Yazarlar Günün Köşe Yazıları Spor Konuk Yaşam Tüm Yazarlar
UPF Gitti AİHM Kaldı...
Şeker Bayramı geçti ama yaktı da geçti.
Çünkü ağızların bozulan tadını ve akılları durduran mantık kurgulamasını hangi tür olursa olsun hiçbir şekerin gidermesine olanak yoktu.
“Ceza davaları hukuk davalarına benzemez; delil yoksa yorumla karar verilemez” derlerdi de inanırdık.
Son kararları gördükten sonra anladık ki yanlış yapmışız.
İktidar, borcu borçla kapatma yöntemini zorunlu olarak tercih ediyor.
Nedeni de harcamalara kaynak yaratmanın başka yolu bulunamıyor. Kamu borcunu, kendisinden önceki Cumhuriyet yönetimlerinin yaklaşık 80 yıllık dış borç tutarını üçe dörde katlayan başarılı (!) bir hükümetimiz var.
Başarı nitelemesini doğrusu hak da ediyorlar.
Çoğunlukla yanlışların başarı olarak sunulabildiği bir siyasal ortamdayız.
Başarının son örneklerinden birini de Uluslararası Para Fonu’na (UPF-IMF) olan borcun kapatılarak yandaş manşetlerde yer aldığı gibi “IMF’nin kapı dışarı edilmesi” oluşturdu.
Kamu borcu sürekli artarken IMF borcundan kurtulmanın kıymeti harbiyesi anlaşılamasa da sevinci büyük oldu.
Avrupa Birliği’ne (AB) girişimizin kutlandığı günkü gibi güneş tam tepemizdeyken havai fişekler atılmadı ama yandaşların yarattığı hava olağanüstüydü.
Evet, UPF gibi bir beladan kurtulduk ama karşımızda kapı gibi bir Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) var.
Oya gibi işlenen suç tanımlarında ve ceza yargısı kurallarında yapılan düzenlemeler beklenen sonucu doğurdu.
Ama bu sonuca ulaşılması kolay olmadı.
Özel görevli ağır ceza mahkemeleri az daha Hakan Fidan soruşturmasına kurban edilecekti.
Kaldırılmaları için öyle gerekçeler üretildi ki...
Ama bu mahkemeleri ve yargıçları ile savcılarını canla başla savunan Cemaatin baskısı sonucu ellerindeki davalar bitene kadar görevde kaldılar.
Ancak daha önce bu mahkemelerdeki yargıç ve savcılara güvence sağlandı.
Çünkü kimi sanıkların ya da davalarla ilişkisi olmayanların özel yaşamlarına ait bilgi ve konuşmaları dosyaya koymuş olmaları nedeniyle tazminat davaları açılmış ve kazanılmıştı.
İktidar, görev verdiklerini koruma zorunluluğu duydu, yasayı değiştirdi.
Artık davalı taraf yargıçlar ve savcılar değil devlet olacaktı. Böylece yargıç ve savcılar kişisel olarak suçlanamayacak, dava kaybedilse bile tazminatı ceplerinden ödemeyeceklerdi.
Devletin, kendisini zarara sokanlardan ödediğini geri isteme hakkı vardı ama uygulama keyfe bağlı bırakılmıştı.
İktidar; acaba 7 Mayıs 2004’te anayasanın 90’ıncı maddesine “usulüne göre yürürlüğe konulmuş temel hak ve özgürlüklere ilişkin milletler arası antlaşmalarla kanunların aynı konuda farklı hükümler içermesi nedeniyle çıkabilecek uyuşmazlıklarda milletler arası antlaşma hükümleri esas alınır” cümlesini eklediğine pişman mıdır?
Atalarımız galiba “Alma mazlumun ahını, çıkar aheste aheste” derken bugünleri de düşünmüşler.
Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları
Günün Köşe Yazıları
Video Haberler
- Ege'nin Gündemi'nde bu hafta!
- Dubai çikolatasına rakip
- Balbay'dan çarpıcı Saray kulisi!
- Karga videosu sosyal medyada viral olmuştu!
- Öğretmenlik meslek kanunu taslağı...
- Atatürk'ün kullandığı parfümden üretti!
- Minikler Cumhuriyet'in ilanını gazete dağıtarak duyurdu
- Şok İddialar! Oktan Keleş: TUSAŞ Saldırısının Arkasında
- Bu kadarı pes! Çöp evden 10 kamyon çöp çıktı
- Prof. Dr. İlber Ortaylı'dan Antalya'ya turizm eleştirisi
En Çok Okunan Haberler
- Futbolda pis kokular yükseliyor
- TÜPRAŞ'ta patlama: 12 kişi yaralandı
- 'Erdoğan bize göre tek seçenektir'
- CHP’de çelişen başkanlara uyarı
- AKP’li vekilin PKK yöneticisiyle fotoğrafı gündem oldu!
- Serdar Ortaç son malını da satışa çıkardı!
- Hekimlerin istifaları hızlandı
- 'Erdoğan ömür boyu Cumhurbaşkanı olacak diye...'
- 'Atatürk ile Cumhuriyet ile bayrak ile...'
- İşte sıfır faizli kredi veren bankalar…