Sadık Çelik
Sadık Çelik sadik.celik.gorus@gmail.com Son Yazısı / Tüm Yazıları

Bir âşık ölünce sevdası da ölür mü hiç?

29 Eylül 2012 Cumartesi

1950’lerin ortalarına kadar babasıyla birlikte kuru ekmek karşılığı çalıştılar.
Sevdalandı. Sevdalandığı kızı istemeye babasını gönderdi. Kızın babası “ancak göçebelikten cayıp buraya yerleşirse veririm kızı” dedi.
Ama Neşet Ertaş göçebe, yersiz yurtsuz abdallıktan vazgeçmedi. Yârin aşkından vazgeçti, gönlünü insana verdi. Bütün insanlığa.
Sonunda eline sazını, yüreğine sevda acısını aldı, cebindeki iki buçuk lirayla doğduğu toprakları terk ederek İstanbul yoluna koyuldu.
Fakat iki buçuk lira onu İstanbul’a kadar değil, ancak Kırşehir’e kadar getirebildi. Oysaki aynı dönemde aynı hayallerle altın topraklı İstanbul’a ulaşmak isteyen yüz binlercesi gibi onun da son durağı bu şehir olmalıydı.
Sonunda tek hazinesi olan sazı sayesinde vardı İstanbul’a.
Ve ekmek derdinde, iş derdinde, aş derdindeki Anadolu göçmenleri kervanına katıldı.
Babası Muharrem Ertaş’tan Anadolu bozkırında öğrendiklerini kente taşıdı. Şöhreti yaşadı. Mesleki açıdan parlak bir dönem geçirdi. 1980’lere geldiğinde ise işler yolunda gitmemeye başladı. Barlarda, gazinolarda daha iyi çalsın diye önüne konan rakı kadehlerinin, sigaranın, tütünün, uykusuzluğun, yorgunluğun sonucunda sağlık sorunu bir gece ansızın elini yakaladı...
Almanya yollarına düştü, eline inen felce derman bulmak için.
İyileşti. Ama memlekete dönmedi. Almanya’ya yerleşti. Saz dersleri verdi, küçük bir grup bile kurdu. Almanya’da yaşayan gurbetçi düğünlerinde çaldı. “Gurbet herkesin yüreğinde taş gibiydi” kendi deyimiyle.
Bu ülke kendinden çıkan kıymetlerini ya görmezden gelir ya da hor görürken Neşet Ertaş’ı es geçer miydi hiç; geçmedi elbet. 23 sene kaldığı Almanya’da “bir Allah’ın kulu devlet görevlisi” çaldırmadı telefonunu. Issızlık Ertaş’ın çığlığı oldu ve unutulma hissi 23 sene boyunca onu yavaş yavaş o sessiz, derin kuyunun dibine çekti.
Her sene memleketinden gelen öldü haberleri boşuna değildi. Bazıları için ölmüştü belki de gerçekten, ya da aslında hiç yaşamamıştı bile...
Kim bilir, belki de bu yüzden yurda döndüğünde, devletin ona vermek istediği “devlet sanatçılığı” payesini samimi bulmadı ve almadı. Devletin değil “halkın” olduğunu anlamıştı çoktan; önce göğsünden, oradan da başının üzerinden doğru selamladığı halkının.
Neşet Ertaş’ı kapandığı inzivadan çıkarmaya gelen isim Bayram Bilge Tokel oldu. Yıllar sonra Türkiye’ye döndü. Sanatının en olgun döneminde yeniden geniş kitlelerle kucaklaştı. Yurda döndüğünde verdiği ilk konseri, sahneye çıktığında, sadece kendi memleketi Kırşehir’den hemşerilerinin geleceğini beklerken bir anda karşısında bulduğu ve hiç beklemediği on binleri ve onların karşısındaki heyecanını Hasan Saltık’tan dinlemek gerek bir de…
Elinde sazıyla birlikte Anadolu’yu turlamaya başladı. Parasız halk konserleri verdi. Sayısını kendisinin bile bilmediği türküleriyle gezdi bu zengin coğrafyayı.
55 yıl sonra kendisini doğuran topraklara dönüşü, topraklısıyla buluşması, Çiçekdağ’lı insanının onu kucaklayışı görülmeye değerdi...
Ali Dağlar’a söylemiş; “Kendini bilen insanlar olarak inançların, ibadetlerin ne demek olduğunu biliyoruz” diye. Bildiği için herkesin sazı, sözü olduya onca yıl.
“Onun Kâbe’si insandı”. Her türlü insanın türküsünü söyledi. Türk, Kürt, Alevi, sağ sol, kır, kent, öteki, beriki… Hepsinin üzerinden çınladı sazının telleri ve zaten bu yüzden çalmadı, “havalandırdı” türküleri. Bozlaklarının çığlığı Bozkırın tezenesiyle yükseldi Anadolu coğrafyasında.
İzleyicisinin karşısında izin almadan ceketini çıkarmayacak kadar nesli tükenmiş bir abdal, hikmetli hakikatlerin dervişiydi.
Anadolu toprağının da, İstanbul’un da kederini aldı; “yaşamak zevki verdi ruhuna sonsuz kederini”
Âşık ölünce sevdası ölmez. Onca yüreğe zerk ettiği ve gönülden gönüle geçen sevgisi büyür ve kapsar tüm “güzelleri”.
Âşıklığı, müşfik, abartısız, hakikatli kişiliği onu “duyanlara” hâkim olur.
Ozanlık geleneğinin, asırlık bir kültürel mirasın son temsilcisi de olsa onun verdiği temsili yok etmek zordur.
Neşet Ertaş beslendiği Anadolu topraklarını “göynüyle” besliyor artık.

sadik.celik.gorus@gmail.com
 



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları