Olaylar Ve Görüşler

İktidarın 'baş belası' internet

17 Eylül 2015 Perşembe

İnternet ve internet ile beraber ortaya çıkan dijital teknolojilerin demokrasiye etkisi ile ilgili kötümser (distopik) ve iyimser (ütopik) görüşler yaygın. Sosyolojiyi iyi bilen teknologlar ve teknolojiyi iyi bilen sosyologlar ise, iyimser ve kötümser senaryoları 15 yıldır tartışıyor. (Münazaraların en yenisi için bkz: http://to.pbs.org/1UP23pt)

Bu yazının konusu bu tartışmalara bir katkı yapmak değil. Sadece şu gerçeğin bilinmesi gerekir: İnternet otomatik olarak demokrasiye olumlu veya olumsuz bir katkı yapmaz. Demokratik güç odakları, interneti toplumun bilgilenmesi ve gerektiğinde örgütlü bir demokratik katılımcılığı teşvik amacıyla kullanır. Antidemokratik güç odakları ise bunu engellemek ve toplumu manipüle için interneti kullanır. İnternetin hangi güç odağına daha iyi hizmet edeceği ise, hangi kullanıcıların daha üstün bilinç, bilgi ve örgütlenme yeteneği olduğuna bağlıdır.

 

Siyasi iktidar ne yapıyor?

Gezi olayları sırasında, özellikle sosyal ağlar üzerinden toplumsal örgütlenmenin ve ulusal sınırları aşan haberleşmenin başarı ve gücünü gören zamanın Başbakanı Erdoğan, sosyal ağları “baş belası” olarak nitelemişti. Birkaç ay sonra ise “sosyal ağlarda güzel şeyler oluyor” dedi. Çünkü o arada, tahminlere göre 6 bin kişiyi örgütleyen AKP, sosyal ağlar üzerinde bir propaganda, dezenformasyon ve manipülasyon süreci başlatmıştı. Fakat bu trollerin pek de başarılı olamadığı görülünce, yine “baş belası” söylemine geri dönüldü ve interneti siyasi iktidarın amaçları yönünde kontrol edebilmek için 5651 sayılı yasada olumsuz değişiklikler yapıldı.

İnterneti kontrol altında tutmaya kararlı görünen siyasi iktidar (ki Cumhurbaşkanı da buna dahil), sanırım bir gerçeği gözden tamamen uzak tutamıyor: bir siteyi toptan kapatmak, çok kaba bir sansür uygulaması olarak ülkemizde ve dünyada dikkat çekiyor. Ayrıca, bilinçli yurttaşımız artık VPN hizmetleri sayesinde sansürlenmiş sitelere girebiliyor. Dolayısıyla siyasi irade, ancak çok zorda kalınca başvuracağı sansür yerine, internette iletişim ve haberleşmeyi zorlaştırma ve aksatma yöntemini tercih edecektir. Bunu nasıl yapabilir? Telekomünikasyon iletişim altyapısının yüzde 99’a yakını Türk Telekom ve Turkcell’in elinde. Bu iki firma yönetim kurullarının ağırlıklı olarak AKP atamalarından oluştuğunun bilinmesi ile bu soru rahatlıkla yanıtlanabilir.

 

Cumhuriyet’e sansür

Şeffaflığın olmadığı bu ortamda yapabildiğim incelemeler sonucu, geçen günlerde Cumhuriyet gazetesine erişimin aksatılmasının, telekomünikasyon hatlarından kaynaklandığını sanıyorum. Yaklaşan seçimler sürecinde, özellikle de seçim günü, somut bir sansür uygulanmasa bile, telekomünikasyon hatlarında benzer yavaşlama, engelleme ve aksama olabilir.

 

Yurttaş ne yapmalı?

Bireysel bağlamda, yurttaşımıza düşen, öncelikli olarak VPN hizmetlerini kullanmayı öğrenmesidir. Önerim, en basit ve ücretsiz olan Zenmate’dir. Bunu https://tr.zenmate.com/ sitesinden kolayca öğrenip indirebilirsiniz. Fakat sansürlü bir siteye girmeye yarayan VPN hizmeti ile iletişim hatlarındaki engelleme aşılamaz. Birey, VPN ile aşamadığı bir erişim sıkıntısı yaşanıyorsa, başkaları ile haberleşerek iletişim hatlarında kasten yapılan bir yavaşlatma olup olmadığını anlamaya çalışmalıdır. Eğer böyle bir yavaşlatma varsa, derhal bir yandan servis aldığı firmaya bunu şikâyet ederken diğer yandan danoter yoluyla bunu tespit edip BTK’ye şikâyet etmesi gerekir. Zaman alıcı da olsa bunun yapılması bir yurttaşlık görevidir, anayasal hak olan haberleşme özgürlüğüne sahip çıkmaktır.

 

Haklara sahip çıkmak

Yukarıdaki bireysel çabalar gereklidir ama yeterli olabilmesi için, örgütlü olması gerekir. Haberleşme ve iletişim hakları yönündeki girişimlerin örgütlü, hızlı ve güvenilir bir şekilde gerçekleşmesi için de, Oy ve Ötesi gibi oluşumlara, Telkoder gibi güvenilir ve bağımsız STK’lere ve özellikle CHP’ye önemli görevler düşüyor.

Özetle, internetin antidemokratik güçler tarafından etkin bir şekilde kullanılmasını önlemek, ancak demokrat yurttaşların, STK’lerin ve siyasi partilerin bilinçli, bilgili ve örgütlü bir dayanışma ile internete, dolayısıyla haberleşme ve iletişim gibi anayasal haklarına sahip çıkması ile mümkündür.

Prof. Dr. Osman Coşkunoğlu
22. ve 23. Dönem Milletvekili

DGM'ler ve demokrasi mücadelesi

Geçmişte DGM ve Tariş direnişlerini yaşayan, 12 Mart’ların, 12 Eylül’lerin içinden süzülüp gelen bizim kuşağımızla, bugünkü kuşakların deneyimlerini ortaklaştırmasının yararlı olacağına inanıyoruz.

Demokrasi mücadelesi için önemli derslerle dolu olan DGM direnişini, kısaca anımsayalım ve anımsatalım. 1970’li yıllarda, dünyadaki gelişmelere koşut olarak hızla örgütlenen ve giderek güçlenen emek hareketi, DİSK’i nicelik ve nitelik olarak çok etkin bir konuma getirmişti. Bundan rahatsızlık duyan dönemin siyasal iktidarı, hem emek hareketini ve hem de toplumsal muhalefeti sindirebilmek amacıyla, olağanüstü mahkemeler olan DGM’leri gündeme getirdi.

İşte işçiler, emekçiler, yurtseverler, bu antidemokratik mahkemelerin yasalaşmasına karşı çıktılar. Toplumsal muhalefetin ve halkın geniş kesiminin desteğini alan DİSK, bütün ülkede direnişe geçti. 16 Eylül’de başlayıp 20 Eylül’e kadar süren direniş başarıyla sonuçlandı. DGM yasası engellendi.

 

‘DGM’yi ezdik...’

Direnişin bizce en önemli boyutu, o güne kadar hep kendi ekonomik talepleri için harekete geçen işçi sınıfının, DGM gibi siyasal bir konuda açıktan tavır koymasıydı.

Aslında bu gelişme, sonraki günlerin ve dönemlerin habercisiydi. İşçi sınıfı başta olmak üzere toplumun tüm dinamik kesimleri hızla politikleşiyordu... Ve politik mücadele de giderek sertleşiyordu...

O dönemde gerçekleştirilen direnişler, eylemler, etkinlikler; işçi sınıfının sendikal ve siyasal mücadelesini hayatın içinde bir koza gibi örmüştü. Bütün bu mücadeleler, ülkemizin toplumsal mücadele tarihinde yerini aldı ve derin izler bıraktı...

 

Direnişten bugüne...

39 yıl sonra DGM direnişine bugünden bakınca neler görüyoruz? Öncelikle işçi hareketinin o yıllardaki bilinç ve örgütlülük düzeyi öne çıkıyor. Elbette toplumsal muhalefetin ve siyasal hareketlerin hakkını da teslim etmek gerekiyor. Dönemin ana muhalefet partisi CHP’nin, başta DİSK olmak üzere sendikal örgütlenmelerle, emek hareketiyle bağlaşıklığı ve dayanışması da önem taşıyor.

Bizce DGM direnişinin altı çizilmesi gereken iki önemli yönü var. Birincisi, diğer birçok grev ve direnişlerde daha çok ekonomik istemlerle harekete geçen işçi sınıfının, DGM’ler gibi daha çok siyasal yanı ağır basan bir konuda bu denli ön alması ve kararlılık göstermesi. İkincisi ise bu direnişin başarıya ulaşması, sonuç alması ve ‘DGM’yi ezdik...’ sloganında ifade edildiği üzere, o dönemde DGM’lerin engellenmesidir.

DGM direnişi, başta sendikal ve siyasal örgütlenmeler olmak üzere, herkes için önemli derslerle doludur. Bizce en önemli ders ise ekonomik ve siyasal mücadelenin ve onların örgütlerinin ortaklaştırılması, dayanışması ve bağlaşıklığıdır. Utkuya ulaşan DGM direnişinde başarıya giden yolun temelleri böyle atılmıştır.

 

İhtiyacımız yeni utkular

Ülkemizde ve dünyada yaşananlar, sendikal mücadeleden, emek hareketinden ve toplumsal mücadeleden çok şeyler alıp götürdü. Ancak biz her şeye karşın değerlerimizi ve umudumuzu koruyoruz.

Son olarak yaşanan Gezi eylemleri süreci, bu konuda umutlarımızı tazeledi, yeniledi. DGM direnişi örneğinde olduğu gibi, bugün de yeni utkulara, yeni başarı öykülerine ihtiyacımız var.

Günümüzde bu ihtiyaç o kadar yaşamsal ki, aynen ekmek gibi, su gibi...

Ve inanıyoruz ki yeni başarı öykülerini de yine işçisiyle, emekçisiyle, aydınıyla, sendikacısıyla, siyasetçisiyle; bu ülkenin ilerici yurtsever yurttaşları olarak hep birlikte yazacağız...

Mehmet Şakir Örs
Gazeteci-Yazar



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları