Olaylar Ve Görüşler

Yeniden Cumhuriyet - Ümit Uysal

07 Ağustos 2024 Çarşamba

Yüzyıl önce umutluyduk. Büyük badireleri birlikte atlatmıştık. Birinci Dünya Savaşı ve sonrasında Kurtuluş Savaşı geride kalmıştı. Önümüz, ufkumuz açıktı. Anadolu’da yaşayan bütün toplulukları kapsayan, kucaklayan, vatandaşlık bağına dayalı bir ulus tarifi yaptık. Yeni Cumhuriyetin ruhunu, Anadolu’da yaşayan bütün insanlarımızla bu şekilde inşa ettik.

Emperyalizmle doğrudan bağlantılı “Din elden gidiyor” provokasyonuna kapılan kesim dışında hemen hemen hiç kimsenin ayrılıkçı bir tutumu yoktu. 

Tasada ve kıvançta beraberdik. Kalkınmak istiyorduk. Savaşlardan hırpalanan nüfusumuzu toparlamak istiyorduk. Sanayileşmek istiyorduk. Yurdumuzu imar etmek, dünyanın saygın bir ülkesi olmak, en gelişmiş ülkelerle rekabet edebilmek istiyorduk. Önderimiz Atatürk’ün deyimiyle “Muasır medeniyet’’ seviyesine yükselmek istiyorduk. İlimle irfanla barışık, üreten gelişen bir ülke olmalıydık.

Sadece egemenliği millete aktarmak yetmiyordu. İnsanlarımızın inanç dünyasını yüzyıllardır etkileyen, Arap coğrafyası merkezli bazı bağnaz akımları yaşamımızdan çıkarmamız gerekiyordu. Aradaki ruhban sınıfı ortadan kaldıran, insanların doğrudan öğrenerek inanç dünyalarını oluşturabilmelerini sağlayan, ülke genelinde bütünlük oluşturan düzenlemelere gidildi.

Bu kapsamda;

- Tekke ve zaviyeler kapatıldı.

- Şeriyye ve Evkaf Vekâleti lağvedildi.

- Eğitim sistemini birleştirmek için Tevhid-i Tedrisat Kanunu çıkarıldı.

- Latin alfabesine geçildi.

- Atatürk’ün isteğiyle Elmalılı Hamdi Yazır’a, hurafelerden arındırılmış, herkesin anlayacağı dilde, 9 ciltlik “HAK DİNİ KURAN DİLİ” adlı Kuran tefsiri yazdırıldı.

- Ülke genelinde din konusunda toplumu aydınlatmak ve ibadet yerlerini yönetmek amacıyla Diyanet İşleri Başkanlığı kuruldu. 

Bu değişim bugüne kadar İslam dünyasının gördüğü en büyük aydınlanma hareketidir.

İslami inanç dünyamız aracısız, doğrudan Kuranıkerim’den öğrenilebilen, bireylerin bağımsız okuma, öğrenme ve yorumlamalarına açık, ilimle irfanla barışık hale getirildi.

Dünyayla hem bütünleşebilmek hem de rekabet edebilmek için kapsamlı bir hukuk reformuna gidildi. İdare, ticaret, ceza ve medeni hukukta farklı Batı ülkelerinden örnekler hayata geçirildi. 

Cinsiyet eşitliğinin, kuşaklar arası bütünlüğün sağlanması için köklü reformlar yapıldı.

***

Bilindiği üzere Osmanlı İmparatorluğu’nun kuruluş ve ilerleme dönemlerinde ulusal pazarı koruma ve milli üretim bilinci hiç yoktu. Sonradan bir miktar geliştiyse de bu kez imparatorluğun ulusal pazarı ve milli üretimi korumaya gücü yetmez hale gelmişti. Batılılar yüzlerce yıl boyunca, uluslararası ticareti odağına alan, altın-gümüş gibi değerli madenler kazanmaya dayalı merkantilizmle zenginleşip sermaye birikimini sağlarken, savaş ekonomisine bağımlı Osmanlı bu sürecin dışında kalmış, en güçlü döneminde Fransızlara kapitülasyonları bahşetmiştir. Böylece iç pazarını yabancıların çiftliği haline getirmiştir.

Özellikle 1838 yılında imzalanan Balta Limanı Antlaşması’ndan başlayarak birçok Batılı ülkeye tanınan gümrük muafiyeti, ulusal sermayenin, ulusal üretimin, iç pazarın gelişmesinin önünü tıkanmıştır. Büyük bütçe açıkları, iç ve dış borçlarla karşılanmış, nihayetinde bazı bölgelerin piyasa denetimi ve gelirleri tamamen alacaklıların yönetimine bırakılmıştır. 1923’te imzalanan Lozan Antlaşması’yla, 1929 yılından itibaren geçerli olacak şekilde tek taraflı gümrük ayrıcalıkları ve kapitülasyonlar kaldırılmıştır.

İzmir İktisat Kongresi ve diğer iktisadi kararlarla Cumhuriyetimizin bağımsız bir ekonomi, kalkınma ve sanayileşme ruhuna sahip olması sağlanmıştır. Yerli sermayenin desteklenmesi, devlet eliyle sanayileşme gibi hamleler yapılmıştır. İç pazarı güçlendirmek, üretim ağlarını ve pazarı birbirine bağlamak, ülkenin demiryollarını yurdun her köşesine ulaşacak şekilde tamamlamak gibi uygulamalar hayata geçirilmiştir. Belli sektörlerin gelişimini desteklemek ve rekabet gücünü arttırmak için korumacı gümrük tarifeleri düzenlenmiştir.

Hayata geçirilen kararlı politikalarla hızlı sonuçlar aldık. Bütün dünyayı derinden etkileyen 1929 Dünya Ekonomik Buhranından en az hasarla ayrıldık.1939 yılına gelindiğinde kişi başına düşen milli gelir, Birinci Dünya Savaşı’nın başladığı 1914 yılının iki katına çıkmıştı. Türkiye her ne kadar İkinci Dünya Savaşı’na girmemiş olsa da herhangi bir tehdide karşı hazırlıklı olmak zorundaydı. Ülke nüfusunun yüzde 6’sını oluşturan yaklaşık bir milyon kişi silah altına alındı. Hazır bekletildi. Savaş koşullarından dolayı dış ticaret ağının önemli ölçüde daralması, aktif işgücünün önemli bir kısmının askere alınmasından dolayı iktisadi anlamda ciddi zorluklar yaşanıyordu. Planlı kalkınma modeline dayanan iktisat politikalarının sağladığı altyapı Türkiye’yi bütün tehditlere rağmen ayakta tutmuştur. 1923’te kurulan Cumhuriyetimiz 1929 büyük ekonomik bunalımını ve yıkıcı İkinci Dünya Savaşı’nı sağ salim atlatarak kalıcı olmayı başarmıştır.

***

Bugün ihtiyacımız olan nedir?

Yüzyıl önceki umuda ve heyecana ihtiyacımız var. Tasada ve kıvançta beraber olmaya çok ihtiyacımız var. Yüzyıl önce olduğu gibi, ayrımsız, hep birlikte ortak geleceğimizi yeni baştan, güçlü bir şekilde inşa etmeye çok ihtiyacımız var. Dünyayla onurlu bir şekilde bütünleşmeye hem de rekabet edebilir düzeye erişmeye her şeyden çok ihtiyacımız var.

Ülkemiz basiretsiz, beceriksiz politikacıların ellerinde kimlikler üzerinden ayrıştırıldı, toplum kutuplaştırıldı. Sınırlarımız yanlış dış politika ve maceraperest bir anlayışın sonucunda hallaç pamuğuna döndü. Düzensiz ve kontrolsüz göçlerle Türkiye mülteci enflasyonuna uğradı.

Geçtiğimiz günlerde Fransa’da yapılan genel seçimde “Sol İttifak”ın lideri olarak sandıktan birinci çıkan Jean-Luc Melenchon zafer konuşmasında şunları söylemişti:

“Fransız olmak ne bir din ne bir dil ne de bir ten rengidir. Fransız olmak dokunulmaz bir siyasi sözleşmedir. Bu bizi ufuk çizgisi sürekli genişleyen, bitimsiz bir halk yapar.”

Melenchon’un tanımını yaptığı vatandaşlık kavramı, Cumhuriyetin kurucu kadrosunun yüzyıl önce yaptığı tanımın birebir aynısıdır.

Son 60 yıldır birileri Türklerin ve Kürtlerin ne kadar farklı halklar olduğunu anlatıyor. Silahlı mücadele yöntemiyle Türkiye’yi ayrıştırmak için elinden gelen kötülüğü yapanlar var. Ancak bu ayrıştırma çabasının hayatta bir karşılığı yoktur. İnsanlar birbirinden ayrışmıyor. Birileri Kürtçenin Hint-Avrupa, Türkçenin Ural-Altay dil grubundan olduğunun altını çize dursun, halkımız Türkçe ve Kürtçedeki oranı yüzde 30’ları bulan ortak kelimelerle konuşuyorlar. Birbirlerinden ayrılmayan bir bütün olarak hissetmeye devam ediyorlar. Bu birlik duygusu müreffeh ve demokratik ortak geleceğimizdir. Bunu güçlendirmeye devam etmeliyiz.

Hukuk sistemimiz siyasallaşmış ve adaletin terazisi yok olmaya yüz tutmuş haldedir. Hızla bağımsız ve güvenilir bir yargı teşekkül ettirmek hem sosyal ve siyasal yaşamımız hem de ekonomik kalkınmamız için zorunluluktur.

Ekonomimiz maalesef karaya oturmuş her gün su alan bir gemiye dönüştürüldü.255 milyar dolar ihracatımız, 361 milyar dolar ithalatımız var. Verimsizlik, plansızlık, israf ve yolsuzluklar belimizi büktü. Ekonomimizin ileri teknoloji ve yeşil sanayileşme olgusuyla yeniden düzenlenmesine, üretim ve ihracata dayalı olarak yapılanmasına, yolsuzlukların önlenmesi için köklü bir seferberliğe, liyakate ve mesleki yeterliliğe dayalı yeni bir teşvik politikasına, nitelikli mesleki eğitime çok ihtiyacımız var.

İnanç dünyamızın ruhban sınıfından yani kendisini mehdi ya da veli ilan etmeye kalkışan aracılardan arınması, İslami inanç dünyamızın temel kaynaklara dayandırılması ve bu alanda farklı düşünen farklı inanan kişi ya da gurupların hak ve hürriyetlerinin korunması, yüzyıl önce olduğu gibi bugün de titizlikle üzerinde durulması gereken bir konu olmaya devam ediyor.

Demokrasimizin tüm kurum ve kuruluşlarıyla her türlü farklılığı kucaklayacak ve özgür düşünce ortamını sağlayacak bir şekilde düzenlenmesine ihtiyaç var.

İnsanların hologram görüntüleriyle toplum önüne çıkabildiği, bir tek kişinin yapay zekâ yardımıyla, hologram görüntüsüyle 172 dili konuşabildiği, bütün dillerin anında küçük bir cihaz yardımıyla simultane çevrilerek aktarılabildiği bugünün dünyasında bize çok önemli konularmış gibi anlatılan ayrıştırıcı, keskin tutumlara gülüp geçmeli hatta bu tip yaklaşımlarla mücadele etmeliyiz. Bunun yerine hayatta karşılığı olan sorunlara odaklanan, birliğimizi beraberliğimizi ortak ruhumuzu güçlendiren tutumlar içinde olmamızın mutlak yararı vardır.

Bugün umuda, dayanışmaya, birlikte çalışmaya, birlikte hayat kurmaya, bütün farklılıklarımızdan muhteşem bir birlik çıkarmaya, dokunulmaz siyasal, anayasal sözleşmemize sahip çıkarak; anayasamızın tarif ettiği eşit anayasal vatandaşlığı ve birlikte yaşama kültürünü koymaya, bu anlamda “Türk milleti” olma kavramına, kamu yararını her türlü ayrılığın önünde tutmaya çok ihtiyacımız var.

‘’Yeniden Cumhuriyet’’ demeye çok ihtiyacımız var.

Haydi diyelim.

Vira Bismillah!

YENİDEN CUMHURİYET!

*Ümit Uysal (Muratpaşa Belediye Başkanı)



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları