Özdemir İnce

Yerli ve milli

24 Mart 2024 Pazar

Müslümanların en büyük sorunu İslamın son din, Hz. Muhammed’in son peygamber, Kuran’ın son kutsal kitap sayılmasıdır. Sanki Tanrı İslamdan sonra evren, dünya ve insanlarla bütün ilişkisini kesmiş gibi. Bir başka sorun da Hz. İbrahim’in bile Müslüman olduğu türünden efsanelerdir. Bir de Kuran’ın üç zamanın (dün, bugün, yarın) bütün bilgilerini içerdiği, kapsadığı inancı...

Ama önemli bir gerçek de var. Bunu Amin Maalouf, Telos Yayınevi’ni yönettiğim sırada ilk baskısını 1997 yılında yayımladığım Arapların Gözünden Haçlı Seferleri adlı o çok önemli kitabın son sayfalarında yazar:

“Haçlı Seferleri dönemi Avrupa açısından hem ekonomik hem de kültürel alanlarda tam bir devrim başlatırken, Doğu’da bu kutsal savaşlar ve karşılığındaki ‘cihat’, uzun yüzyıllar sürecek bir gerilemeye ve aydınlık düşmanlığına yol açar. Her taraftan kuşatılan İslam âlemi kendi kabuğuna çekilir. Ürkekleşir, hoşgörüsünü yitirir, savunmaya çekilir, kısırlaşır; gezegen çapındaki evrim sürüp Müslümanlar kendilerini bu gelişmenin iyice dışında kalmış hissettikçe de söz konusu tavırlar kökleşir. Bundan böyle ilerleme, ‘öteki’ anlamına gelmektedir. Modernizm, ‘öteki’dir. Kendi kültürel ve dinsel kimliğini Batı’nın simgelediği bu modernizmi yadsıyarak ifade etmek zorunlu muydu? Yoksa tam tersine kimliğini kaybetme riskini göze alıp kararlı bir biçimde modernleşme yoluna girmek mi gerekirdi? Ne İran ne Türkiye ne de Arap dünyası bu ikilemi çözmeyi başarabildi; bugün hâlâ cebri Batılılaşma evreleriyle, yabancı düşmanlığı rengine de bürünen aşırı gericilik evrelerinin birbirlerini, çoğunlukla da şiddet yüklü bir biçimde izlemelerinin nedeni işte bu çözümsüzlüktür.” (YKY Yayınları, s.242- 243.)

Ama Doğu’nun bezirgân aklı aradaki mesafeyi kapatmak için bir reçete üretti: “Batı’nın tekniğini, teknolojisini, keşif ürünlerini alalım ama kendi dinimize, kültürümüze, örf ve âdetlerimize sahip çıkalım.”

Ancak Türkiye Cumhuriyeti devrimleriyle bu paradoksu büyük ölçüde aşmıştır.

Müslümanca düşüncede “şimdi” ve “gelecek” yoktur. İkisi de geçmişin içindedir. Buna Selefi düşünce denir. Selefi, bu düşkün durumu kendine sorup şöyle cevap verir: “Geçmişi unuttuğumuz için böyleyiz, tekrar güçlü olmak için geçmişin kurallarına, yasalarına (naslarına) sarılmak zorundayız.” Şimdiki ve gelecek zaman yoktur fiil çekiminde, geçmiş zaman vardır. İkisi de geçmiş zamanın içindedir. Gerçek de geçmişin içindedir ve gerçek Kuran’ın naslarında, dogmalarında yazılıdır. “Geçmiş” şimdidir, “geçmiş” yarındır. Tarikatçılarımız, halifecilerimiz, şeriatçılarımız, Osmanlı meftunlarımız Arapça yazılmış flamalara, bayraklara işte bu nedenle tapmaktadır.

Onlara göre Kuran’dan başka düşünce kaynağı yoktur. Batı gâvurundan uçak ve füze alınır ama uçak ve füzeyi yapan düşünce ve kültürü benimsemek, o uygarlığa eklenmek ve parçası olmak gâvurlaşmaktan başka bir şey (!) değildir, böyle olduğu için de mekruhtur. YERLİ VE MİLLİ olmayan ürünü ve teknolojisini satın alacaksın ama o ürünü yaratıp üreten kültür ve uygarlığa asla bulaşmayacaksın!

Yani “Cavırlaşmayalım! Olur, başüstüne!” demeden önce büyük düşünür Hilmi Ziya Ülken’e kulak verelim:

“Modern kültür karşısında kulaklarını tıkayanlarla onun köklerine inmeyi istemeyen ve yalnızca yemişlerini devşirmekle işin çözülebileceğini sananlar ya da kültürü medeniyetten ayırarak, eski ile yeniyi, nasyonalite ile enternasyonali, Batı ile Doğu’yu, kısaca iki dünya görüşünü hem ayırmak hem uzlaştırmak kabil olacağını sananlar, hatta ve medeniyet ikiliğini kaldırmak için modernleşmeyi yalnız şekilde, teknikte ve ekonomik gelişmede gören ve bunun derin bir kültür paradoksunun sonucu olduğunu, kültür paradoksunun asıl modern kültür seviyesine erişmedikçe ve bu faaliyete katılmadıkça elde edilemeyeceğini anlayamayanlar arasında yalnızca derece farkı vardır. Her ne kadar bu sonuncular modernleşmede radikal olduklarını ilan ederlerse kültürün öz anlamına asla girememişlerdir. Onun her çağda ve her bölgedeki yaratıcı, üretici faaliyet olduğunu ve her çağda bu faaliyetlerden en güçlüsünün rehberlik ettiğini, bir ülke veya bir millet için modernleşmenin, bu yaratıcı-üretici faaliyet seviyesine erişmek olduğunu, bunun ise hiçbir zaman yaratıcı milletlerin eserlerini almak, kültürün ürünlerini benimsemek, kısaca şekillerini almakla mümkün olamayacağım anlayamamışlardır.”

(Hilmi Ziya Ülken, Türkiye’de Çağdaş Düşünce Tarihi, Ülken Yayınları, 2005, s.22-23.





Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Yaş yetmiş 3 Kasım 2024

Günün Köşe Yazıları