Olaylar Ve Görüşler

Türkiye neyi seçti?

12 Haziran 2015 Cuma

7 Haziran’da; her izleyicinin bir müşteri olduğu, tartışmanın üsluplar arasındaki rekabete indirgendiği; en son kamuoyu araştırmasına, gelecekle ilgili ortak bir beklentiden daha çok itibar edildiği ‘olağan’ bir seçimi daha yaşadık.

Bu olağan seçimde toplum, uzun dönemdir beklenilen ‘olağan dışı’ bir kararlılıkla önemli sonuçlar ortaya koymuş bulunuyor. Tek adam yönetimini reddediyor; AKP iktidarının inşa ettiği “disiplin ve denetim toplumu” koşullarına; muhafazakâr, İslamcı otoriter hegemonik baskılara dur diyor.

Baskılara dur!
Geniş ve yaygın kapatıp/ kuşatma mekânları düzenlemelerine dayanan; üretimi örgütlemek yerine vergilendiren, emekçi kesimleri yoksullaştırarak içlerinden bölen; hayatı idare etmekten çok, ölümü yöneten; her birimizi bir koda dönüştürerek kişisel, toplumsal yaşamımızı bütünüyle denetim altına alan bu yapıyı parçalıyor.
Dinsel, ahlaki, ekonomik, etnik karşıtlıklara, ötekileştirmelere hayır diyor. Kürt sorununa çözüm bulma “çatışmasızlık sağlama” alanına sıkıştırılmış olsa da, izlenen yöntem demokratik siyasetin koşulları bakımından sorunlar taşısa da, sorunun kalıcı şekilde çözüme kavuşması için iradesinin var olduğunu ortaya koyuyor.

İrade karşısında irade
E. Canetti’nin belirtmiş olduğu gibi; “artık hiç kimse, çoğunluğun kararının daha fazla oy almış olduğu için ille de daha akıllıca olduğuna inanmıyor. İradenin karşısında da irade vardır.”
Bu gerçek her birimizde S. Zizek’in deyimiyle; “yaşamın sunabildiği olanaklar hakkındaki duygu” olarak tanımlayabileceğimiz umudu yeniden yaratmış bulunuyor. Bu umudun “gelir düzeyiyle bir ilişkisi yoktur; onun öncelikli düşmanı, ortadan kaldırmayı yöneldiği şey, kapana kısılmış olma duygusudur, yoksulluk duygusu değil”.
Dolayısıyla “kapana kısılmış olma duygusunu” aşmış olduğumuz bu süreçte, toplumsal bilinç ve eylemliliğin hedef noktasını, E. H. Carr’ın saptamasıyla şöyle ifade etmek gerekir:
“Bugün onlarca yıldır veya yüzyıllardır bildiğimiz ve sahip olduğumuz bir şeyi savunurmuşçasına, demokrasinin savunuculuğunu yapmak kendini kandırmaktır. Ve tamamen sahtedir. Bunun ölçütü geleneksel kurumların varlığını devam ettirmesinde değil, iktidarın nerede bulunduğu ve nasıl kullanıldığı sorusunda aranmalıdır. Demokrasiyi savunma değil, oluşturma ihtiyacından bahsedeceksek, hedefe çok yakın olmalıyız...”

Hedefe yakın mıyız?
Seçim sonuçları ve HDP’nin barajı aşmış olması; Türkiye’de demokrasiyi oluşturma açısından umutlu bir olasılık yaratıyor. Zira bu sonuç; halkın görünmesini ve tartışmasını ortadan kaldıran; yalnızca devlet mekanizmalarının, toplumsal özenerji ve çıkarlar karışımının karşılıklı iletişimine indirgeyen bir sandık demokrasisinin (hükümet pratiğinin) artık varlığını sürdürmeyeceğini açıkça ortaya koyuyor.

Yeni Meclis
Oluşacak yeni Meclis; kitlelerin demokratik kurallar çerçevesinde mobilize edilebileceği farklı politik projeleri ortaya koyma olasılığı açısından, önemli bir potansiyel taşıyor. Bu Meclis, siyasi değişim süreci olarak demokratikleşme ve demokrasiyi birbirinden ayıracak, demokrasinin dar bir yorumla; “özgür ve adil seçimler olarak” yorumlanmasına karşı çıkacak dinamikleri oluşturma ve bu dinamikleri siyasal süreçlere katma araçlarını oluşturabilir.
Demokratik siyasal pozisyonların çarpışmasına ve onların husumet/ zıtlıklar biçiminde ifade edilmelerine imkân tanıyan kurumları sağlayabilir. Böylelikle; siyasalın husumet boyutu canlandıkça, demokrasinin amacı olarak görülen mutabakatın gerçekleşmesi de olanaklı hale gelebilir.

Değerler bölüşümü
Tartışma ve ikna diyalektiğinin, antidemokratik körü körüne itaatin yerine geçmesini sağlamanın olasılığı yaratılabilir. Ekonomik değerlerin yeniden bölüşümünü (ekonomik demokrasiyi) sağlayacak, toplumun demokratik olmayan güç ilişkilerini değiştirecek bir yapısal dönüşüm mümkün hale gelebilir.
Türkiye’de bireylerin “farklı olmaya dair” haklarının tanınması, eşit ve özgür şekilde, barış içinde bir arada yaşamayı sürdürmesi de bu koşulların yaratılmasına bağlı. Hedefe, hiç olmadığımız kadar yakınız.  

Yard. Doç. Dr. NEVAL OĞAN BALKIZ Hukukçu / Akademisyen

 

-

 

Açtırma kutuyu...

 

Çok bilinen sözdür, “Açtırma kutuyu söyletme kötüyü.” Her türlü kutunun sıra sıra açıldığı, kötülüklerin gökyüzüne uzandığı bir dönemde usumuza bir başka atasözü geliyor: “Sinek, pekmezciyi tanır.”

Türlü yollardan edindiği ünü, parayı, koltuğu korumak için egemen(ler)e sığınanların saçma sapan konuşmalarını, utanılması gereken davranışlarını izliyoruz.
Aralarında yaklaşık 30-40 yıldır her dönem yağdanlık olan, egemene yağ çekerek yerini koruyanlarla bunlara takılıp Uğur Mumcu’nun tanımıyla “liboş”luk aşamasına ulaşanlar var.

‘Ak’lamıyor
Ne durumda olduklarını görmek için kullandıkları dile bakmak yetiyor. Kirlenen dilleri değil; düşünce “ak” olmayınca “ak”a, “akım” diyene sarılmak kimseyi “ak”lamıyor.
Yıllardır toplumun gözü önündekilerin, öncelikle politikacıların kullandığı dili izliyorum; devleti temsil edenlerin, bir başka deyişle devletin ağzının bu denli bozulduğuna tanık olmamıştım.
Devletin ağzı bozulunca doğallıkla alkışçılarınınki de düzgün kalamıyor. Dahası alkışçılar, gücüne sığındıklarını egemen(ler)i bile solluyor. Atalarımız, “Devletli gözü perdeli olur” demiş ya... Tarihi, coğrafyayı, kimyayı, fizi ği gereksiz bulduğu, inancı siyasasına araç yaptığı için yerçekimi diye bir doğa yasası olduğunu da unutuyor.

Devlet düşkünü
Kendi mutluluğu, gönenci, gücüyle esrikleşen devletli, “Devletli ile deli bildiğini işler” diyen ataları doğruluyor. Dilimizde “devlet düşkünü” diye bir deyim var.
Tarih yerçekimini umursamayan devletlilerin düşüş öyküleriyle doludur.
“Devlet” tüzel bir varlıktır; baba bilinir; bizde uzun zamandır bir avuç insan için pekmezci, çoğunluk içinse üvey babadır. Devleti pekmezci gibi görenler çalsın sazlar havasındayken, baba bildiği devletten korkanlar günbegün çoğalırken demokrasinin içini baskının, korkunun doldurduğunu görüyoruz.

İleri demokrasi
Son yıllarda demokrasi kavramına “ileri” önadı eklendi; ileri, ilericilik, ileride sözcükleri içinde umudu, yeniyi de barındırır. Ne ki bizim ileri demokrasimiz kutu açma/açtırma oyununa dönüştü.
Kutulardan demokrasiyle bağdaşmayan, “ileri demokrasi bu olsa gerek” dedirten ilişkiler saçılıyor. Kutusunda kirli ilişkileri saklayanlar, devlet gücüyle üste çıkıyor; kötünün hem özenerji nesi hem nesnesiyken yargıyı, hak ve özgürlükleri tanımadan yükseliyorlar.

Yoksul çoğunluk
Yaşadıklarımız laik eğitimin, hukukun üstünlüğünün her yurttaşa olduğu gibi devletliye, yandaşlarına da gerektiğini gösteriyor; ama bunu göremeyen mutsuz, umutsuz, yoksul çoğunluk ileri demokrasiyle gelen korkularla kuşatılıyor.

İçi dışı kara olanlar
Korku insancıl bir duygudur; insan fareden, selden, yangından; birçok şeyden korkabilir. Gelgelelim halk sinekten bile korkar oldu. Yüzyıllarca padişahtan korkanlar, cumhuriyetle “devletli korkusunu” tarihe gömmüştü. Baskıyla yaratılan tüm korkuları, karamsarlığı gerçek demokrasiyle soyunabiliriz. Karamsarlık karadan gelir; içi dışı kara olanlara yakışır.
Devlet düşkünleriyle devleti pekmezci sanan içi dışı karalar “yeni, ileri, ak” gibi umudu besleyen kavramları da yolsuzluk, baskı ve korkuya bulayarak kararttılar.
Babamızı (baba bildiklerimizi) olduğu gibi devlet babayı korkmadan seveceğimiz, kutu oyunlarının biteceği, kötü sözlerin sahibini bağlayacağı günler uzak değil! Olmamalı!

Sevgi Özel Yazar



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları