Perihan Ergun

Tarihimizde Mart Ayının Önemi

06 Mart 2014 Perşembe

29 Ekim 1923’te Cumhuriyet dönemine girildiğinde, ortada, eskiden kalan yasalarda yurttaşların haklarını savunabilecek etkin bir yasa yoktu. Sadece sözleşmelerin bir bölümüne değinilebilen Mecelle” yürürlükteydi. O da 1868’de yazımına başlanarak 1876’da bitirilip yürürlüğe konabilmişti. Bu yoksunluk nedeniyle çağdaşlaşmayı ilke edinen Cumhuriyet yönetiminin ilerici yasalara gereksinimi vardı. Adalet Bakanı Mahmut Esat Bozkurt’un başkanlığında oluşturulan bir komisyonca devrim yasalarının temelini kısaca şu kuralları içeriyordu: “Çağdaş uygarlığa bağlı devletlerin ilk belirgin niteliği, dinle dünyayı ayrı görmektir. Oysa ‘Mecelle’nin temeli ve ana çizgileri dindir. Din kuralları değiştirilemez. Bundan dolayı dinlerin yalnız bir vicdan işi olarak kalması, çağdaş uygarlıkların öngörüsüdür. Eskiyle yeninin ayırım çizgisi budur” tanımıyla devrim yasalarının çalışılmasına girişilmişti.

***

3 Mart 1924’te; Şeriye ve Evkaf ve Erkânı Harbiye-i Umumiye Bakanlığı’nın kaldırılmasına ilişkin 429 sayılı yasa kabul edildi
Aynı gün; 430 sayılı Tevhid-i Tedrisat (Öğretim Birliği) Yasası yürürlüğe girdi.
Gene o gün; hilafetin kaldırılması ve Osmanlı hanedanının Türkiye Cumhuriyeti sınırlarının dışına çıkarılmasını öngören 431 sayılı yasa da öteki iki yasa gibi TBMM’ce kabul edildi.
Bu üç temel yasa, çağdaş uygarlığa atılan adım oldu. Bugünlere kadar da değiştirilmesi hiç gündeme gelmedi. Yazık ki 3 Mart 2014 günlü medya haberleriyle ve Başbakan övünen tavırlı söylemiyle “Herkesin anadilini sözlü ve yazılı olarak kullanma hakkını dün gece Meclis’ten geçirdik” der demez PKK-BDP beraberliğinin sözcüsü, sanki kendilerine özerklik verilmişçesine, Diyarbakır’da yapımını bitirmekte oldukları okulu Öcalan’ın doğum günü olduğunu söyledikleri 4 Nisan’da Kürtçe öğretimli olarak açacaklarını ilan etti. Böylece 3 Mart 1924’te oluşturulup yürürlüğe giren ‘Öğretim Birliği’ de katledilmiş oldu.

***

Gerçekte; 20 yılı aşkın bir süre ek görev olarak İtalyan Kız Ortaokulu’nda Türkçe öğretmenliğim ve İstanbul MEM’de Özel, Azınlık ve Yabancı Okullar Müdür Yardımcılığı yapmış olmam nedeniyle bildiğim 625 sayılı kanun gereği onların kendi dilleriyle öğretim yapmalarının yanında, başta Türk dili ve edebiyatı eşliğinde tarihin de okutulması önkoşuldur. Ayrıca Kürt asıllı vatandaşlarımız yabancı olmayıp Türkiye’nin asli vatandaşlarıdır. Türkiye Cumhuriyeti’nin Başbakanı bunu da mı bilmiyor?

***

Zaten 2002’de iktidar olduğundan bu yana, kendilerinden önce yapılanların hepsini yok sayarak ülkeyi onların imar ettiklerini meydanlarda bağırıp durmuyor mu? Onun gözünde ve içinde geçmişimiz silinip gitmiş. Ellerini neye değdirirlerse o yapıtı uçuruma yuvarlıyorlar. Karşı çıkanları da zindanlara atıyorlar. Son aylarda varlığını, iktidarını sürdürebilmek için A. Öcalan’a cankurtaran simidine sarılırcasına sarılıyor. Bir türlü de yaranamıyor.

***

Yolsuzluk ve rüşvet konularında ortalığa saçılan kasetlerle milyon dolarlar gerçeğinden sıyrılıp kurtulabilmek için gene can havliyle muhalefetle cemaat birlikteliğinin iftiracılığına sığınmaya kalktı. Bu konuda vatandaşları ikna edemediği gibi dıştaki, başta ABD olmak üzere, yabancıları da inandıramadı. Bu üzücü durumlar yetmezmiş gibi şimdi bir de gösteri ve sesli sanatlarımızı yok etmeye soyundu. Atatürk’ün tüm eserlerini yok saydığı gibi; “Sanatsız kalan bir milletin hayat damarlarından biri kopmuştur” özsözünü de önemsemeden can damarlarımızı da yok ediyor. Şöyle ki Devlet Tiyatrosu’nu, operasını ve Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası’nın yönetimini Kültür Bakanlığı bünyesindeki bir heyete vererek bu kurumların kendilerine özgü sanatsal çalışmalarını da yok ediyor.
Böylece “Elini neye atsa batırıyor” tanımını da ulusta pekiştiriyor.  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Torbadan Öcü Çıktı 18 Eylül 2014

Günün Köşe Yazıları