Olaylar Ve Görüşler

Muzaffer İlhan Erdost

27 Şubat 2020 Perşembe

Günay Güner

YAZAR

Yaşadığı tüm acılara karşın, bu her biri diğerinden değerli yapıtlarında bilimden, nesnel gerçeklikten, göstergelerin ortaya koyduklarından, dolayısıyla ulusal bütünlük ve yayılmacı karşıtlığı ülküsünden hiçbir zaman ayrılmadı.

Yıl 1956. “Akis”in edebiyat sayfalarında bir imzasız bölüm yayımlanır. Bu sayfaların “Şiirimizin Kaderi” başlıklı bölümünde, şiirimizin, insanı ümitsizliğe düşürecek kadar geriye gidiş içinde olduğu, geçmişi gıpta ile arattıracak bir boşluk bulunduğu, tartışmalara karşın şöyle dört başı mamur bir şiir görülmediği, Orhan Veli, Cahit Külebi, Oktay Rifat, Fazıl Hüsnü Dağlarca, Bedri Rahmi Eyuboğlu, Cahit Sıtkı Tarancı, Attilâ İlhan, Yahya Kemal Beyatlı gibi şairlerin şiirleri gibi bellekte kalan, yinelenen, bellekten okunan şiirlerin yazılmadığı yargılarına yer verilir. 

Bu yazı üzerine Muzaffer Erdost bir yazı yazar. Yayın, “Son Havadis”tir. Tarih 19 Ağustos 1956. Son Havadis’in yönetmeni İlhami Soysal yazıyı ivedi istemektedir; zaman dardır. Erdost, Akis’teki imzasız yazıdaki anlayışı eleştirdiği yazısına son anda “İkinci Yeni” başlığını atar. Yazıda “İkinci Yeni”nin geçmediği hemen görülür. (Yazarın adı ise dizgi yanlışı sonucunda Musaffer olarak çıkar.)

Ne ki Muzaffer Erdost, çok değil birkaç ay sonra, “Pazar Postası”nda, 23 Aralık 1956’da yayımladığı “Bir Şey Söylemeyen Şiir” başlıklı yazısında artık bir kavram, akım adı boyutunda “İkinci Yeni”yi kullanır. 

İlhan Berk, Muzaffer Erdost’a “Adını koydun” der. İkinci Yeni yazısının ayrımına pek varan olmamıştır ama “Bir Şey Söylemeyen Şiir” başlıklı yazı tartışmaları başlatır; tartışanlarca da “İkinci Yeni” adı benimsenmiştir. 

“Bir Şey Söylemeyen Şiir”, “Pazar Postası”nda yayımlanan Ece Ayhan şiirine, Fayton’a karşı Orhan Duru’nun tepkisinden doğar. Yazının başlığı Orhan Duru’nun, “Bu şiir bana bir şey söylemiyor” seslenişinin dönüşmüş durumudur. İkinci Yeni’nin niteliklerinin ilk dillendirildiği yazı olarak (ilginçtir, günümüzden bakınca da güncel,) “Bir Şey Söylemeyen Şiir”in ayrıntılarına inmek gerekir:

“...Bu şiir, bir şey söylerse, söylediği raslansaldır. Yani ozan bir düşünceyi, bir duyguyu, bir olayı anlatmak için mısra kurmaya gitmez. Kelimeleri alır, onlardan mısrasını kurar. Ama sonunda şiir gene bir şey söyler” (s. 30). 

İkinci Yeni

Şiirin bir yazın türü olmaktan çok, doğrudan ayrı sanat sayılmasına dönük savı dillendirir ve “çember” örneğini verir. Çemberin hiçbir yerinde kişioğlunun yaşantısının bulunamayacak olmasına karşın, bir an için yeryüzünden kaldırabildiğinizi varsaydığınızda, hemen hiçbir uygulayım olanağının, kolaylık ve güzelliğin kalmayacağını söyler. İşte şiir...

İkinci Yeni, o günlerin söyleyişiyle, “kendini bırakmış kişioğlu”nun şiiri değildir. Yeni insanın ve yeni insan ilişkilerinin; kolay şiirden zor şiire gidişin şiiridir. Birey ile toplumculuk çatışan değerler değildir. İkinci Yeni’yi bireycilikle, anlamsızlıkla suçlamak dayanaksızdır. Ve kuşkusuz bu şiirin de yetmeyeceği bir zaman gelecektir ve yerini yenisine bırakacaktır. 

Akıma adını vermesinin yanı sıra engin birikimiyle Sol Yayınları ve Onur Yayınları çatısı altında, Marksçı klasiklerin, dil devrimine olan tutkusuyla, Türkçeye kazandırılmasındaki; toplumbilim, siyasa üzerine yazdığı onlarca yetkin yapıtındaki eşsiz özeni, İkinci Yeni tartışmalarındaki çözümlemelerinde de göstermiştir. Erdost, İkinci Yeni’yi açıklamayı sürdürürken anlamsız şiiri savunmadıklarını, anlamsıza değin özgür olmayı savunduklarını; ancak söz konusu yaklaşımlarının, şiir görüşlerinin “anlamsız şiiri” savunmak, istemek biçiminde algılandığını ve yayıldığını belirtir. 

Ve sorar Erdost, “İkinci Yeni oluştu da kötü mü oldu” diye. Kesinlikle çok güzel oldu, çok iyi oldu. Bugün şiir okurunu azaltmak şöyle dursun; Turgut Uyar’ın, Cemal Süreya’nın, Ece Ayhan’ın, Edip Cansever’in... şiir yapıtlarının el üstünde tutulduğu, defalarca yeni basımlarının yapıldığı açık gerçektir. İkinci Yeni’yle, Türk okuru gerçek şiir işçiliğini tanımıştır. İmgeyi öğrenmiştir. Daha önce yok muydu? Kuşkusuz vardı ama ayrı boyutta idi. 

İkinci Yeni’ye karşı, deyim yerindeyse “kalem kavgası” amaçlı yazılar, kitaplar, ilginçtir; Muzaffer İlhan Erdost’un cezaevi cezaevi, mahkeme mahkeme savaşım verdiği; işkence ve eziyet gördüğü dönemlerde yayımlanır. Erdostların yaşamlarında böyle olmayan zamanlar da çok enderdir ya, o da ayrı... İnsanın, “Tam da bireyciyi, siyasa dışı sanatçıyı buldunuz” diye, alaysı seslenesi geliyor...

Ülküsünden sapmadı

Her biri bilimsel evrensel insanlık yapıtı olan Marksçı klasikleri, Türkçemize en yetkin biçimde Erdostlar kazandırdı; hem de canlarından olarak... Yaklaşık kırk cildi bulan, en yakıcı çözümlemeleri içeren Türkiye siyasası kitaplarını Muzaffer İlhan Erdost yazdı. Yaşadığı tüm acılara karşın, bu her biri diğerinden değerli yapıtlarında bilimden, nesnel gerçeklikten, göstergelerin ortaya koyduklarından, dolayısıyla ulusal bütünlük ve yayılmacı karşıtlığı ülküsünden ayrılmaması örnek, bilge bir kişiliğin yansımalarındandır. Yine Erdost usta bir ozan ve ressamdır. Özellikle İlhan Erdost’un öldürülmesinin ardından başlayan dönemde, adına İlhan’ı ekleyişi gibi, hem şiiri hem de resmi alabildiğine çığlıklanır. Kendini sağa sola vuran, yükseklerden bırakan bir çağlayandır. Müthiş şiirlerdir, ağıtlardır... (Erdost, şiirlerini, önceki yapıtı “Havada Kalan Güvercin”le birlikte, son dönem şiirlerini de ekleyerek Kasım 2015’te, “Havada Yanan Güvercin” adıyla yayımladı.)   

Bilge insan, usta yazar-ozan-toplumbilimci-ressam Muzaffer İlhan Erdost’u 25 Şubat 2020’de yitirdik. Savaşım ve acılarla dolu bir yaşam noktalandı. Erdostlar Türk ekinine, Türk tarihine kazındı. Onlara ulus olarak gönül borcumuz sonsuzdur. Işıklarda uyusunlar... 

Kaynak: Erdost, Muzaffer İlhan, “İkinci Yeni-‘Kuzunun Ağzındaki Tilki’”, Onur Yayınları, Kasım 2015



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları