Olaylar Ve Görüşler

Krizi fırsatçılığa dönüştürmek

23 Mart 2020 Pazartesi

Prof. Dr. Nazife Güngör 

Üsküdar Üniversitesi İletişim Fakültesi 

Kitlelerin karakteri genellikle kriz dönemlerinde kendisini net olarak ortaya koyar. Çünkü niteliği ne olursa olsun krizler insanlarda panik ve kaygı yaratır. Özellikle de yoksunluk, açlık ve ölüm korkusu gibi sonuçlara yol açma tehlikesi olası kriz durumlarında insanlar aklın ve mantığın sınırlarını aşarak duygu yönlendirmeli alana girerler. Krizin toplumsal tehdit alanı genişledikçe panik ve kaygının dozu da yükselerek kitlesel niteliğe bürünür. Böyle durumlarda kitle dinamiği harekete geçer ve insanlar bireyselliklerini arka plana iterek kitlenin duygu temelli dinamiğine uyum sağlar. Kitlesel dinamik ise insanlık tarihinin çeşitli dönemlerinde örneklerine sıkça rastlandığı üzere aklı dışlayarak tümüyle duygusal dürtülerin yönlendirmesiyle işler. 

Toplumun karakteri belirleyici 

Son günlerde Çin’den başlayarak tüm dünyaya korku salan koronavirüs giderek kitlesel düzeyde bir panik ve kaygı durumu yaşanmasına neden oluyor. Virüsün etkisini gösterdiği tüm ülkelerde hiç kuşkusuz aynı panik, kaygı ve korku yaşanıyor, ancak dışavurum biçiminde önemli farklılıklar da dikkati çekiyor. Öyle sanıyorum ki her toplum kendi moral karakterine göre birtakım davranış biçimleri sergiliyor. Örneğin, virüsün ilk saptandığı ülke olan Çin’de binin üzerinde ölümcül vaka ortaya çıkmakla birlikte, en azından medyadan gözlemlediğimiz kadarıyla halk arasında bizdeki gibi bir panik durumu yaşanmadı. Orada da insanlar hiç kuşkusuz ölüm korkusu yaşamakta, panik ve kaygıya kapılmaktalar, ancak bizdeki gibi yoksunluk ve açlık korkusuyla marketlere saldırı olmadı. Önlemler alınıyor, karantina uygulamasına gidiliyor, ama insanlar alışveriş merkezilerine saldırıp ne bulurlarsa evlerine taşıyıp stok yapmıyorlar. Almanya, İngiltere, Fransa gibi Avrupa ülkelerinden de yansıyanlar bu şekilde değil. Medyanın aktarımlarına bakılacak olursa bu konuda bizimle en çok benzerlik gösteren ülke İtalya. Her iki ülkenin ekonomik durum, işsizlik düzeyi, eğitim durumu, coğrafi benzerliği vb. özellikleri belki de kriz dönemlerindeki kitlesel duygu durumlarının da benzer biçimde yansımasına neden oluyordur. Her iki toplumun da üretimden çok tüketim merkezli bir yaşam biçimine sahip olması, eşitsiz gelir düzeyi nedeniyle toplumda yaşam standartları açısından önemli uçurumların bulunması, siyasal istikrarsızlığın insanlarda güvensizliğe neden olması vb. açılardan önemli benzerliklerin söz konusu olduğu ve bunların da her iki toplumdaki kitle dinamiğinin aynı biçimde işlemesine yol açtığı söylenebilir. 

Ekonomik çöküş paniği etkiler 

Özellikle de ekonomik koşullar toplumların karakterini ve de kitlelerin dinamiğini belirlemek açısından en önemli faktör. İnsanlar eğer içerisinde bulundukları yaşam koşullarında zaten yeterince güvende değillerse kriz durumlarında bu güvensizlik çok daha belirgin hale gelerek yaşam kaygısına ve paniğe dönüşmektedir. Dahası insanlar içerisinde yer aldıkları yaşam koşullarında zaten yoksunluk ve yoksulluk çekiyorlarsa, kriz durumlarında bu yoksunluk ve yoksulluk duygusu onları paniğe, hatta çoğu zaman moral çöküntüyü de beraberinde getiren bir panik durumuna sürükleyebilmektedir. Ölümcül bir virüsün yayılma tehlikesinin söz konusu olduğu panik durumunda eğer insanlar ölüm korkusundan daha çok aç kalma korkusuna kapılarak hışımla marketlere dalıyor ve talan edercesine rafları boşaltıyorsa gelinen noktada durum gerçekten vahim demektir. Toplumda, panik durumunda kendisini açığa vuran bu yoksulluk, yoksunluk ve aç kalma korkusunun yalnızca bu kriz özelinde değil, çok daha genel düzeyde, ama tüm ayrıntılarıyla ele alınıp incelenmesi gerekmektedir. 

Krizi fırsatçılığa dönüştürenler 

Böyle durumlarda bir de krizden fırsatçılık çıkaranlar var elbette. Türkiye’de ilk koronavirüs vakasının görülmesiyle birlikte insanlar marketlere dalmak üzere evlerinden çıkarken, raflardaki etiketler çoktan değiştirilmiş, olası hedef ürünler –makarna, pirinç, un vs. - dayanıklı gıdaların fiyatları birkaç katına çıkmıştı bile. Birileri yoksunluk ve açlık kaygısının yarattığı panikle yollara düşerken, başka birileri de bu kaygı ve paniği fırsatçılığa dönüştürmektedir. 

Ahlaki sapkınlık ve fırsatçılık 

Tam da bu noktada moral ya da ahlak dediğimiz kavram akla gelmekte. Kriz durumlarının insanlarda panik yarattığı, bunun da çoğu zaman toplumda ahlaki çöküntüye yol açtığı yönünde çeşitli entelektüel ve bilimsel analizler yapılmaktadır. Ancak bu konuda tam da böyle düşünmediğimi belirtmek isterim. Özünde iyi ve ahlaklı olan bir kişi kriz ve panik durumunda da bu karakterini korur, hatta çok daha güçlü biçimde yansıtır diye düşünüyorum. Aynı şekilde bir toplum da potansiyel olarak iyi ve ahlaklıysa kriz ve panik durumlarında onun bu karakteri kenetlenme, paylaşım, yardımlaşma vb. davranışlar biçiminde yansımalı. Aksi takdirde eğer bir toplumda kriz ve panik durumunda insanlar birbirlerinin zaafları, korkuları, kaygıları üzerinden çıkar sağlamaya çalışıyorlarsa burada ahlaki açıdan da önemli bir sorun var demektir. Dolayısıyla da kriz ve panik durumlarında kitleleri yönlendiren şeyin yalnızca akıldan sapma ve duygusallık olmadığını, aynı zamanda ahlaktan sapma ve fırsatçılık olduğunu da burada belirtmek isterim. 

Ne yapmalı? 

Toplumların kriz ve panik durumlarında akli ve ahlaksal sapkınlığa düşmemeleri, kitlesel duygu durumunun da paylaşım, yardımlaşma ve karşılıklı anlayış biçiminde işlemesi için kendi kendisine yetebilen, ekonomik açıdan kendisini güvende hisseden, istikrarın egemen olduğu bir toplumsal ortama gerek bulunmaktadır. Bunun öncelikli yolu ise tüketim temelli bir toplumdan üretim temelli bir topluma yönelimdir.



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları