Olaylar Ve Görüşler

Kutuplaşan dünyada Türkiye’nin yeri - KADİR SERKAN SELÇUK

29 Temmuz 2024 Pazartesi

Cumhuriyetin kuruluşu, Osmanlı Devleti’nin gerileme döneminde başlayan modernleşme hareketlerinin son aşamasıydı. Buna göre kurulan devletin ve toplumun rotası belirlenmiş, kimilerince çağdaş uygarlık kimilerince Batılılaşma olarak isimlendirilen yola girilmişti. Cumhuriyetin kurulmasının ardından yapılan devrimler bu yolda atılan adımlar olarak tarihe geçti.

Bu hareketlerin karşısında olanların önemli bir bölümü, gericiliklerinin paravanı olarak Doğu’nun görkemini ve üstünlüğünü öne sürdüler. Bir başka deyişle, Doğu övgüsü maskesi altında ortaçağa duyulan özlem dile getirilmekteydi. Bu, Osmanlı’nın en büyük ve korkulan devlet olduğu günlere dönüş isteğiydi. Oysa Batı teknik ilerlemelerle birlikte Aydınlanma çağına ulaşmış, eski devirlere dönüş imkânsızlaşmıştı.

Gerici zihniyet, bu gerçeği hep görmezden geldi ve bu anlayış yukarıda da belirtildiği gibi “Biz Doğuluyuz” sözüyle günümüze kadar sürdürüldü. Böylece Aydınlanma çağının karşısına ortaçağ çıkarılıyor ve çağdaş uygarlık hedefinin toplumumuza uymadığı savunuluyordu.

ÇAĞDAŞ UYGARLIK

Batı’nın küçümseyici ve ötekileştiren tavrı, bu görüşü desteklemek adına en çok dile getirilen savunmalardan biriydi. Gerçekten de Batı, insanlık adına yarattığı kazanımların yanı sıra kapitalizme geçiş sürecinde ve sonrasında emperyalist döneme girmiş, yoksul ülkeleri bir sömürü alanı olarak görmüştü ve iki büyük dünya savaşı yaşanmıştı.

Ancak Cumhuriyetin kurucu kadrosunun hedefi; Batı’nın bu yönünden ziyade Fransız Devrimi ile insanlığa kazandırılan laiklik, demokrasi, insan hakları gibi kavramları topluma benimsetmek ve çağdaşlığı yakalamaktı. Aynı kadroların “Batılılaşma” yerine “çağdaş uygarlık” kavramını kullanmalarının nedeni de buydu.

Bugün dünya iki ayrı kampa bölünmüş durumdadır. Yakın zamanda çıkabileceği hesaplanan üçüncü dünya savaşının cepheleri, en kaba ayrımla ABD öncülüğündeki Batı ile Çin öncülüğündeki Doğu olacak gibi görünmektedir. Yani bir tarafta emperyalist diğer tarafta ise antidemokratik ve dünya egemenliğini ABD’ye bırakmak istemeyen güçler birbirleriyle çarpışacak, önceki savaşlarda olduğu gibi olan yine insanlığa olacaktır.

Türkiye işte bu iki cephenin tam merkezindedir. İki tarafın birinden yana alınacak bir tavır ülkeyi adeta bir ön cephe durumuna sokmasının yanında, Türkiye’yi muhtemel savaşın en güvenliksiz bölgesi haline getirebilir.

Bu şartlar, taşıdığı risklerin yanı sıra Türkiye’ye değerlendirebileceği fırsatlar da sunmaktadır. İki tarafa da eşit mesafede duran, barışı, insan haklarını, demokrasiyi ve insanlığın geleceğini savunan bir Türkiye, bu duruşuyla savaş istemeyen ve bunun doğuracağı sonuçların farkında olan güçlere öncülük edebilir. Böylelikle Doğu ile Batı arasında sıkışmaktansa barışçıl yeni bir geleceğin önünü açabilir. Ancak mevcut iktidarın bu fırsatı değerlendirebilecek kadar açık görüşlü ve cesur davranabileceği ise kuşkuludur.

KADİR SERKAN SELÇUK

YAZAR



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları