Olaylar Ve Görüşler

Özgürlük iç siyasete kurban

02 Şubat 2016 Salı

22 Ocak 2016 tarihinde Almanya ve Türkiye hükümetleri, Stratejik İstişareler Toplantısı için Berlin’de bir araya geldiler. Davutoğlu ve Merkel’in yanı sıra iki ülkenin bakanlarının da yoğun katılımına sahne olan toplantının ağırlıklı konuları mülteci krizi ve terörle mücadeleydi.

Terörle mücadele konusunda ortak açıklamalar gelirken, mülteci krizinin çözümünde ise beklentiler ülke çıkarlarına göre değişiyor. Almanya, ülkesine daha az sayıda sığınmacı gelmesi için Türkiye’nin sığınmacı akınına set çekmesini isterken, Türkiye de kendisine taahhüt edilen 3 milyar Avro’yu ve vize muafiyetini istiyor. Kısacası ‘Stratejik İstişareler Toplantısı’ çıkarların öne çıktığı bir pazarlık olarak karşımızda duruyor.
Zira ne Türkiye bulduğu çarelerle Avrupa’ya yönelen sığınmacı akınını durdurabildi, ne de AB tarafından sözü verilen 3 milyar Avro’luk Türkiye yardımının nasıl ve kimler tarafından ödeneceği belirlenebildi. Türkiye’de başta Cumhurbaşkanı Erdoğan olmak üzere, bu pazarlığın en kârlı kazancı olarak gösterilen vize muafiyetine gelince, AB bunu kolay kolay hayata geçirmeyeceğinin sinyallerini verdi.
Başbakan Angela Merkel aslında, Türkiye’nin AB üyeliğine şüpheyle yaklaşan biri olarak biliniyor. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın başını çektiği, İslami ve milli motiflerin ağırlıklı olduğu ‘Yeni Türkiye’ algısı da AB ile pek örtüşmüyor. Kuşkusuz Merkel, Türkiye’deki insan hakları ihlallerinden, gazeteciler üzerindeki siyasi tahakkümden ve ülkenin güneydoğusunda terörle mücadelede sivillerin de zarar gördüğünden haberdar. Ama 2016 yılı, Merkel’in 11 yıllık başbakanlık döneminin en çetrefilli yılı olacak gibi. Zira mülteci krizinde sığınmacılara ülkenin kapılarını açması ve bunun sonucunda AB ülkelerinden destek bulamaması, onu iç politikada iyice köşeye sıkıştırdı. Bu yüzden mülteci sorununa bir an önce çözüm bulması gerekiyor.

Sınır bölge Türkiye
Diğer yandan Almanya’da sığınmacılara karşı eylemler ve şiddet had safhada. 2015 yılında yaklaşık 800 mülteci yurdu olarak kullanılmak istenilen mekân kundaklandı. Bu ortamda Türkiye bulunmaz Hint kumaşı gibi. Çünkü sınır bölge olan Türkiye, Suriye’den gelecek mültecilerin sayısını belirgin bir şekilde düşürebilir. Bunu yapması için AB Türkiye’ye 3 milyar Avro sözü verdi.

Sığınmacılara uygun mu?
Elbette 2 milyonun üzerinde Suriyeli sığınmacıya ev sahipliği yapan Türkiye’nin uzun süredir böylesi bir desteğe ihtiyacı vardı. Ancak söz konusu parasal yardım, mültecilere okul, sağlık ve iş olanağı sunulmadığı sürece Avrupa’ya geçişleri durdurabilecek bir önlem değil. Gerçi Türkiye, Suriye’den gelen sığınmacılara çalışma müsaadesi vermeye başladı. Fakat Türkiye’de de başta gençler olmak üzere işsizlik oranlarının yüksek olduğu biliniyor, ayrıca sığınmacıların ihtiyaçlarını karşılayabilecek bir altyapı da mevcut değil. Türkiye’nin büyükşehirlerine yayılmış mültecilerin yaşadıkları sefalet ve olumsuz koşullar, zaten bunun en açık göstergesi.

Öfkeli bireyler
Almanya bile ülkesinde sayıları 900 bini geçen sığınmacı karşısında, onların ihtiyaçlarını nasıl karşılayacağını ve toplumsal uyumunu nasıl sağlayacağını kara kara düşünüyor. Özellikle sığınmacıların büyük bir bölümünün genç ve çocuklardan oluşması Almanya’nın onların eğitim ve istihdamına yatırım yapmasını gerektiriyor. Zira Almanya gayet iyi biliyor ki, yok sayılan, bir kenara itilen her grup gelecekte bulunduğu topluma dönük bir nefret unsuru olabilir; tıpkı Fransa’da olduğu gibi. Fransa’da yaşanan terör olayları, bu olayların faili olan gençlerin Müslüman olmalarından ya da ebeveynlerinin farklı bir kültürden gelmelerinden kaynaklanmıyor. Onları bu olaylara sevk eden ana sorun kendilerini Fransa doğup Fransız vatandaşı olmalarına rağmen toplumda yer edinememiş, ayrımcılığa uğramış hissetmeleri. Çünkü büyük çoğunluğu banliyölerde yaşayan, eğitimleri yarım kalmış, işsiz, mutsuz ve topluma öfke duyan bireyler.

Türkiye hazırlıksız
İşte Almanya bunu önlemek istiyor. Yani ülkesinde artan yabancı düşmanlığını da göz önünde tutarak, sığınmacıların ülkeye uyum sağlamasını istiyor; gelecekte eksi değil artı değer olmalarını hedefliyor. Türkiye’nin genç ve çocuk sığınmacılar için böyle kaygılarının olmadığını görüyoruz. Türkiye zaten bu hesaplara hiç girmiş değil ve gelecekte olabilecek toplumsal patlamalara tamamen hazırlıksız. Bu sosyal patlamalarsa sadece Türkiye’yi değil, Avrupa’yı da etkileyecek. Kısacası parasal yardım, AB’nin ya da Almanya’nın öngördüğü gibi bir çözüm olamayacak. Belki böylesi yardımlarla bir süreliğine Avrupa’ya gelen mültecilerin sayısı kontrol altına alabilir, ama gelecekteki sığınmacı akınlarına engel değil.

Denge siyaseti
Almanya hükümeti kalıcı çözümlerden çokzamana oynayarak iç siyasetini dengede tutmayı hedefliyor. Ayrıca AB Türkiye’nin üyelikle ilgili öne sürdüğü konuları şimdilik askıya aldı. Zira Türkiye’ye sunulan taahhütler arasında fasılların açılması da var. Tabii bu konudaki öncelik sadece mülteciler değil, kuşkusuz Türkiye’nin ilerleme raporu da olmalıydı. Özellikle temel hak ve özgürlükler ile adaletin işlerliği üzerinden fasılların açılması gündeme gelmeliydi. Çünkü AB, Avrupa değerlerini işaret ederek Türkiye ile yürütülen müzakerelerde bu konularda ilerleme beklediğini vurguluyordu. Ancak konu mülteciler olunca başta Almanya, Türkiye ile yaptığı görüşmelerinde insan hakları, basın özgürlüğü gibi konulara girmekten özenle kaçındı. Bu hükümetler arası Stratejik İstişareler Toplantısı’nda da ayan beyan görüldü.
Merkel, iç siyasetteki mülteci sınavını Türkiye’ye verdiği tavizlerle geçmeye çalışıyor. Bu yaklaşımın Türkiye demokrasisine ve AB değerlerinin inandırıcılığına etkisi ise onun için ikincil konumda gibi. Diğer yandan Türkiye de alınan tavizlerle mülteci krizinden maksimum faydayı yakalamayı hedefliyor. Kısacası Avrupa değerleri olmaktan öte insani değerler olan mülteci sorunu, adalet, basın ve ifade özgürlüğü gibi konular, hem Almanya’da hem Türkiye’de iç siyasete kurban edildi.

ÖZCAN MUTLU
Federal Alman Milletvekili



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları