Olaylar Ve Görüşler

Islamcılık iflas mı etti?

15 Ekim 2015 Perşembe

2008’de başlayan sistem krizi, kültürcü ideolojinin altını oyup boşalttı, çünkü kültürcü argümanlarla örtülemeyecek kadar sorunlu bir dünya var artık.

1970’lerin başında yaşanan petrol krizi ve yükselen petrol fiyatları sayesinde Ortadoğu’da yeni merkez ülke haline gelen Suudi Arabistan, tüm Sünni Ortadoğu’yu (Rabıta üzerinden de Türkiye’yi) etkiledi. Bu etki, Ortadoğu’da ‘Ulus inşası ve milli kapitalizmler’ sisteminin bozulmaya başladığı döneme denk gelmişti. Siyaseti ilahi temellere dayandıran ve “tek doğru”nun tekeline sahip olduğu iddiasındaki modern teolojik politika, Ortadoğu’da zayıflayan seküler ideolojilere alternatif olduğu iddiasındaydı.
Kendine “şirk” koşmayan, (yani sahibi olduğunu düşündüğü “tek ilahi doğru”yu başka hiçbir siyasi görüşle tartışmayan ve iktidarı kimseyle paylaşmayan) en popüler yeni dincilik türü, ‘İslamcılık’ oldu.

Milli kapitalizm
Ortadoğu’da 1920’lerde başlayan modernleşme ve kapitalistleşme furyası, devlet sektörünün özel sektörü dengelediği veya ondan daha güçlü olduğu bir milli kapitalizmi esas alıyordu. Bu dönemin sistemsel özellikleri, 1970’lerde bozulmaya başladı.

İlk İslamcılar
Petrol krizi sonrasında ilk İslamcılar piyasaya çıktığında, Ortadoğu ülkelerinde yaşayan fakir halk, modern gelecek perspektifini yitirmiş, evrensel ilerleme idealinden kopmuştu.
İşte İslamcılık, ortak özelliği sekülerlik olan milli kapitalist/ sosyalist devleti yeni ilahi ideolojisiyle değiştirip ona yeni can vereceği iddiasıyla popüler oldu.
Üstelik reel sosyalist coğrafyada terk edilen Batı karşıtlığını da “antiemperyalizm” söylemiyle yeniden canlandırdı. Ama bu kadar etkili olabilmesini, neoliberalizme ve yeni konjonktüre borçludur. Neoliberalizm, milli sınırlar ötesi globalleşen firmaların yeni kapital birikimi için yağmalanacak alan ararken “kamu malını keşfetmeleri” devridir.
Varlıkları düzenli olarak özelleştirilip satılan, kurumları firmalara pazarlanan ve bu nedenle gelirleri sürekli düşen ulus devletler hızla zayıfladılar.
Toplumun alt gelir grubu ve orta alt gelir grubunun bugün de İslamcı partileri seçmelerinin temel nedeni, neoliberal süreçte devletin terk ettiği sosyal-devlet hizmetlerin birçoğunu İslami cemaatlerin üstlenmesi ve buradan kurgulanmış bağımlılıklar ve alışkanlıklardır.
İslamcılar, siyasi bağımlılığın en sağlam türünün ekonomik bağımlılık olduğunu çabuk öğrendiler.

İslami politikacılar
Kültürcü Hantington ideolojisi, dünyayı kültürel bölgelere ayırıp Türkiye’yi de “İslam medeniyeti” coğrafyasına koyuyordu ve o coğrafyada “geleceği temsil edenler” de, olsa olsaİslami politikacılar olabilirdi, Batıya has özellikler taşıyan sekülerler değil. İslamcılar, Batı’nın kültürcülük yanılgısını sonuna kadar kullandılar.
2008’de başlayan sistem krizi, kültürcü ideolojinin altını oyup boşalttı, çünkü kültürcü argümanlarla örtülemeyecek ve açıklanamayacak kadar sorunlu bir dünya var artık.
Sistemin kriz ideolojisi olarak hızla gereksizleştiğini anlayan İslamcılık, Batılı demokrasi isteyen Arap Baharı’ndan ve sonra teolojik politik fabrika ayarlarına geri döndü ve “teolojik tek doğru” bildiği adına kapitalizmin yaşayabilmesi için gerekli asgari demokratik koşulları da ortadan kaldıran düzenlemeleri hayata geçirmeyi denedi. Ama sistem, artık böyle düzenlemeleri taşıyabilecek esnekliğe sahip değil.
IŞİD’de somutlanan son İslamcılık türü ise, insanı bile köle pazarında alınır satılır bir meta haline getiren, sürdürülemez nepotist vahşi bir neoliberalizm türünün son savunucusu haline geldi. İslamcılığın ve diğer kimlikçi ideolojilerin iflasıyla giderek büyüyen boşluğu, kutsal değerleri dışlamayan yeni seküler etik ile sorunlara sosyo- ekonomi üzerinden yaklaşan yeni Sol dolduruyor.

Selçuk Salih Caydı Yazar

 

-

 

Çatışma iklimindeki seçim

 

Başkentin merkezinde patlatılan bombalar, aslında ülkemizin beyninde, halkımızın yüreğinde patlatıldı. Ülke derin bir acıya, toplum kara bir yasa boğuldu.

Ankara’da yaşananlar aynı zamanda toplumun belleklerine de kazındı. Hem de silinmemecesine... Ve doğrusu uzun süre de belleklerimizden silinmeyecek.
İnsanımız acısını, yasını yüreğinin derinliklerinde yaşarken, bir yandan da olayın siyasal ve sosyal boyutlarını irdelemek ve bu gelişmelerden ders çıkarmak gerekiyor.

Nasıl bu hale gelindi?
Türkiye hızla Ortadoğulaşıyor. Giderek bir Suriye, bir Irak haline geliyor. Ülkemiz terörün, şiddetin at oynattığı bir ülke haline geldi. Bu duruma gelinmesinden en başta sorumlu olanlar, elbette 13 yıldır ülkemizde erki tek başlarına ellerinde tutanlardır. Türkiye, hızla Ortadoğu bataklığına sürükleniyor.
Ortadoğu coğrafyasında yaşanan çatışmaların tarafı haline getiriliyor. Dış politikada ‘sıfır sorun’ hedefiyle yola çıkanlar, ülkemizi bütün komşularımızla kavgalı hale getirdiler. Ortadoğu’da ‘oyun kurucu’luğa soyunanlar, hazırlanan oyunların altında kaldılar.
Ülkemizde şiddetin, terörün bu denli tırmanmasında, izlenen dış politikaların hatasının, yanlışlığının büyük payı vardır. Bir başka temel yanlışlık da ülkede gerginliğin, kutuplaşmanın, ötekileştirmenin sürekli tırmandırılmasıdır.
Siyasal çıkarları için bu politikaları güdenler, halkımızı ayrıştıranlar, ülkemize en büyük kötülüğü yapmaktadırlar. Ülkemizde toplumsal barış berhava edilmiştir.

Sakat yönetim
Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşundan bu yana temel politikası olan, Mustafa Kemal Atatürk’ün ‘Yurtta barış, dünyada barış’ yaklaşımını anımsamanın ve anımsatmanın tam zamanıdır. Etnik kimlik, mezhep ve dinsel inanç ayrımlarını öne çıkaran, güncel siyaseti böylesi temeller üzerine kuran bir anlayış, ülkemize en büyük kötülüğü yapmaktadır.
Ülkemiz maalesef uzun süredir böylesine sakat yönetim ve siyaset anlayışlarının egemenliğindedir. Yapılması gereken, bu anlayışların hegemonyasından hızla kurtulmaktır. Ülkemizde etkin hale gelen kutuplaşma, çatışma ikliminin değiştirilmesidir. Ülke içinde, dışında, yakın çevremizde barış düşüncesini ve yaklaşımını egemen kılmaktır. Demokrasiyi toplumca içselleştirmek ve demokrasi temelinde tüm siyasal dinamikleri buluşturmaktır.

1 Kasım çok önemli
Ülkemiz kritik günler yaşıyor. 7 Haziran seçiminin sonuçlarını beğenmeyenler, halkımızı zorunlu olarak 1 Kasım’da bir kez daha sandığa götürüyorlar. Ankara’da yaşanan son terör saldırısı, ülkemizde siyasal ve toplumsal yaşamı daha da kritik hale getirmiştir. Şimdi 1 Kasım seçimlerinin önemi daha da artmıştır. İçinde bulunulan darboğazdan çıkılması için, 1 Kasım seçimleri bir kaldıraç işlevi görebilir. Bunun için cumhuriyete, demokrasiye ve toplumsal barışa sahip çıkacak bir yeni dönemin ülkemizde etkin kılınması gerekiyor. Düşmanlıktan, gerginlikten medet umanların bir başka amacı da halkımızın moralini bozmak, umutsuzluğa itmek ve demokrasiden, siyasetten umudunu kesmesini sağlamaktır. Bu oyunlara gelinmemeli, oyunlar bozulmalıdır.

Seçimin ana teması
Her seçimin ana bir teması vardır. 1 Kasım seçiminin ana teması da toplumsal barış ve demokrasidir. Bu seçimin temel sorusu, ‘demokrasi mi yoksa diktatörlük mü?’ sorusudur. Diğer tüm sorunlar ve sorular ikincildir.
1 Kasım’da halkımız, adeta aydınlıkla karanlık arasında bir tercihte bulunacaktır.
Biz yaşanan tüm olumsuzluklara karşın, geleceğe olan umudumuzu korumak istiyoruz.
Siyasal mücadelede umudu diri tutmak önemlidir. Toplumsal mücadele, inancı, heyecanı, coşkuyu içinde taşır. Toplum, aydınlık geleceğe olan inancını hiçbir zaman yitirmemelidir.  

MEH MET ŞAKİR ÖRS Gazeteci – Yazar



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları