Olaylar Ve Görüşler

Sarıkamış’tan esarete

05 Ocak 2020 Pazar

Av. Hüseyin Özbek

TBB Başkan Yardımcısı

Osmanlı İmparatorluğu’nun Birinci Dünya Savaşı’na katılması bir keyfilik değil kaçınılmazlıktı. Akacak kan başta durmaz misali kaderde olan yaşanacaktı. Birinci Dünya Savaşı, Osmanlı İmparatorluğunun mirasının sulhen paylaşılamaması yüzünden çıkmıştı. Savaşın çıkış nedeni ve hedefi olan bir devletin savaş dışında kalması olanaksızdı.

Ekonomik gücü, askeri kapasitesi ve nüfus yoğunluğu ile doğuda Rusları, batıda Fransızları, Manş’ın ötesinde İngilizleri tedirgin eden Alman faktörü, patlayacak büyük savaşın bloklarını da belirlemişti! 19. yüzyıl boyunca Birleşik Krallığın stratejisi, Çarlık Rusyası’nın Hindistan yolunun güvenliğini tehlikeye düşürecek ölçüde güneye sarkmasının engellenmesi üzerine kurulmuştu. Osmanlı İmparatorluğu’nun siyasi ömrünün beklenenden önce sona ermesi Birleşik Krallığın uykularını kaçırmaktaydı. 19 yüzyıl boyunca (1877/1878 Osmanlı-Rus Savaşı sonrası Berlin Antlaşmasına kadar) süregelen Osmanlı İngiliz dostluğu (!) güneş batmayan Birleşik Krallık’ın belirlediği çıkar statükosundan başka bir şey değildi. İngiltere’nin Berlin Antlaşması sonrası bu geleneksel politikasına son vermesiyle, Osmanlı’nın dağılmasının önündeki en önemli engel de ortadan kalkmış oluyordu.

Hasım bloklar

Mazlumlar coğrafyasının yağmasından pay isteyen Almanya’ya karşı oluşan İngiliz-Fransız ittifakına, Türk boğazları ve İstanbul vaadiyle ikna olan Rusya da katılınca hasım bloklar iyice belirginleşmişti: Bağlaşıkların (itilaf) savaş ganimeti olarak gördükleri Osmanlı İmparatorluğu’nun, Almanya, Avusturya-Macaristan (ittifak) blokuna dahil olması tarihsel diyalektiğin dayattığı bir mecburiyettir.

Avusturya veliahtının Saraybosna’da uğradığı suikast, çoktandır beklenen büyük kapışmanın nedeni değil bahanesiydi! Avusturya-Macaristan İmparatorluğunun 28 Temmuz 1914’te Sırbistan’a savaş ilanının ardından ağustos ayında ittifak ve itilaf güçlerinin karşılıkla savaş ilanlarıyla dört yılı aşkın sürecek 1. paylaşım savaşı genişleyecektir. Çarlık Rusyası’nın 2 Kasım 1914’teki savaş ilanıyla Osmanlı İmparatorluğu da kendisini büyük hengâmenin ortasında bulacaktır

Bağlaşıklar, yakın geçmişte (1912) göz açıp kapayıncaya kadar tüm Rumeli’nin kaybına neden olan Balkan bozgununu yaşamış Osmanlı’nın kısa sürede saf dışı olacağını düşünüyorlardı. Öyle ya daha dünkü Balkan devletçiklerinin karşısında perişan olan Türklerin, emperyalist kodamanlar karşısında direnmeleri olanaksızdı! İş bağlaşıkların umduğu gibi gelişmeyecek, Balkan utancını silmek için kanlarını sebil eden Mehmetler Londra’da, Paris’te, Moskova’da yapılan hesapları tersyüz edecek, savaşın dört yıl daha uzamasına neden olacaktır. 

Analizin ipuçları

Savaşın ilk aylarında, doğu cephesinde yaşanan Türk-Rus kapışmasının en önemli dönemeçlerinden biri de Sarıkamış harekâtıdır. Mehmet Ziya Yergök, Köprüköy ve Sarıkamış muharebelerine 83. Alay Komutanı olarak katılan bir Türk subayıdır. 30 Ocak 1915’te yaralı halde Ruslara esir düşen Yergök, diğer tutsaklarla birlikte, binlerce kilometrelik uzun ve çileli bir sevkin son durağı olan Sibirya’nın Krasnoyarsk Esir Kampı’nda 5 yıl geçirecektir. Yergök’ün, Sarıkamış Harekâtı sürecinde asker, komuta heyeti, cephe gerisi, lojistik sorunlar, başarısızlığa yol açan aksaklık ve eksiklikler, sivil halkın sosyoekonomik durumuna ilişkin notları dikkatli bir gözlemin, ciddi bir analizin ipuçlarını vermektedir.

Yergök’ün Sarıkamış harekatıyla ilgili olarak; “Felaketle sona eren Sarıkamış muharebelerinden hiçbir fayda görmedik mi? Umulmadık bir mevsimde, umulmadık yerlerden yaptığımız bu harekât Rusları telaşa düşürmüş ve onları bizim ordumuza büyük bir önem vermeye zorlamıştır. Bu nedenle harbin sonraki dönemlerinde Türk Ordusunun üzerine büyük kuvvetlerle gelmek zorunda kalmıştır. Hatta denebilir ki Sarıkamış cephesinde karşımıza fazla kuvvet çıkarılması, Çanakkale’de de Müttefikleri durdurup Rusya’ya gidecek yardımları engellememiz, çarlığın devrilmesine ve Bolşevik ihtilalinin başarıya ulaşmasına etki etmiştir. Avrupa cephelerinde, üzerlerindeki Rus baskısı azalan Almanlar Polonya’yı kolayca istila etmişlerdir” değerlendirmesi tarihçiler tarafından da desteklenmektedir.

Trajik hikâye

Tarihçi Kitabevi tarafından yayımlanan “Sarıkamış’tan Esarete”, 1800 sayfalık anıların yalnızca bir bölümünü oluşturmaktadır. Esir kampındaki günlük yaşam, Türk, Alman, Avusturya, Macar esirlerinin bireysel ve kolektif davranışları, esaretin bu kesimler üzerindeki etkileri, esir kampında kültürel-sanatsal etkinlikler, Krasnoyarsk şehrinin demografik durumu, Krasnoyarsk’ta yaşayan Tatar Türklerinin Türk esirlere yardımı canlı bir şekilde tasvir edilmektedir. Esir kampından kaçış sonrası, Türkistan coğrafyasında kat edilen uzun ve çileli yolun zorunlu konak yerleri olan, Kırgızistan-Bişkek, Özbekistan-Taşkent-Semerkant, Aşkabat, Bakü, Batum üzerinden vatana dönüşün trajik hikâyesi, okuru tekrar o günlere götürmektedir.

Yergök’ün beş yıllık esaret yaşamından, bugün için de uyarıcı dersler içeren anılarından bir bölümü daha paylaşalım: “Mekke Şerifi Hüseyin’in düşman tarafına geçmesi ile başlayan Arap ihtilali, esir Arap subaylarını canlandırdı. Bunlar Ruslara ‘Biz de sizlerdeniz. Bizlere esir muamelesi yapmayın’ diye iddia edip dilekte bulundular.Yeni hükümet bu iddiayı dinledi ve Arapları serbest bıraktı. Bunlar şehirde serbest dolaşmakla kalmayıp kaçma teşebbüsünde bulunan Osmanlı subaylarını ihbar edip yakalatarak esirlikten esirliğe sürüklenmelerine, genel hapishanelere gönderilmelerine neden oldular.”

“Sarıkamış’tan Esarete” geçmişte yaşanan trajedilerden, kayıplardan ders çıkarılmasının zorunluluğunu bir kez daha kanıtlıyor. Asla unutmamalıyız. Ders çıkarılmazsa tarih tekerrür eder!



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları