Olaylar Ve Görüşler

Sağlık Emekçilerine Vefa Borcumuz - Dr. Bülent KERİMOĞLU

08 Mayıs 2020 Cuma

Dünya koronavirüs salgını sürecinde sağlık sisteminin eksikliklerini ve sosyal devlet ilkesinin gereğini sorgularken, ülkemiz salgının kontrolünde ve hastalığa yakalananların tedavisinde başarılı bir sınav vermektedir. Bu başarı; insanüstü gayretle çalışan, özlük haklarının iyileştirilmesinden daha çok, nitelikli sağlık hizmeti, sağlıkta şiddetin son bulması, hasta haklarına saygı, ücretsiz ve herkes için eşit sağlık hizmeti isteyen, piyasacı değil, kamucu ve hümanist hekimlerimizin ve sağlık çalışanlarımızın özverisi ile sağlanmıştır.

Bu başarının arkasında bir yandan laboratuvarlarda aşı ve ilaç geliştirmek için gece gündüz çalışırken bir yandan da ölümcül vakalarla iç içe canları pahasına hastalarını tedavi etmekle uğraşan, evine gitmeden, çocuklarını görmeden hasta bakan, gün aşırı nöbetlerde sabahlayan başarılı hekimlerimiz ve mesai kavramı tanımaksızın hizmet veren tüm sağlık emekçilerimizin fedakârlığı vardır.

Kamucu sağlık  birikiminin başarısı Bugün dünyanın en saygın üniversitelerinde ve hastanelerinde bölüm başkanlığı yapan başarılı klinisyen ve akademisyenlerimiz, Nobel ödülü kazanan, dünya ile rekabet edebilen, deneysel ve klinik çalışmaları en saygın bilimsel dergilerde yayımlanan, gurur duyduğumuz hekimlerimiz var. Bu başarı, Anadolu hümanizmasının etkisi, Cumhuriyetimizin tıp eğitiminin yetkinliği ve geçmişten günümüze gelen kamucu sağlık birikimimizin gücü ile sağlanmıştır.

BU SALGIN BİR MİLATTIR

Türkiye’nin bu süreçteki başarısına, Kurtuluş Savaşı yıllarında sıtmayla, veremle, trahomla, tifoyla hayatını hiçe sayarak mücadele eden sağlık ordumuzun, o günlerden günümüze taşıdığı görev bilinci ve geleneğinin katkısı büyüktür. Salgın hastalıklar ile mücadele adeta savaş gibi görülmüştür. Bu nedenle veremle mücadelenin adı verem savaş, sıtmayla mücadelenin adı sıtma savaştır. Kısaca bulaşıcı hastalıklarla mücadele bizde savaş mantığı ile görülmüş, bu savaşlar, sağlık ordumuzdaki neferlerle kazanılmıştır. Başta hekimlerimiz olmak üzere tüm sağlık çalışanları; yeminine sadık kaldıkları Hipokrat’a, Anadolu tıbbının öncüsü İbn-i Sina’lara, Refik Saydam’lara, Nusret Fişeklere, Türkan Saylan’lara, vatan savunmasında en önde giden tıbbiyelilere, kendilerini yetiştiren hocalarına, canı pahasına hasta tedavi ederken kaybettiğimiz tüm sağlık emekçilerine layık olduğunu bir kez daha göstermiştir.

Bir sağlık sorunu ile karşılaştığımızda beklentimiz; en kısa sürede çağdaş teknoloji ile donatılmış deneyimli hekimlere ve güler yüzlü sağlık personeline ulaşarak en doğru tedaviyi almaktır. Bu beklentileri eksiksiz karşılamak, değil bizim gibi gelişmekte olan ülkeler, en gelişmiş ülkeler açısından bile mümkün değildir. Bu nedenle temel hedefimiz toplum sağlığını önceleyen, ucuz ve kolay ulaşılabilir olan koruyucu-önleyici sağlık hizmetlerinin sağlanması olmalıdır. Oysa son yirmi yılda kamu sağlık hizmetleri yerine özel sektör desteklenmiş, koruyucu-önleyici sağlık hizmetleri göz ardı edilerek tedavi hizmetleri öne çıkarılmıştır. Kurtuluş Savaşı yıllarında dahi aşı ve serum ihraç eden Türkiye’den ilaç, serum ve aşı ithal eden bir Türkiye’ye dönüşmüştür. Ne yazık ki ülkemiz AKP politikaları nedeniyle milli gelirine oranla en çok ilaç gideri olan ülkelerden biri olmuştur. Daha üzücü olan ise; OECD verilerine göre kişi başına koruyucu sağlık hizmetlerine yapılan harcamaların en düşük olduğu ülke Türkiye’dir. AKP hükümetinin sağlıkta değişim dönüşüm gibi parlak söylemleriyle hastaneler kâr amacı güden birer işletme, hastalar müşteri, sağlık çalışanları ise birer tezgâhtar haline dönüşmüştür.

Siyasi geleceğini sıcak para ve tüketim ekonomisine bağlayan hükümet, uyguladığı yanlış politikaların sonucunu yoksul halk yığınlarına ödetirken bu salgının faturasını da yine işçi, emekçi, işsiz ve yoksullara ödetecektir. Neo-liberal politikalarla altı oyulan sosyal devlet anlayışı, yerini sadaka kültürüne bırakmıştır. Anayasal hakların yerini keyfilik almış, yoksullar bağımlı ve partizan” bireylere dönüştürülmüştür. Birkaç yandaşa ve garanti dolar ödemeli kapitalist sermayeye hizmet etmeyi görev haline getirmiş hükümet, artık halkın sağlığını, işini, aşını, eğitimini düşünmek zorundadır.

BAŞARININ GERÇEK SAHİPLERİ

Dünya Sağlık Örgütü’nün de övgüyle bahsettiği bu başarıdan kendine pay çıkarmak isteyenler mutlak olacaktır. Fakat bu pay sahipleri asla pahalı şehir hastaneleri yapanlar, sağlıkta şiddet yasasını zoraki çıkaranlar, piyasacı sağlık anlayışını ülkemize getirenler olamaz. Koruyucu önleyici sağlık hizmetlerini göz ardı edenler,  ilaç ve teknoloji satan kuruluşlara Türkiye’yi pazar haline getirenler, Hıfzıssıhha Enstitüsü’nü kapatanlar, ilaç fabrikalarını yıkanlar, devlet hastanelerini arsaya dönüştürenler bu başarıyı sahiplenemezler. Birinci basamak sağlık hizmetlerini paralı hale getiren, sağlık ocaklarını kapatan, kamu hastanelerini işletme haline dönüştüren, hastaları özel hastanelere müşteri olarak sunan, katılım payı adı altında sağlık hizmetlerini paralı hale getirenler bu başarının ortağı olamazlar. Onlar ancak sağlıkta yıkımın ve özelleştirmelerin sorumlusu olabilirler.

Sonuç olarak başarı sadece özveriyle çalışan sağlık emekçilerinindir. Bu salgın bir milattır. Yeni dönemin temel belirleyicileri üretim, sağlık, eğitim ve adalet olacaktır. Bunlar sağlanırsa temel hak ve özgürlükler, gelir dağılımında eşitlik, medya bağımsızlığı dolayısı ile eksiksiz demokrasi kendiliğinden gelişecektir.

DR. BÜLENT KERİMOĞLU



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları