Olaylar Ve Görüşler

Modernite ve aydınlanma

23 Ocak 2016 Cumartesi

Muhafazakâr düşünceye içkin olan modernite ve aydınlanma karşıtlığını bir kenara bırakırsak, 20. yüzyılda bu kavramlara yöneltilen kapsamlı eleştirinin temel olarak iki düşünce okulunda şekillendiğini görürüz.

İki düşünce okulundan ilki faşizmin yükseldiği bir dünyanın deneyimlendiği dönemde düşünce hayatına büyük katkılar sunan Frankfurt Okulu’dur. (Adorno, Horkheimer, Benjamin, Marcuse, Habermas) İkincisi ise 1980’lerden sonra tüm dünyada etkili olan Fransız Postyapısalcı ekolüdür. (Lyotard, Foucault, Derrida, Baudrillard, Deleuze) Özellikle postyapısalcı öğreti, günümüzde bile entelektüelcamiaya neredeyse ambargo koymuş durumdadır.
Avrupa düşünce hayatında oldukça etkili olan bu iki ekol, aydınlanma felsefesini ve moderniteyi rasyonel aklı araçsallaştırdığı için ve tek tipleştirici bir yapıyı tepeden inme dayattığı için eleştirmişlerdi.

Fikri malzeme
Türkiye’de de 1990’lardan sonra akademik literatürde, fikir hayatında ve siyasi eğilimlerde modernite ve aydınlanma eleştirisi geniş bir kabul gördü. Özellikle Fransız postyapısalcı düşünürlerinin geliştirdiği söylem, liberal ve sol liberal çevrelerin uzun bir süredir devam ettirdiği modernite/aydınlanma eleştirisine çok güçlü bir fikri malzeme sağladı.

Radikal modernleşme mi?
Bu topraklarda gerçekleşen radikal modernleşmeci ve aydınlanmacı atılım (genel anlamıyla Kemalizm) hedef tahtasındaydı artık.
Son yıllarda moda olan söyleme göre aydınlanma arkaik bir düşünce akımıydı. Bir pozitif bilim çılgınlığıydı. Yaşanıp yaşanmadığı, yani tarihsel varlığı bile tartışılır hale gelmişti. Modernite ise askeri disiplinle yapılan bir toplumsal mühendislik çalışmasıydı sadece. Böyle yazıldı, çizildi. Böyle algılandı, algılatıldı.

Benzer hatalar
Oysa Frankfurt Okulu da Fransız Postyapısalcı düşüncesi de Avrupa merkezli bir sosyolojiye dayanıyordu. Yaptıkları bir bakıma öz eleştiriydi ve haklılık payı hayli yüksekti. Kabul etmek gerekirse benzer hatalar Türkiye Cumhuriyeti’nin tarihinde de vardı.
Özellikle demokrasi ve özgürlükler konusundaki her türlü yapıcı eleştiri gerekliydi. Ama gözden kaçan bir nokta vardı: Avrupa’da, modernite ve aydınlanmanın kazanımları, geriye dönüşün tahayyül bile edilemeyeceği bir noktaya ulaşmıştı.

Kurumsallaşmış modernite
Yaşlı kıtada kimse kadınları etek giydi, flört etti, boşanmayı istedi diye öldürmüyordu. Orada kimse toplumsal yapının, hukukun, gündelik yaşamın dinsel kurallara göre düzenlenmesi gerektiğini iddia etmiyordu.
Orada sandık başına giden seçmen dinsel hassasiyetlere göre değil, genel olarak kendi sınıfsal belirlenimine göre oyunu kullanıyordu. Orada şehirler asırlar önce planlamış, göç dalgaları çeperlerde dengelenmiş, çağdaş kent yaşamının kültürü yeni gelenlere az çok verilebilmişti. Orada kişi başına düşen eğitim yılı ortalaması ilkokul seviyesinde değildi. Orada resmi tatillerde otobanlar kan gölüne dönüşmüyordu çünkü makine ile onu kullanan insan arasında sanayi toplumunun gereği olan bir disiplin ilişkisi gelişmişti...
Bu ve benzeri birçok gösterge Avrupa’nın modernite ve aydınlanma düşüncesini yüzyıllar içinde kurumsallaştırdığını gösterir. Biz de ise modernite ve aydınlanmanın potansiyel kazanımları tam olarak elde edilmeden, onları yerle bir etmeye vardı iş.
Neticede de ortaya çıkan kentsel, toplumsal ve siyasal manzara kimseyi memnun etmedi. Şimdi sıra yıllardır buldukları her mecrada modernite ve aydınlanma eleştirisi yapanların özeleştirisinde değil mi?  

EMRE CANER
Yazar



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları