uzman öğretmen ve başöğretmen olandan korkarım!

05 Eylül 2022 Pazartesi

Hacettepe Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Ali Ekber Şahin ile Öğretmenlik Meslek Kanununun tüm boyutlarını konuştuk.

“Ciddiyetle hazırlanmış her meslek kanunun ilgili meslek alanını güçlendireceğine yürekten inanıyorum. “Uzman öğretmen değilseniz, sıradan bir öğretmen olarak öğretmenliğe devam edebilirsiniz.” yaklaşımı öğretmenliği itibarsızlaştırmaktadır. Eğitim alanıyla ve öğretmenlikle uzaktan yakından ilgisi bulunmayan bir doktora programını tamamlamaları öğretmenlere başöğretmenlik yolunu açıyor. İşte bu yaklaşım eğitim biliminin bilgi birikimini yok sayan, eğitim alanını ve öğretmenliği itibarsızlaştıran bir yaklaşımdır.”

“Üniversite; çoğulcu düşünenlerin araştırarak, inceleyerek, sorgulayarak bilinmeyenleri bilinir kılmaya kendilerini adadıkları bir yerdir. Öğretmenleri tek bir kitapla uzman öğretmen ve başöğretmen yapmaya çalışan yaklaşım da eleştirel düşünmeyi, çoğulcu düşünceyi, araştırmayı, sorgulamayı öğretmenlere çok gören bir yaklaşımdır. Hacettepe kültürü bize öğrencilerimizi sığ sularda tutmayı değil, onların derin sulara yönelmelerini sağlamayı öğretti.”

“Demokratik toplumlarda yetki sahibi olanlar yetkilerini bu ülkenin çocukları yararına kullandıklarını açıklamakla, kanıtlamakla yükümlüdürler. Bu sınav, tek bir kitaptan sorulanları bilme sınavıdır. Kitabı kim daha çok ezberlerse o daha çok soru yanıtlayacaktır ve bunun ödülü olarak da her ay daha fazla maaş alacaktır. Bir tarafta cüzdan, diğer tarafta da mesleki vicdan var. Tercih öğretmenlerimizindir. Bilimsel dayanağı bulunmayan bu sürecin sonunda yapılacak bir sınavla elde edilecek uzman öğretmenlik ve başöğretmenlik unvanlarının bana göre hiçbir geçerliği ve güvenirliği bulunmamaktadır.”

                         

Öğretmenlik Meslek Kanunu ile belirlenen esaslar dâhilinde uygulama çerçevesini belirlemek üzere hazırlanan Aday Öğretmenlik ve Öğretmenlik Kariyer Basamakları Yönetmeliği yürürlüğe girdi. Uzman öğretmenlik ve başöğretmenlik için sınav takvimi işlemeye başladı. Sizce bu sürecin öğretmenlik mesleği üzerinde etkileri neler olabilir?

Ciddiyetle hazırlanmış her meslek kanunun ilgili meslek alanını güçlendireceğine yürekten inanıyorum. Buna ilişkin iyi örnekler olduğunu da söyleyebilirim. Örneğin; "Serbest Muhasebeci Mali Müşavirlik ve Yeminli Mali Müşavirlik Kanunu” yüksek mesleki standartları içeren bir meslek kanunudur. Benzer şekilde Avukatlık Kanunu; mesleğin amacını, mesleğe kabul şartlarını, etik hususları, staj ve mesleğe giriş sınavlarını, avukatlık bürolarının özelliklerini, birlikte ya da bağımsız avukatlık yapma koşullarını, hukuki danışma hizmetinin nerelerde verip nerelerde verilemeyeceğini, avukata karşı işlenen suçlara ilişkin işletilecek hükümleri, bir meslek örgütü olarak barolara ilişkin düzenlemeleri, disiplin işlemlerini, avukatlık ücretleri de dâhil olmak üzere avukatlığın profesyonel bir meslek olmasını sağlayan 200’den fazla maddeyi içeren bir kanundur. Tıp ve mühendislik alanlarından da benzer şekilde güçlü meslek kanunu örnekleri sunmak mümkün. Öğretmenlik Meslek Kanunu ise toplam sekiz maddeden oluşan, sadece iki maddesi mesleki düzenleme amacı güden bir kanundur. Kanun’un yüksek mesleki standartlar oluşturmak bir yana gerek öğretmenliği gerekse de lisansüstü eğitimi itibarsızlaştıran bir içeriğe sahip olduğunu söyleyebilirim.

Öğretmenliği bir meslek olarak daha da güçlü bir noktaya taşıma iddiasında olan Öğretmenlik Meslek Kanunu, nasıl oluyor da hem öğretmenliği hem de üniversitelerdeki lisansüstü eğitimi itibarsızlaştırıyor?

Ölçme ve değerlendirmede Galileo Galilei’ye atfedilen bir söz yaygın bir şekilde kullanılır: “Ölçülebileni ölç, ölçülemeyeni ölçülebilir yap”. Ölçebildiğimiz olgular ya da özellikler hakkında bilimsel temelde basamaklar, kategoriler oluşturabiliriz ya da sınıflamalar yapabiliriz. Bir olguyu ölçemiyor ve ölçütlerle ilişkilendirerek değerlendiremiyorsanız, o olgu hakkında eksik ve yetersiz bilgiye sahip olduğunuz söylenebilir. Bu kanunla öğretmenlik mesleği; öğretmen, uzman öğretmen ve başöğretmen olmak üzere üç kariyer basamağına ayrılıyor. 

Öğretmenliği ölçülebilir yapabiliyoruz; çünkü öğretmenin görev tanımı açıktır ve bu görevi etkili bir şekilde yapabilmesi için sahip olması gereken bilgi, beceri, tutumların neler olduğu bilimsel kuramlara dayalı olarak tanımlanmıştır. Genel olarak “öğretmen yeterlikleri” olarak adlandırdığımız bütün bu özellikler zamanla değişebilir, gelişebilir ve güncellenebilir. Gelişim kuram ve uygulamaları, öğrenme-öğretme kuramları ve uygulamaları, ölçme-değerlendirme kuramları ve uygulamaları, sınıf yönetimi kuramları ve uygulamaları, iletişim ve liderlik kuramları, her bir öğretmenlik alanına özgü kuramlar ve uygulamalar ile burada sıralayamadığım çok geniş bir bilimsel içerik bir öğretmenin görevini etkili bir şekilde yapabilmesi için sahip olması gereken özellikleri içerir. Bu güçlü içerik herkes tarafından kolayca elde edilemeyecek düzeyde karmaşık bir yapıya sahiptir. Ölçülebilir hâle getirilmiş bu özelliklerin en az dört yıl süreli etkili bir üniversite eğitimi ile kazanılması mümkündür. Bu özellikleri yeterli düzeyde kazananlar “öğretmen” olarak göreve başlarlar; artık herkesin yapamayacağı, uzmanlık gerektiren bir işin sorumluluğunu almışlardır. Görevlerinin ilk gününden başlayarak öğretmenlerden uzmanlıklarını sergilemeleri beklenir. 

Yani mevcut öğretmenlerin zaten “uzman öğretmen” olduğunu mu söylüyorsunuz?

Kuramsal olarak evet. YKS’de iyi başarı sıralamasına sahip olanları öğretmenlik programlarına alıyoruz. Öğretmen adaylarına dört yıl süreli güçlü bir öğretmenlik eğitimi sunuyoruz. Onlarca ders tamamlanıyor; yüzlerce uygulama, inceleme, araştırma, ödev, gezi, sunu, tartışma vb. etkinlik gerçekleştiriliyor. Çok çeşitli kaynakların, kitapların, makalelerin okunması ve tartışılması gerekiyor. Bu uzmanlığın öğretmen adaylarında oluşup oluşmadığını üniversite eğitimleri süresince sürekli ölçüp değerlendiriyoruz. Mezun ettiğimiz öğretmenlerin görevlerinin ilk gününde ve her gününde güçlü bir uzmanlık sergilemelerini bekliyoruz. Bu uzmanlığı sergileyenler “öğretmen”, sergileyemeyenler ise “yetersiz öğretmen” olarak ifade edilebilir. Öğretmenlik Meslek Kanunu’nda ya da ilgili alan yazında “uzman öğretmenlik” ya da “başöğretmenlik” tanımlanmış mı? Hayır! Uzman öğretmenin, başöğretmenin kim olduğu belli değildir! Uzmanlık görevde farklılaşmayı gerektirir. Uzman öğretmenler ve başöğretmenler, öğretmenlerden farklı ne tür görevler üstlenecekler? Bu görevleri etkili bir şekilde yerine getirebilmeleri için hangi yeterliklere sahip olmak zorundalar? Bu sorular ve benzer nitelikteki diğer pek çok soru yanıtlanmadığı sürece uzman öğretmenlik ve başöğretmenlik ifadeleri tanımlanmamış ifadelerdir ve bu nedenle bunların ölçülebilir olduğunu söyleyemeyiz. “Uzman öğretmen değilseniz, sıradan bir öğretmen olarak öğretmenliğe devam edebilirsiniz.” yaklaşımı öğretmenliği itibarsızlaştırmaktadır. Yine Kanun’da belirtildiği şekliyle öğretmenliğin pedagojik formasyon uygulamalarıyla herkesin yapabileceği bir iş olarak düzenlenmesi, öğretmenliği bu kanun eliyle itibarsızlaştıran bir diğer husustur. Kanun aynı zamanda tezli ya da tezsiz, uzaktan ya da yüz yüze eğitim veren herhangi bir yüksek lisans programını bitiren ve öğretmenlikte on yıl hizmeti bulunan bir öğretmenin uzman öğretmen olmasını mümkün kılıyor. Yani su ürünleri, bankacılık ve finans, sağlık hukuku gibi bir yüksek lisans programını bitiren ve öğretmenlikte on yıllık hizmeti bulunan bir sınıf öğretmeni “uzman öğretmen” olarak bir üst kariyer basamağına yükselebilecek. Benzer durum başöğretmenlik için de söz konusu. Eğitim alanıyla ve öğretmenlikle uzaktan yakından ilgisi bulunmayan bir doktora programını tamamlamaları öğretmenlere başöğretmenlik yolunu açıyor. İşte bu yaklaşım eğitim biliminin bilgi birikimini yok sayan, eğitim alanını ve öğretmenliği itibarsızlaştıran bir yaklaşımdır.  

                             

Bu kanun ile lisansüstü eğitimin de itibarsızlaştırıldığını vurguladınız. Bu konuyu da biraz açıklayabilir misiniz?

Elbette. İçeriği 453 sayfalık tek bir kitaba sığdırılmış, 9 modülden oluşan 180 saatlik bir uzmanlık eğitimi programının yüksek lisans derecesine; bu 9 modüle eklenen 3 farklı modülle içeriği 583 sayfalık tek bir kitaba sığdırılmış, 12 modülden oluşan 240 saatlik bir başöğretmenlik eğitim programının da doktora derecesine eş tutulması lisansüstü eğitimi itibarsızlaştıran bir yaklaşımdır.  

    

Bu açıklamanızda öğretmenlerin uzman öğretmen ya da başöğretmen olabilmeleri için sadece bir kitaptan sorumlu tutulacaklarını ve bu kitaptan çıkacak soruları yanıtlamaları hâlinde uzman öğretmen ya da başöğretmen olabileceklerini mi ifade ediyorsunuz?

Kesinlikle evet. İşin korkutucu yanı bu. Bu, bilime ve bilimsel düşünceye tamamen aykırı bir durumdur. Hacettepe Üniversitesi Beytepe Yerleşkesi’ne giriş yolunun en üst noktasında İnsanlığın Yükselişi heykeli yer alır. Bu heykelin tasarımı, Güzel Sanatlar Fakültemizin 2015 yılında kaybettiğimiz değerli öğretim üyesi Prof. Hamiye Çolakoğlu’na aittir. Değerli hocamızın bu tasarımının anıtsal uygulaması üniversitemize iki dönem, seçilmiş rektör olarak çok değerli katkılar sunmuş olan Prof. Dr. Tunçalp Özgen tarafından şu an bulunduğu noktaya yaptırılmıştır. Anıtın kaidesinde Aydınlanma Çağı’nın ilk habercilerinden Thomas Aquinas’ın 13. asırdan kalma şu sözü Latince ve Türkçe olarak yazılıydı: “Timeo hominem unius libri” / “Tek kitaplı insandan korkarım”. Üniversitemizin akademisyenleri, öğrencileri, çalışanları her sabah girişteki bu yazı ile karşılaşır, sözün anlamını keşfetmeye, çözmeye çalışırlardı. Üniversite; çoğulcu düşünenlerin araştırarak, inceleyerek, sorgulayarak bilinmeyenleri bilinir kılmaya kendilerini adadıkları bir yerdir. Tek yönlü öğrenmeyle bunu başaramazsınız. Bir tek kitabı ve sadece derste anlatılanları ezberleyerek olay ve olguları açıklayamazsınız. Üniversite, her şeyin araştırılıp sorgulandığı, karşıt fikirlerin tartışıldığı bir dünyadır. “Tek kitaplı insandan korkarım.” sözü, Hacettepe’nin bilimsel duruşunu ve buna ilişkin kararlılığını özetleyen bir sözdür. Ne yazık ki çoğulcu düşünceyi üniversitelere çok gören yaklaşım ve uygulamalardan Hacettepe de nasibini aldı; 2012 yılında, dönemin rektörü tarafından bu yazı kaideden kaldırıldı. Öğretmenleri tek bir kitapla uzman öğretmen ve başöğretmen yapmaya çalışan yaklaşım da eleştirel düşünmeyi, çoğulcu düşünceyi, araştırmayı, sorgulamayı öğretmenlere çok gören bir yaklaşımdır. Bu yaklaşım, öğretmenleri ezberlemeye, ezberletileni tartışmadan söylemeye zorlayan bir yaklaşımdır. Eğitim sistemimizin genel yapısında olan ve öğrencilerimize dayatılan tek yönlü, ezberci bir öğretme sürecinin; öğretmenlik kariyer basamaklarında yükselme sürecinde şimdi de öğretmenlerimize dayatılması son derece yanlıştır ve bir an önce bu yanlıştan dönülmelidir. 

Hacettepe vurgusu yaparak tek kitapla uzman öğretmen ve başöğretmen olunmasının yanlış ve tehlikeli bir durum olduğundan söz ettiniz. O, “tek kitap” dediğiniz “Uzman Öğretmenlik / Başöğretmenlik Yetiştirme Programı Çalışma Kitabı”nın akademik danışma kurulunda, koordinasyon ekibinde ve yazar listesinde bir kısmı Hacettepe’den olmak üzere çok sayıda öğretim üyesi var. Onlar sözünü ettiğiniz bu tehlikenin farkında değil mi?

Hacettepe kültürü bize öğrencilerimizi sığ sularda tutmayı değil, onların derin sulara yönelmelerini sağlamayı öğretti. Bu öğretiyi; her üniversitenin, her bilim insanının, her eğitimcinin sıkıca sarılması, ödün vermemesi gereken bir öz değer olarak kabul ediyorum. Bilim tarihi ve eğitim tarihi bu öz değere sahip olanları yıllar, hatta yüzyıllar geçse de saygıyla anıyor. Mustafa Satı Bey’i, Nafi Atuf Kansu’yu, Hasan Âli Yücel’i, İsmail Hakkı Tonguç’u ve diğer pek çok değerli eğitimciyi böylesi bir öz değere sahip oldukları için unutamıyoruz. Öğretmenlik kariyer basamaklarıyla ilgili düzenleme ve bütünüyle derleme türü olan bu tek kitap; karar vericileriyle, düzenleyicileriyle, akademik danışma kuruluyla, koordinasyon ekibiyle ve yazarlarıyla eğitim tarihimizde yer alacaktır. Tek kitapla öğretmenlere uzman öğretmen ve başöğretmen olabilme fırsatını sunanlar ve bu sürece akademik destek sunma iddiasında olanlar belli ki bu süreci doğru buluyorlar. Bu düzenlemenin okullara, öğretmenlere, öğrencilere, velilere ve diğer eğitim paydaşlarına ilişkin sonuçlarının çok sayıda araştırmaya konu olacağına eminim. Sonuçlarını hep beraber görüp, değerlendireceğiz. 

Eğitim sistemimizdeki pek çok düzenleme üniversitelerin, eğitim örgütlerinin, sendikaların, sivil toplum kuruluşlarının, ilgili paydaşların yoğun itirazlarına rağmen hayata geçiriliyor. Bu tür düzenlemelerin okullar, öğretmenler ve öğrenciler üzerindeki olumsuz etkileri araştırmalarla ortaya çıkınca ya düzenlemeye son veriliyor ya da düzenleme yamalı bohçaya dönüyor. Siz bunu neye bağlıyorsunuz?

Yorumunuza tamamen katılıyorum. İlkokula 60 aylık çocukların başlamasının önünü açan eğitimde 4+4+4 düzenlemesi bunun en belirgin örneğidir. Bilimsel bir temeli olmayan düzenleme, başta üniversiteler olmak üzere geniş bir çevrenin yoğun itirazlarına rağmen uygulamaya kondu. Uygulama ile 2012-2013 eğitim öğretim döneminde ilkokul birinci sınıfa başlayan öğrencilerin okula hazır bulunuşluklarını ve akademik gelişimlerini boylamsal bir araştırma kapsamında iki yıl süresince izledik; 69 aydan önce okula başlayan öğrencilerin büyük yaş grubunda olan öğrencilere göre oldukça dezavantajlı olduklarını tespit ettik. Bu araştırma sonrasında okula başlama yaşı 65 ay olarak yeniden düzenlendi. Aynı öğrenci grubunun 2020 yılında LGS performanslarını değerlendirdiğimizde de öğrenciler sekizinci sınıfı tamamladıklarında küçük yaş grubundaki öğrenciler ile büyük yaş grubundaki öğrenciler arasındaki farkın büyük grup lehine oldukça açıldığını ortaya çıkardık. Bu iki araştırmamız; yanlış, bilimsellikten uzak eğitim politikaları nedeniyle bir kuşağın kaybolduğunu ortaya koydu.  Bir kuşak üzerinde böylesine olumsuz izler bırakan eğitim politikalarını uygulamaya koyanlar yaptıklarından dolayı öğrencilere, velilere ve genel olarak topluma bir açıklamada bulundular mı? Hayır! Hesap verebilirlik demokratik bir yönetimin en önemli göstergelerinin başında gelir. Bu kavram demokratik yönetimin olmazsa olmazıdır. Demokratik toplumlarda yetki sahibi olanlar yetkilerini bu ülkenin çocukları yararına kullandıklarını açıklamakla, kanıtlamakla yükümlüdürler. Çocuklar bu tür yanlış kararlardan dolayı zarar gördülerse kararları alanlar sorumlu tutulurlar. Eğitim sistemimizin, okullarımızın böylesine gelişigüzel kararlarla yönetilmesini demokratik yönetim yoksunluğuna, demokratik kontrolün zayıflığına ve hesap vermenin yönetsel bir zorunluluk olarak görülmemesine bağlıyorum. Toplum olarak, hesap verme gereksinimi duymayanlardan demokratik bir süreç olan seçimler yoluyla hesap sormadığımız sürece eğitim sistemimizin ve okullarımızın yazboz tahtasına dönmesi kaçınılmazdır.

Öğretmenlik kariyer basamaklarına ilişkin olarak son olarak neler söylemek istersiniz? Sizce öğretmenler bu sınava girmeli mi? 

Bu sınav, tek bir kitaptan sorulanları bilme sınavıdır. Kitabı kim daha çok ezberlerse o daha çok soru yanıtlayacaktır ve bunun ödülü olarak da her ay daha fazla maaş alacaktır. Bir tarafta cüzdan, diğer tarafta da mesleki vicdan var. Tercih öğretmenlerimizindir. Bilimsel dayanağı bulunmayan bu sürecin sonunda yapılacak bir sınavla elde edilecek uzman öğretmenlik ve başöğretmenlik unvanlarının bana göre hiçbir geçerliği ve güvenirliği bulunmamaktadır. 

Sevgili hocam değerli bilgileriniz için size teşekkür ediyorum. Türkiye Hepimizin, Eğitim Hepimizin...



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları