Özdemir İnce

Gecekondulaşan üniversite

12 Eylül 2023 Salı

Bu yazı taslağım birkaç aydır yazmamı bekliyor. Artık sırası geldi. “İktidarın 12 yılda hiçbir vaadini gerçekleştiremediği!” ile ilgili haber bir süre önce basında yer aldı. AKP’nin 2011’de “Hedef 2023” başlığıyla duyurduğu vaatlerinden biri şöyleymiş: “Özel üniversitelerin kurulmasına imkân veren hukuki düzenlemeleri yapacak, özel ve vakıf üniversitelerinin yükseköğretim içerisindeki payının artırılması için gerekli tedbirleri alacağız.”

Bu vaatlerinin gerçekleşmemesine çok sevindim. Benim için “üniversite” devlet üniversitesidir. Özel üniversite denince de aklıma ABD’deki Harvard, Cornell, MIT (Massachusetts Teknoloji Enstitüsü), Yale, Stanford, John Hopkins, Duke vb. üniversiteler gelir. Türkiye’de 1970’ten önce kurulan devlet üniversiteleri “üniversite”dir. AKP döneminde kurulan devlet ya da özel üniversitelerin tamamı gecekondudur.

Üniversite bence nedir size söyleyeyim: Öğretim kadrosu, kütüphane ve laboratuvar, öğretim üyelerinin yayımladığı makalelerin uluslararası bilim çevrelerinde aldığı referans sayısı, öğrenci yurtları ve yemekhaneleri, ulaşım olanakları... AKP dönemi üniversitelerinde bunların hiçbiri yok, sadece yandaş müteahhitlerin yaptığı çürük binalar var.

Türkiye’de 2020 itibarıyla, 129’u devlet, 70’i vakıf olmak üzere 199 üniversite var. Fransa’da 85 üniversitede 184 bin 566 akademisyen ve 6 milyon 950 bin 142 dolayında lisans öğrencisi bulunuyor. 2019’da Türkiye’deki 196 üniversite rektöründen 68’inin hiç uluslararası yayını olmadığı, 71 rektörün de makalelerine hiç atıf yapılmadığı belirlendi. Öte yandan 2019 verilerine göre 78 üniversitedeki 273 bölümde profesör, doçent veya doktor unvanına sahip bir öğretim üyesi bulunmuyor.

Gelelim uluslararası karşılaştırmaya: Türkiye’nin nüfusu 85 milyon, yaklaşık 7 milyon yani nüfusun yüzde 8’i üniversite öğrencisi. Maşallah mı? Neuzübillah! Fransa’nın nüfusu 68 milyon, üniversite öğrencisi sayısı 2 milyon 97 bin, nüfusun yüzde 2.9’u.

Türkiye’de nüfusun yüzde 8’inin Fransa’da yüzde 2.9’unun üniversite öğrencisi olması, Türkiye’de ilk, orta ve yükseköğretimin skandal düzeyde tam anlamıyla çok kötü olduğunu gösterir. Bu iki oran Türkiye’de ilköğretimin ve ortaöğretimin düzeyinin yükseköğretime öğrenci hazırlamaktan çok uzak; üniversite planında ise hesapsız kitapsız öğrenci alındığının kanıtı olmaktadır. Türkiye’de üniversite öğrencisi nüfusun yüzde üçünden fazla olmamalı: Üç milyon kadar. Hesaplama yanlışım varsa siz düzeltin.

26 Temmuz 2003 günlü Hürriyet gazetesinde “Taşra Üniversiteleri Üzerine Birkaç Gözlem” başlıklı yazımda şu satırlar yer almakta:

[Taşra üniversiteleri genellikle kampus biçiminde inşa ediliyor. Kampus yapılanmasının kuruldukları kent ile ilişkilerini bir yere kadar sınırladığını kabul etmek gerekir. Ama ayrışık yaşadıklarını söylemek de mümkün değil. Üniversiteler ile bunların kuruldukları kentin yaşamı arasında olumlu, olumsuz, toplumsal ve faydacı etkileşim olur.

Ankara’da görevli ama taşra üniversitelerinin birinde de ders veren bir genç öğretim üyesi bu konuda şöyle düşünüyor:

“Toplumsal ve kültürel olumlu etkileşim, Anadolu’nun içe kapalı toplumsal yaşantısına, ancak televizyonda görülebilen türde genç insanların sızmasına yol açmıştır. Bu noktada etki olumludur. Bir diğer olumlu etki, öğretim elemanı ve diğer çalışanları ile bir kurum olarak üniversitenin kurulduğu coğrafyanın ufkunu açabilmesidir. Faydacı anlamda toplumsal olumlu etki ilke olarak yerel iktisadın zenginleşmesidir.”

Ben genç öğretim üyesi kadar iyimser değilim: Üniversitenin bulunduğu kentin toplumsal yaşamını etkilemesi ne anlama gelir: Kadın-erkek ilişkilerinin çağdaşlaşması; bilimsel ve genel kültür kitapçılarının çoğalması ve yerleşikleşmesi; tiyatro ve sinema salonlarının, pastane, lokanta ve kahvehane gibi işyerlerinin çoğalması; gazete, dergi ve kitap satışlarının artması; üniversitelilerin yaşam tarzlarının kenti etkilemesi...

Gördüğüm kadarıyla kentler üniversiteyle bir müşteri kitlesi olarak ilgilenmekte. Kent ile üniversite arasında düşünce alışverişi olmamakta ve bir süre sonra üniversite kentin dünyası içinde kaybolmakta, kentin inanç ve politik anlayışının sınırları içine kapanmakta.

Özellikle Ankara’nın doğusunda kalan üniversitelerde çalışan öğretim elemanları ve öğrenciler kentlerin üniversiteyi soluksuz bırakacak kadar sıktığından yakınmakta.]

Aradan 20 yıl geçmiş. Her şey çok daha kötü.



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları