Orhan Bursalı
Orhan Bursalı obursali@cumhuriyet.com.tr Son Yazısı / Tüm Yazıları

Dile benden ne dilersin

09 Temmuz 2018 Pazartesi

Çok çok güçlendirilmiş bir Cumhurbaşkanı olunca, dolayısıyla karşısında zayıflatılmış bir Meclis olacaktır. Terazinin iki kefesi arasında denge-denetleme en aza indirilince, Türkiye Cumhuriyeti tarihinde şüphesiz ki yeni bir dönem başlamıştır. Bu yeni rejimin en göze çarpan yönü, tüm kurumların da sorumluluk ve yetki olarak güçsüzleştirilmesi veya hemen hepsinin Cumhurbaşkanı’na bağlanmasıdır.
“Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi”nin açıklanan şeması bunu çok net olarak ortaya koyuyor.
Bu şemadaki bütün yapılar aslında “danışma” niteliğindedir. Cumhurbaşkanı kendisine bağlı en yakın çekirdek halka ile, aslında bakanlıklar dahil tüm kurumları tek elden yönetecektir. Talimatlar bakanlıkların önüne konacak ve icra istenecektir.
Tam tek adam rejimi. Ve sistemin karşısında zayıf bir Meclis.
Dikkat edin, artık “parlamenter sistem” denmiyor. Parlamento adı da lafa kalktı. Bir Meclis kaldı.
Tek adam - otoriter başkanlık rejiminin en zayıf yönü, “ortak aklın” ortadan kalkmasıdır.
Ortak akıl ortadan kalkınca “kurumsal yapılar” da zayıflar, tıpkı Meclis gibi.
Eleştirebilirsiniz, dersiniz ki Cumhurbaşkanı’nın yanında o kadar danışman var, bakanlar var, var oğlu var. Onlara hiç danışmadan mı kararlarını verecek.
Şüphesiz ki görüşecek, istediği konularda raporlar, görüşler masasına konacak. Bakanlarına başkanlık edecek, hepsi de orada konuşacak.
Hepsi o kadar. Cumhurbaşkanı kendi kararlarını alacak ve uygulamaya konacak. RTE otoriter bir kişiliğe sahip, duruma göre kısa vadeli geçici pratik politik kararlar almasını bir kenara bırakacak olursak, orta ve uzun vadede bildiğinden şaşmayan fikri sabitleri olan bir lider.
“Cumhurbaşkanı’nın aklı” ile “kurumsal ortak akıllar” birbirine uymaz. Ortak akıllar, çeşitli görüşlerin birbirini dengeleyen bileşenleridir. Oysa bizim 16 yıllık pratiğimizde, Cumhurbaşkanı’nın aklı, kararı, tüm diğerlerinin üzerinde bir hüviyet kazanır.

Otoriter aklın üstünlüğü
Zaten otoriter kişiliklerin, otoriterliklerinin esası, bütün diğer görüş ve ortak akıllardan üstün olmasına dayanır.
Otoritenin görüşünün doğru olup olmaması değildir mesele. Olay bunu herkese kabul ettirmesindedir.
Cumhurbaşkanlığı şemasındaki tüm yapılar ve kişilikler, otoritenin kesin kararının en doğru olduğunu kabul ederler. Zaten aykırı düşene de bu sistemde yer yoktur. Bu açıdan sistemin işleyişi, tartışarak en iyiyi veya ortak aklı bulmaya dayanmaz.
Bu da sistemin en büyük sakatlığıdır ve sürdürülemez ve yanlışlara götürerek, ülkeye zarar verir.
Bu konu çok tartışılacak, üstelik somut olaylar üzerinden.

Özgürlük ve adalet vaadi
Biz şimdi “dile benden ne dilersin” konusuna gelelim.
Nereden aklıma geldi? Sisteme bağlı pek çok gazetenin manşetinde, yurtdışına çıkma yasağı olan 180 bin kadar kişinin üzerinden bu tedbirin kaldırılacağı ve dışarı çıkma özgürlüğüne kavuşacağı haberiydi. Bunu bizzat Cumhurbaşkanı açıkladı.
Bunu okuyunca, haberi, yeni sistemin koltuğuna oturması nedeniyle Cumhurbaşkanı’nın verdiği bahşiş diye algıladım. Tabii bu algımın oluşmasında sisteme bağlı bazı medyalara, RTE’ye padişah seçildi havasının egemen olması da rol oynadı.
Osmanlı’da yeni padişah seçiminde biliyorsunuz cülus töreni yapılır ve cülus bahşişi dağıtılırdı.

Çok mu safım?
Hayır kötü adam rolü oynamayacağım.
Şüphesiz ki 180 bin kişi üzerinde tedbirin kaldırılması sevinilecek bir karardır.
Ben de Cumhurbaşkanı’ndan seçim beyannamesinde vaat ettiği özgürlükleri ve adaleti istiyorum. Söz verdiğini gerçekleştirmeli.
Bunu hep gündemde tutacağım ve anımsatacağım.
En büyük cülus ülkemiz ve yurttaşlarımız için bu olur, sözlerini tutmak. Çok safsın demeyin, bunun saflıkla ilgisi yok.



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları