Olaylar Ve Görüşler

Sevdir ki terk etmesin!

16 Aralık 2015 Çarşamba

Ortak paydası kalmayan bir toplum ya da topluluk bölünmeden var olabilir mi? Yüzde ellinin yaşadığı mutluluk ve coşku diğer yüzde elli için bir kâbus ise bu bölünme değil midir?

Çoğulcu, katılımcı özellik gösteren radikal demokrasilerde bir toplumu, etnik, dini, siyasi farklılıklarına karşın temel insani ve vicdani değerler ortak paydasında birleştirmek mümkündür. Barış, adalet, eşitlik ve özgürlük gibi değerlerin içselleştirilmesine hizmet eden bir yönetim anlayışı bölünmenin panzehiridir.
Türkiye’de yaşayan insanların hangi yüzde ellisi için “yalan söylemek veya sözünden dönmek ayıptır”, “yolsuzluk yapmak suçtur”? Peki, toplumun hangi yüzde ellisi kendisi gibi inanmayan, kendisi gibi düşünmeyen insanların ölümüne üzülmez, hatta için için sevinir? Temel insani ve vicdani değerlere ilişkin ortak paydamızın parçalanması, en az toprak bütünlüğümüzün parçalanması kadar önemlidir.

Toplumsalın sonu
Nüfusu seksen milyona yaklaşan ülkemizin insanlarında ortak duygular oluşturmak artık neredeyse imkânsızdır. Jean Baudrillard’ın “toplumsalın sonu” tezi bu durumu çok iyi açıklamaktadır. Her kesimin kendi gettosunu oluşturduğu devasa bir ülkede siyaset kurumu, örgütlenmenin sistematik olarak budanması sonucunda yalnızlaşan tüketim toplumunun atomize olmuş bireylerini, eski ve yeni iletişim araçları sayesinde kendi lehine bir arada tutmaya çalışmaktadır. Böylesi çoklu benzemezlikleri olan gettoların buluştuğu tek yer ise seçim sandığıdır.
1 Kasım seçimlerinde sandıktan duyguları itibarıyla birbirinden gitgide uzaklaşan iki devasa kitle çıkmıştır: Mevcut iktidardan memnun olanlar ve olmayanlar... Her iki yüzde ellinin birbiriyle ortak payda oluşturma olasılığı yok denecek kadar azdır. Bu gerçek Başbakan Davutoğlu tarafından şu cümleyle ifade edilmiştir: “Bizim için iki grup vatandaşımız vardır. Bugün AK Parti’ye oy verenler, yarın verecek olanlar.” Ortak paydayı sadece kendisi olarak gören bu yaklaşım, çoğulcu değil çoğunlukçudur. Kaldı ki örnek aldığımız gelişmiş demokrasilerin hiçbirinde aynı parti kesintisiz olarak on üç yıl (şimdilik) iktidar olmamış ya da 50 yıllık kesintisiz iktidar iştahıyla vizyon oluşturmamıştır. 

Yargı denetimi
Batılı demokrasilerde farklı siyasal öznelerin dokunulmazlığı ve temsiliyeti çoğulcu ve katılımcı yönetim anlayışının koruması altındadır. Ayrıca iktidar sahiplerinin icraatları da yargının denetiminden muaf değildir. Bizde ise hakikatin ucu iktidara dokunuyorsa en ufak eleştiri bile bir tehdit olarak algılanmakta; muhalefetin temsil ve ifade olanakları elinden alınmaktadır. Muhalefet partilerinin kitle iletişim araçları dolayımında kısıtlı temsili, özellikle seçim kampanyaları sürecinde daha çok hissedilmektedir.

Dayatmalar
Küreselleşme politikaları ekseninde geliştirilen radikal demokrasi anlayışı ancak çoğulcu bir siyasal yönetimle mümkündür. Ne ki Türkiye’de on yılı aşkındır egemen olan yönetim biçimi radikal demokrasiyle bağdaşmayan çoğunlukçu nitelik taşımaktadır. Bir başka deyişle çoğunluğun onayını almış olan iktidar, oy almadığı diğer kesimlere kendi doğrularını dayatmaktadır.
Dayatmalar ve tehditler yüzünden bireyler, görüşleri, yaşam biçimleri ve kültürel tercihleri açısından yıllardan beri baskı altında yaşamaktadır. Çoğunluğu tek başına elde eden partinin, devlet partisine dönüşüp, dayatma kültürüyle işlevine devam etmesi sadece bugüne özgü bir durum olmamakla birlikte, tek partinin her alanda uyguladığı bu yıldırma politikalarının, son seçim sonuçlarıyla toplumun yarısı tarafından ödüllendirilmesi, aynı yönetim tarzının yeni iktidar dönemi için de geçerli olacağını bizlere göstermektedir.
Üstüne üstlük, 17-25 Aralık yolsuzluklarını; Suruç, Ankara katliamlarını unutmayı hazmedemeyenler için bu zulüm katlanarak sürecektir.
Parti devletinin yönetimindeki ülkemizde, “ya sev ya terk et” dayatmacılığı devam ettiği sürece, on üç yıldan beri iktidarın ötekileştirdiği, umudu kalmamış “öteki”, yaşamını verimli ve özgür kılabilmek için yeni arayışlara yönelecektir.Ya ülke içinde kendisi gibilerin sayıca daha çok olduğu şehir veya bölgelere göç edecek ya da kendisinin veya en azından çocuklarının geleceği için yurtdışına yönelecektir. Bu durum, yetişmiş insan potansiyeli açısından ülkenin içinin boşaltılmasına ve bir arada yaşama iradesinin bölünmesine neden olacaktır.

N. FEYYAZ BAŞER
Filolog



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları