Özdemir İnce

Hitler’den mülhem

01 Mart 2022 Salı

Sebastian Haffner’in, daha önce (18.01.2022, “Nomenklatura 1”) sözünü ettiğim, Birikim Yayınevi tarafından yayımlanan Bir Alman’ın Hikâyesi’den sonra Hitler Üzerine Notlar’ını (Birikim Yayınları) okudum. Birinci kitapta da ve daha çok ikinci kitapta da demokrasi ve kurumlarının ölümlerini belgeleyen olaylar ve manzaralar var: Anayasa ve yasaların ayak altına alınması, parlamentonun emekli edilmesi, devlet kurumlarının kötürüm ve işgal edilmesi, kanun hükmünde kararnameler… Sanki mihenk taşı, sanki turnusol kâğıdı…

Hitler Üzerine Notlar’ın 68 ve 69’uncu sayfalarını olduğu gibi aktarıyorum. Bir de siz okuyun bakalım:

***

“Pekiyi, daha sonra nasıl devam edecekti tarihin akışı? Hitler’in 1938’de bir halefi yoktu, bir halefin seçilmesine yön verecek bir anayasa da yoktu ortalarda, keza bir halef ortaya çıkaracak tartışmasız haklara ya da güce sahip herhangi bir kurum da. Weimar Anayasası çoktan kalkmıştı yürürlükten ama yerine bir başka anayasa konmamıştı. Dolayısıyla devlet aygıtı kendine bir reis seçmesine imkân verecek organlardan yoksundu. Hitler’in yerine geçebilecek halef namzetlerinin hepsi devlet içinde bir devlete yaslanmıştı: Göring hava kuvvetlerine, Himmler SS’e, Hess partiye (bu dönemde partinin de aslında neredeyse SA kadar işlevsiz hale geldiği anlaşılmıştı). Ve tabii bir de en üst düzey generalleri daha kısa bir süre önce, 1938 Eylülü’nde, bir askeri darbe için neredeyse hazır olan ordu vardı: Yani topyekûn bakıldığında sadece Hitler’in şahsının bir arada tuttuğu ve onun ortadan kalkmasıyla bütün çıplaklığıyla gözler önüne serilecek bir devlet kaosu. Ve bu kaos bizzat Hitler tarafından yaratılmıştı - yani bir anlamda onun icraatıydı; sürecin sonunda daha kapsamlı bir yıkıma karışıp gözlerden saklandığı için bugüne kadar fark edilememiş bir yıkım icraatı. 

Önceki sayfalarda Hitler’in hayatını ele alırken korkunç bir gerçekle karşı karşıya kalmıştık: Führer siyasi zaman planlamasını kendi yaşam beklentisine göre yapıyordu. Şimdi, bambaşka bir açıdan bakıyor ve yine buna benzer bir olguyla karşılaşıyoruz: Hitler devletin işlerliğini, kendi mutlak iktidarı ve ikame edilemezliği lehine, bilerek ve isteyerek yıkmıştır, hem de en başından itibaren. Bir devletin işlerliği bir anayasa üzerine bina edilir, bu anayasa yazılı olabilir ama olmayabilir de. Ama III. Reich en geç 1934 sonbaharından beri, yazılı olan ya da olmayan herhangi bir anayasaya sahip değildi; ne devletin gücünü vatandaşlar karşısında sınırlayan temel hak ve özgürlükleri tanıyor ve uyguluyordu ne de en zaruri düzeyde bile olsa bir anayasayı. Yani farklı devlet organlarının yetkilerini birbirlerine karşı sınırlayan ve bunların faaliyetlerinin mantıklı bir şekilde birbirine eklemlenmesini sağlayan bir tür iç yönetmeliği haizdi. Tam aksine, Hitler bilerek ve isteyerek en farklı müstakil muktedirlerin herhangi bir sınır olmaksızın birbiriyle rekabet içinde olduğu, yollarının kesiştiği, yan yana ve karşı karşıya durduktan ve bütün bunların tepesinde de sadece kendisinin olabildiği bir statüko yaratmıştı. Sadece bu şekilde sahip olmak istediği, bütün yönlerde sınırsız, mutlak hareket özgürlüğünü sağlama alabilirdi. Çünkü tamamen doğru olan şu hisse sahipti: Her türlü anayasal düzende, en güçlü anayasal organın dahi yetkileri kısıtlanır. Anayasal bir devletin en güçlü adamının bile önüne, en azından sorumluluk ve yetki alanları bariyerleri çıkar, anayasa onun herkese ve her şeye emretmesine imkân vermez ve yine en azından devletin onsuz da işlemeye devam etmesini sağlamak için gerekenler yapılır anayasal düzende. Ama Hitler bunları istemiyordu ve bu yüzden de her türlü anayasayı yerine bir şey koymadan yok etti. O, devletin bir numaralı hizmetkârı olmak istemiyordu; o, Führer, mutlak efendi olmanın peşindeydi ve kesinlikle doğru olan şu tespiti yapmıştı: Mutlak iktidar sağlam ve işleyen bir devlet yapılanmasında değil, sadece dizginlenmiş bir kaos ortamında mümkündür. İşte bu yüzden de daha en başından devleti bir kaosla ikame etmişti - ve şunu teslim etmek gerekir ki ölene kadar bu kaosun dizginlerini elinde tutmayı başardı. Fakat 1938 sonbaharında başarısının zirvesinde ölseydi de yarattığı kaos ölümüyle açığa çıkacak ve böylelikle arkasında bırakacağı şan da muhtemelen adamakıllı perişan olacaktı.” (Çeviren: Hulki Demirel)

***

Son günlerde SİA Yayınları’nda yeni bir kitap (Şükrü Ülker, HİTLER, Demokrasiden Diktatörlüğe) yayımlandı bu konuda. Önümüzdeki günlerde bu kitaptan da söz edeceğim.



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları