Olaylar Ve Görüşler

Türkiye’nin suç ve ceza politikası var mı?

11 Nisan 2020 Cumartesi

M. RUŞEN GÜLTEKİN

Siyasiler, bakanlık bürokratlarının akıl, bilim ve ülkemizin ihtiyaçları için belirledikleri yasalara itibar etmiyor. Bunun yerine halktan daha az tepki alacakları, hatta oy toplamalarına yardımcı olacak bir siyasi irade ortaya koyuyor.

Bunu bir hukukçu olarak çok üzülerek söylüyorum. Gerçekten de ülkemizin bir suç veya ceza politikası yoktur. Uzun yıllardır bu durum böyle. Her ne kadar bizler gibi uygulayıcı ve akademisyenler, bu durumun düzeltilmesi gerektiğini söylese de iktidarlar ve bir anlamda yasa koyucu bu sese kulak vermiyorlar. Bu ise cezaevlerinde insan hakları ihlallerine, adaletsizliğe yol açmaktadır.

Aslında daha önce Adalet Bakanlığı’nda çalışan bir bürokrat olarak (bir yargıcın Bakanlıkta bürokrat olmasını hep eleştirmişimdir) sebebini de biliyorum.

Ülkemiz yerinde sayıyor

Çünkü siyasiler, bakanlık bürokratlarının akıl, bilim ve ülkemizin ihtiyaçları için belirledikleri yasalara itibar etmiyor. Bunun yerine halktan daha az tepki alacakları, hatta oy toplamalarına yardımcı olacak bir siyasi irade ortaya koyuyor.

Bu da bürokratların, toplum gerçeklerine değil, kendisini oraya koyan iradenin istediğine uygun bir yasa hazırlamak zorunda bırakıyor. Popülist dediğimiz bu fiili durum ise aslında ülkemizin yerinde saymasına sebep oluyor. Bu durum ise infaz yasa tasarısının kamuoyunda tartışıldığı bugünlerde maalesef somutlaşmıştır.

Örneğin istisna suçlar sayılarak anayasanın 10. maddesindeki eşitlik ilkesine aykırı bir düzenlemenin gelmesinin sebebi budur. Yine torba yasada TCY 241. maddesindeki tefecilik suçunun cezası artırılıyor.

Ancak infaz yasasındaki koşullu salıverme süresinin kısaltılması ve denetimli serbestlik süresinin uzatılması ile aslında tefecilik suçunu işleyen kişinin cezaevinde kalacağı süre kısaltılıyor. Şimdi fiili durum buysa yapılan düzenlemeleri akılla, bilimle açıklamak mümkün mü? Peki, ne yapıyoruz? Bir kere cezaevlerinin kapasitesi çok dolu.

Devlet en temel hak olan yaşam hakkını cezaevlerinde ancak çeşitli insan hakları ihlallerine sebebiyet vererek gerçekleştirebiliyor. Hele koronavirüs salgını ile beraber durum daha tehlikeli bir hal aldı. Bu sebeple derhal cezaevlerinin boşaltılması lazım. Hatta yapılan düzenleme ile aslında bir boşalma da olmayacak. Yaklaşık 90 bin kişinin tahliyesi ile cezaevleri sadece önceki arttırılmış kapasitesine geri dönecek.

Örtülü af

Ancak bunu yaparken de ceza infaz adaletini gerçekleştirmek yerine halkın en az tepki vereceği ama akla, bilime aykırı ve mevcut sorunlara çözüm getirmeyen bir yol seçiyoruz. Aslında AKP’nin hazırladığı tasarı, pek çok reform niteliğinde değişiklikleri de içinde barındırıyordu.

Örneğin müstakil infaz yargıçlıklarının kurulması uygulamada yaşanan pek çok tereddüdü ortadan kaldıracak önemli bir düzenleme. Ancak MHP’nin istediği “ceza indirimi” halktan gelen tepki sebebiyle AKP tarafından kabul edilmese de bir şekilde isteği gözetildi.

Bunu yapabilmek için daha önce 2016 yılında yapılan örtülü af gibi bir geçici düzenleme yapma yoluna gidildi. Yani kişinin cezaevinde kalacağı süreyi kısaltan koşullu salıverme süreleri azaltıldı ve kişinin cezaevi dışında infazının devamını sağlayan denetimli serbestlik süresi artırıldı. Yani tıpkı 2016 yılında olduğu gibi bir örtülü af sağlandı.

Günü kurtarır

Sonuçta mevcut durumda halen 450 bin kişinin denetimli serbestlik uygulaması ile cezasının zaten dışarıda infaz ettiği (Lütfen rakamı düşünün.

Bu kişiler cezaevinde olsa halimiz ne olurdu hayal edin) ve her hafta cezaevine ortalama 1500 kişinin alındığı (Bu rakamı da düşünün. Bu her hafta bir cezaevini dolduracak kişinin cezaevine alınması demektir) bir ülkede bu düzenlemenin sadece günü kurtarmak anlamına geleceği açıktır. Kanımca çok değil 1 yıl içerisinde cezaevlerindeki doluluk aynı rakamlara ulaşacak ve biz bu sütunlardan bu konuları anlatmaya devam edeceğiz.



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları