Olaylar Ve Görüşler

Şekibe Çelenk’in ardından

25 Şubat 2020 Salı

ERENDİZ ATASÜ

Şekibe Çelenk’i kaybettik... Halit Çelenk’in değerli eşi, hem bir tarihin tanığı hem bize -tüm Türkiye’ye- kalan hatırasıydı. Bugün hepimiz biraz daha eksildik, farkında olmayanlarımız bile... Halit Çelenk sadece “Denizlerin’’ ve onlarca devrimci gencin avukatı değildi; Şekibe Hanım sadece Denizlerin ablası değildi... Bu hukukçu karı kocayı, bencillikle tanışmamış tüm bir yurtsever gençler kuşağına kol kanat germiş, görkemli birer çınar ağacına benzetirdim. Halit Çelenk hayattayken, sanki Türkiye’ye çok kötü bir şey olamazmış gibi gelirdi bana. Elbette bu bir yanılsamaydı ama sağlam bir gerçekliğe dayanıyordu: Karıkoca Çelenkler hukukun ete kemiğe bürünmüş timsaliydiler.

Haksızlık karşısında ürkmeyen, gerilemeyen, ödün vermeyen, çıkar hesabı hiç yapmayan, insanı kolayca ele geçiriveren boşunalık duygusuna kapılmadan, dimdik duruşlarını bozmadan, acılarını alınlarında birer çelenk gibi taşıyarak doğru bildikleri yolda yürümeyi sürdüren iki insandı onlar... Bugün böyle insanlar o kadar az ki... İşte onun için, biraz daha eksildik, hepimiz. 

Bir acı aydın yazısı... 

Bütün bu eksilmeleri anlamlandırabilmek, ülkemizde hukukun hepimizin canını yakan iflasının nasıl vuku bulduğunu kavramak için belki işe, neredeyse yarım yüzyıl önceden, dosta düşmana ibret olsun diye, sosyalistlere gözdağı verebilmek için, bir mayıs sabahı üç genci -“Denizleri’’ - ipe çeken hukuksuzluktan başlamak gerek. 

Şekibe Çelenk’in Türkiye sosyalizmi içindeki yerini araştırmacılar saptayacaktır. (*) Bu yazı, bir değerli insanın daha yitiminden acı duyan bir aydının yazısıdır. Şekibe Çelenk hayranlık duyulacak bir insandır. Hayat boyunca hem toplumun geleneksel kadınlıktan- hiç kuşkusuz iç dünyasında onaylamadığı- beklentilerini yakınmasız karşılarken devrimci olabilmek; sadece düşünce, söylem ve duruşta değil, eylemde de devrimci olabilmek ve öyle kalabilmek... Nasıl çelikten bir asap sistemi, nasıl bir yaşama direnci, nasıl bir öz disiplin, ve nasıl bir yürek ve soluk gerektirmektedir!

Şekibe Hanım’ın evine üç kez konuk olmuşumdur. İlki, “2 Temmuz 1993 Sivas kalkışması ve katliamı’’ndan sonra idi; katliamda yanarak ve karbonmonoksit gazıyla boğularak can vermiş sanatçılar, dostlar için bir bildiri kaleme almıştım. Halit Bey ve Şekibe Hanım metni oluşturmama hukuki açılardan yardımcı olmuşlardı, bildiriye konan ilk iki imza da onlarındı. İkincisi bir dost ziyareti idi, Şekibe Hanım bize paçanga böreği yapmıştı, marifetli bir aşçıydı. Çelenklerin evinde konuğu tanış gibi değil, dost gibi, akraba gibi de değil, evlat gibi karşılayan ve sarmalayan bir atmosfer vardı. Üçüncüsü, Halit Çelenk’in vefatını izleyen başsağlığı ziyareti, yıl 2011. Tabii Şekibe Hanım onu tanıdığım 1990’ların Şekibe Hanımı değildi. Doğa hükmünü icra ediyordu.1990’larda yetmişli yaşlarını süren Şekibe Hanım çok dinç, capcanlı ve aktifti. 2011’de ise nihayet yaşlanmıştı; uzun bir hayat arkadaşlığının sonunda eşini kaybetmişti, üzgündü. O canlılığı, kıpır kıpırlığı biraz durulmuştu. Ama değişmeyen bir şeyler vardı: Her kapı çalınışında, -sonradan yorgun bir halde koltuğuna çekilse de- bir genç kız çevikliğiyle kapıya yöneliyor; başsağlığı konuğunu, hüzünlü yüzünde umutlu bir gülümseyişle karşılayabiliyordu. 

Şekibe Hanım’ı, en son dört beş yıl önce Halit Çelenk için düzenlenen bir anma töreninde gördüm. Yumruğunu kaldırmış “enternasyonal’’i söylüyordu... Yaşı, bir yüzyıla yakındı...

Anısının önünde saygıyla eğilirim.

(*) Serpil Güvenç, Sultan Özer, “Denizlerin Şekibe Ablası’’, Evrensel basım yayın, 2011



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları