Yazarlar Günün Köşe Yazıları Spor Konuk Yaşam Tüm Yazarlar
Oryantalist deli gömleği: Truva atı - Seda Ünsar
2000’li yılların başında başlayan siyasi süreç, rejim değişikliği aracılığıyla parlementer demokrasinin tasfiyesi ardından devlet ve toplum yapılarının tarikatlaşmasıyla sonuçlandı. Buna daha önce “Oryantalist deli gömleği” adını vermiştim.
Deli gömleğiydi çünkü söz konusu tasfiye, antidemokratik bir süreç olarak değil, yerli ve yabancı basında sürekli tekrarlanan, aksi yönde bir düşünce, eleştiri veya itirazı “antidemokratik, faşist, (en alakasız olarak da) ırkçı” olarak damgalayan, “ileri demokrasi” ve “sivil vesayet” kodlarıyla gerçekleşmişti.
Oryantalist temellerini ise kısaca şöyle anlatalım. Türklere özel bir “kimlik” tartışması olarak Batı akademisinde inşa edilmiş, laik demokrasinin Türklerin kimliği olmadığı ve Atatürk tarafından faşizan bir biçimde dayatıldığı fikri, hızlı bir meşrulaşma sürecindeydi.
Öyle ki bu süreç, doğal olarak, İslamcı kesimin sarıldığı bir fikir olmanın yanı sıra, sürece pazar ekonomisi mantığıyla bakan liberal kesimin yüzeysel Atatürk değerlendirmelerine de sızmıştı. Örneğin, London School of Economics’te katıldığım bir konferansta, Türkiye’nin en iyi üniversitelerinden birinde bir profesör, Atatürk sekülerizmini antidemokratik olarak tanımlıyor ve ünlü Soğuk Savaş ve Ortadoğu (özellikle İran) otoritesi Fred Halliday bile hem metodolojik hem teorik olarak çalışmayı yerle bir ederken bu tanıma benim gibi şiddetle isyan ediyordu. (Batı’nın Türkiye’yi kimlik olarak ve bir çatışma içinde görme tutkusu o kadar derin ki 31 Mart seçimleri hakkındaki makalemin başlığını bile, Amerikalı editör “Thrasymakhos’un çöken etiği: Türkiye’nin yarışan kimlikleri ve demokratik ruhunun yükselişi” olarak teklif etmişti. Tabii ki tam da eleştirdiğim konu olduğu için reddettim).
‘SİVİL TOPLUM ANLAYIŞI’
Türkleri Türklerden iyi tanıma ve hakkında otorite olma iddiasındaki kibirli Oryantalistler, Türklerin gerçek kimliğinin laiklikle bağdaşmayan (“Çünkü laiklik bir tek Hıristiyanlığa uygundur”) Müslüman Ortadoğu kimliği olduğunu söylerken İslamda sekülerleşme süreçlerinin de bir Batılılaşma hülyası olduğunu iddia ediyorlardı. (Bu iddianın popüleritesini değerlendirebilmek için, Cumhuriyetin ideolojik, tarihi ve felsefi düşmanlarınca benimsemesini değil, örneğin Ece Temelkuran’ın “Ortadoğuluğumuzu keşfetme”sini hatırlayın). Bu iddianın bir yansıması olarak sivil toplum çalışmalarında, tarikatlar, sivil toplum kabul ediliyordu: “İslama uygun olan”, “İslamın sivil toplumu” da buydu.
Oysaki sivil toplumun anlamı, modern toplumun temeli olan seküler rasyonelitedir ve bu rasyonelite de fikren, vicdanen ve iradesinde özgürleşmiş bireyler tarafından üstlenilmiş toplumsal hak ve özgürlükler savunusu demektir. Bu duruma aykırı, bireyin fikir, vicdan ve iradesini yok ederek biat kültürü ile dini otorite altına alan tüm yapılar, sivil toplum değil, bireyi baskı altına alan sivil topluma yönelik tehditlerdir. Birey hak ve özgürlükleri evrensel değerler olduğundan, Batı için ayrı, Oryantalist bakışın tek kimliğini İslam olarak dayattığı Doğu için ayrı düşünülemez.
MODERNİTE SÜRECİ
Üstelik tüm bu Oryantalist ve absürt argümanlar, 1990’lardan itibaren Cumhuriyet Devrimi’nin üzerine, kontrolsüz bir çığ gibi yığılırken çağ postmodern kapitalizm çağı olduğundan, postmodernizmin modernite ve sekülerizm eleştirisi de irrasyonaliteye, bazen istemeden ya da farkında olmadan, yer açmaktaydı. Habermas’ın tam da bu sebeple “Sekülerizme sahip çıkın!” çağrısı çok önemlidir (ki postmodernizm modernite yapılarının göreceli olarak sağlamlaştığı Batı toplumları için bile bir tehditse, modernite yapılarının emperyalizme de maruz kalarak sürekli eritildiği Doğu toplumlarının vay haline).
Oryantalist bakış, modernite ve sekülerizmi, evrensel, ekonomi politik süreçler olarak değil de sadece Hıristiyan Batı kültürünün evrimleri olarak algıladığından, Doğu’nun modernite süreçleri de bir Batı dayatması olarak öne sürülüyordu. Edward Said ve Franz Fanon’u bu anlamda manipüle eden İslamcı akımlar, tuhaf bir oximoron olarak, postmodernleşmiş bir solla da destekleniyordu. Tabii bu solun içinde Kürtçü akımlar da vardı.
Gerçek artık sorgulanmalıydı. Elbette, bu sorgulama moderniteyi göreceli olarak aşmış olduğunu söyleyebileceğimiz Batı için uygun olabilir -ki Habermas’ın çağrısı ona rağmen var. Kaldı ki bu, Weber’in de Marx’ın da anlattığı kapitalizmin kendine has soğuk ruhsuzluğunun yarattığı krizin tetiklediği bir sorgulama olarak ortaya çıkar.
Fakat aynı sorgulama, Doğu’da modernite ontolojisinin birinci ayağı olan laikliği, yani ruhban olmayan (halk) egemenliği ve iradesini, yani demokrasinin bizzat kendisini, gereksiz ya da yanlış bir hakikate dönüştürdüğü için bir manipülasyon olarak ortaya çıkmaktaydı. Çünkü bu sorgulama, laikliği ve uygulamalarını antidemokratik bulan başka bir hakikat sunuyordu.
Oysa, laikliğin olmadığı bir politik alan, demokrasinin zıddı olan teokratik alandır. Ruhban sınıfı egemenliği ve iradesi demek olan teokrasi, ekonomik, politik, etik, ideolojik ve toplumsal alanın, kendini Tanrı ve din temsilcisi ilan eden bir ruhban sınıfının (ulema, molla, şeyh) istediği gibi yorumladığı vahiylere göre, irrasyonel hatta antirasyonel düzenlenmesi demektir.
21. yüzyıl başında, işte bu kavramsal ve teorik çarpıklık içinde, II. Mahmut’tan beri ilerici çizgide olan Türk ordusunun emperyalizmin piyonları tarafından ele geçirilmesi, derin devlet temizliği olarak çarpıtılırken yargının ele geçirilmesi de anayasanın demokratikleştirilmesi olarak dayatıldı. (Anayasanın demokratikleşmesi gereği aşikârdı fakat konunun bu olmadığı da en az onun kadar aşikârdı; konu bu olmuş olsaydı, Türkiye’nin en demokratik anayasası olan 1961 Anayasası’na dönüş bile yeterdi. Konunun derin devletin temizlenmesi olmadığı da aynı oranda aşikârdı. Üstelik, tabii ki tüm bunlar, ilerici olarak, ancak demokratik güçlerce yapılabilir; Cumhuriyetle kavgalı gerici güçlerce değil).
ULUSÇU SOLUN TASFİYESİ
Cumhuriyetin ideolojik, tarihi ve felsefi düşmanlarının, emperyalizmin bu süreç için seçtiği piyonlar olması olağandı. Yine liberallerin bu cephede yer alması da olağandı. Bir, çarpık tarih felsefesi nedeniyle, olanı pazar ekonomisi mantığında eşitlerin demokratik çarpışması gibi algılamış olmaları; iki, bu sürecin aktörlerinin Amerikan neoliberalizmiyle örtüşmesi ve bu sürecin kendi sınıflarını ihya edeceği beklentisi; üç, halkı zaten düşünmeyen bir sınıfsal bencillik.
Olağan olmayan, gerçek aydın sınıfının ve ulusçu solun tasfiyesiyle bunlara eklenen bir sözde aydın ve sözde solun türemiş olmasıydı. Halkın çıkarını savunan ve hakikati gören gerçek aydın sınıfının tasfiyesiyle türemiş olan bu sözde aydın sınıfı aslında yukarıda bahsettiğimiz (ve toplum ve üniversite pozisyonlarını hâlâ koruyan ve bugünlerde bu sefer de bazı iktidar eleştirileriyle popüler olan) liberallerdi. Öte yandan, sözde solu şekillendiren dinamikler, postmodernizm olduğu kadar, ulusçu solun tasfiyesi sayesinde solun içine yerleşebilmiş olan Kürtçülüktü.
Tüm bunlar, Türkiye’ye, hiçbir zaman çoğunluğu temsil etmediği halde, seçim sisteminin azizlikleri aracılığıyla Meclis çoğunluğunu alarak medya, ordu, yargı ve eğitimi ele geçirdikten sonra, toplumu da şekillendirebilen bir iktidarla bir deli gömleği, hem de Oryantalizmin dayanılmaz hafifliğine dayanan bir deli gömleği olarak giydirildi.
Bu Oryantalist deli gömleği, başlangıcı bir Amerikan Frankenstein’ı olan İran Devrimi’ne giden Büyük Ortadoğu Projesi’nin, laik devlet ve toplum yapısına (ulus-devlet) sahip olduğu için, asıl hedefi olan Türkiye’deki ilk ayağıydı. (BOP’un daha görünür sebebi sekiz yıl süren, sonunda Saddam’ın Kuveyt’e saldırtıldığı ve böylece Irak işgalinin yolunun yapıldığı İran-Irak savaşı olsa da İran Devrimi o savaşın da bir öncüsüdür). Bugün, bir zamanlar literatürde adına Arap Baharı denirken benim Arap Kışı* dediğim süreç ve Suriye süreciyle devam eden aynı projenin ikinci ayağıyla karşı karşıyayız.
*Arap Kışı olarak ve Occupy Wall Street Hareketiyle Polanyi ve Wallerstein üzerinden değerlendirilen süreç için bknz, Ortadoğu’da Dönüşüm: Demokrasinin Çıkmazı, Finans Politik ve Ekonomik Yorumlar, 1 Nisan 2012.
Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları
Günün Köşe Yazıları
Video Haberler
- Yeni Doğan çetesi davasında çarpıcı itiraflar
- Canlı tarih müzesi Hisart 10. yılında!
- Teğmenler Yüksek Disiplin Kurulu'na sevk ediliyor
- Tarihçi Yusuf Halaçoğlu'ndan şok iddialar
- TBMM'de 'Etki Ajanlığı' düzenlemesi tartışılacak: Amaç m
- Pera Palas'ta Atatürk Müze Odası
- İmamoğlu’ndan 10 Kasım paylaşımı!
- Donald Trump'ın yeniden başkan olması dünya ekonomisini
- Ege'nin Gündemi'nde bu hafta!
- Dubai çikolatasına rakip
En Çok Okunan Haberler
- Fatih Altaylı ve İsmail Saymaz'a soruşturma
- Albaya verilen ceza belli oldu!
- Çok konuşulacak 'adaylık' açıklaması
- AKP’li belediyeden bir ayda 33 konser
- Mahruki yine yandı
- 'Tarihe not düşmek için geldim'
- Fakülteyi kâğıt üzerinde kurmuşlar!
- A Milli Takım'ın Uluslar Ligi'ndeki rakibi belli oldu!
- Özel görüşmenin ayrıntılarını açıkladı!
- Kılıçdaroğlu mahkemeye davet etti!