Olaylar Ve Görüşler

HDP’ye Baraj Kumpası

30 Nisan 2015 Perşembe

Ne Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın ne de Öcalan’ın 7 Haziran’da barajı aşmış HDP’li bir Türkiye’de siyasi gelecek planları olabilir.

Seçim barajını geçen HDP’nin Kürt siyasi hareketinin ağırlık merkezine oturması ve güçlenmesi, buna karşılık Öcalan/PKK’nin güç kaybetmesi yüksek bir olasılık.

HDP barajı aşarsa
Daha da önemlisi HDP barajı aşarsa, AKP’nin tek başına iktidarının sonlanması, AKP’li veya AKP’siz koalisyonlar güçlü olasılık. AKP-HDP koalisyonu da olsa HDP’nin başkanlık sistemine karşı kesin duruşu ayrı risk.
HDP başkanlık için ikna edilse dahi AKP-HDP ortaklığında hazırlanacak anayasanın referandumdan CHP+MHP tabanıyla ortak hareket edebilecek AKP seçmeninin de desteğiyle geri dönmesi olası.
Diğer taraftan AKP’li veya AKP’siz hatta üç partili “Milli Birlik Cephesi(!)” koalisyonlarında Öcalan’ın muhataplıktan düşmesi kaçınılmaz olur. Acaba bunun için mi her şeyin konuşulduğu çözüm sürecinde baraja dokunulmadı. HDP de gerçekten naif solcuları avlamak yerine Türkiye’yi kucaklamak isteseydi, barajın kaldırılmasında daha işin başında ısrarcı olurdu.

Erdoğan ve Öcalan’ın oyun planı
Bu nedenle Sayın Erdoğan’ın ve Öcalan/PKK cenahının seçimlere ilişkin masadaki oyun planının HDP’nin baraja takılması, anayasa değişikliği yapabilecek çoğunluğun kısa yoldan AKP’ye daha doğrusu Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın siyasi iradesine bırakılması hedefine dayandığını dikkate almakta yarar var.
Ne yaparsa yapsın 330’u bulamaz diyenleri duyar gibi oluyorum. Bulamazsa ne olur? AKP tek başına iktidarda kalır mı? Kalabilir. Sayın Cumhurbaşkanı demokrasi havarisi olarak “başkanlık” ısrarından döner mi? Döner de; “milli iradeye saygı” adına fiili başkanlık devam eder mi? Eder. Gerisi mi? Hedef 2023; kervan yolda düzülür...

Kilit taşı
Özetle HDP’nin seçim barajına takılması hem Sayın Erdoğan’ın hem de Öcalan/PKK cenahının siyasi geleceklerinde kilit taşıdır.
İşte bu noktada “etki odaklı harekât” için Diyadin’de düğmeye basıldığı anlaşılıyor.
Nasıl mı? Son iki yılda PKK’nin bölgedeki üslerini ve faaliyetlerini valiler bilmiyor mu? Bal gibi biliyorlar. Hatta PKK’nin “paralel(!) otorite” ola- rak varlığı herkesçe bilinen ve kabul edilmiş yaşanan acı bir gerçeklik. PKK’nin son iki yılda üslerini güçlendirdiği gibi kırsaldaki hareketlerinin ve fiili otoritesinin olağanlaştığı yöneticilerce de biliniyor.
Üstelik TSK’nin operasyon taleplerine bölge valilerinin izin vermediği ve bölgedeki komutanların da bu hususu “sorumluluktan kurtulma” bağlamında dosyaladığı basına dahi yansıdı. O halde son iki yılda operasyon izni vermeyen valilerin başına taş mı düştü ki, bölgeyi bir anda ateş topuna dönüştüreceğini bile bile jandarmayı PKK’ye karşı sürmek akıllarına geldi.
AKP’nin bu şiddet tırmanışından, özellikle Türkiye partisi söylemleri ile sempati toplayan ve bıçak sırtında “seçim barajı” ile sınanan HDP’nin baraj altına itilmesini beklediğini görmek için derin analizlere hiç de gerek yok.

HDP’ye karşı kumpas
Ama asıl sorun Öcalan ve PKK bunu nasıl göremez... Eğer Öcalan/ PKK cenahı her türlü şiddeti reddeden kamuoyunu ikna edici adımlar atmazlar ve aksine adeta kör göze parmak sokarcasına her türlü şiddet eylemine kapı açarsa; Öcalan/PKK cenahı da aynı planın parçası ve HDP’ye karşı kumpasın ortağı olur.
Artan şiddet ve çatışma ortamı, AKP ve MHP saflarında kitleleri sıklaştırabileceği gibi etnik ve mezhepler arası çatışmanın tohumlarını da yeşertebilir. Bundan en çok kaybeden HDP ve demokratik Kürt siyasi hareketi olur. Öcalan ve PKK’nin kaybı olur mu? Hem de çok. Ama hesap aynı hesap; Öcalan/PKK, Kürt siyasi hareketinde inisiyatiflerini kaybetmemek ve kazandıkları “fiili meşruiyet” ile “çözüm süreci” masasındaki yerlerini sağlamlaştırma hesabındalar ama umarım yanlış hesap sandıktan döner.  

ALİ ER Emekli Tuğgeneral

 

-

 

AKP’nin Hayrı Dokundu mu?

 

Tarih boyunca, İslamı kendilerine ideolojik dayanak yapan kadrolar kimi zaman öne çıkarak, kimi zaman da gerilere itilerek iktidar taleplerini ısrarla sürdürdüler.

Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucu önderleri 1923’te yeni devletin temellerini atarken önemli adımlarından biri de İslamın devletleştirilmesi oldu.
Süreç içinde oluşturulan Diyanet İşleri de dinin devletleştirilmesi etabının kurumsal anlamda taçlandırılmasıydı. Tekke ve zaviyelerin kapatılması, tarikatların yasaklanması, sürecin önemli adımlarından. “Kılık Kıyafet Devrimi” -bu başlıkta şapka devriminden özel olarak söz etmek gerekir-, “Halifeliğin ilgası”, Osmanlı’dan radikal kopuş anlamına gelen düzenlemeler daha sonraki neredeyse 80 yıllık sürece damgasını vuracak bir “yeni” muhalefet alanının dölyatağını da oluşturdu.

İslam ve devlet
Güçlü bir iktidar odağı olarak hep var olagelmiş, tarihi bölünmüşlüğüyle İslam, artık, yeni devletin nizamatı içinde yer almak ve onun sultası ve çıkarları çerçevesinde yaşamını sürdürmek zorundaydı. İslami politik kadrolar bir taraftan yeni müesses nizamın ideolojik payandalarından biri olarak -azınlıkların tasfiyesi, Komünizmle Mücadele Dernekleri, sosyal uyanışın bastırılması- rollerini layıkıyla oynarken, diğer yandan iktidardan pay alma, iktidarı ele geçirme faaliyetlerini kendilerine ait yöntemlerle ısrarla sürdürdüler. Aksi de düşünülemezdi, çünkü İslam özü itibarıyla doğuşundan itibaren hep iktidarı hedefleyen bir dindi.

İdeolojik dayanak
Yeni müesses nizam sahipleri de araçsallaştırılabilme potansiyeli dolayısıyla gerek İslami ideolojiye ve onun politik kadrolarına kimi alanlar yarattılar, aslında onların çeşitli iktidar alanları yaratmalarına göz yumdular.
Özetle İslamı kendilerine ideolojik dayanak yapan kadrolar kimi zaman öne çıkarak, kimi zaman gerilere itilerek iktidar taleplerini ısrarla sürdürdüler.

Politik İslam
Cumhuriyet tarihi boyunca diğer bütün muhalif odakların yanında politik İslam da önemli bir damar olarak kendini var edebilmeyi başardı. Bu “denenmemiş” iktidar seçeneği, asırlara dayanan İslamın ideolojik etkisini de arkasına alarak, mü esses nizamın politik-ekonomik kurumlarının yapısal krizinin yarattığı elverişli koşullarda, zaman içinde güçlenen sermaye sınıflarını da arkasına alarak 2002 yılında müesses nizamın kalesinin surlarına dayandı.
Politik olarak defaten kandırılmış, ekonomik olarak derin krizlerle yoksullaştırılmış, her türlü demokratik hak ve özgürlükleri yok edilmiş, hak arama yolları baskılanmış geniş halk kitleleri, düşük yoğunluklu yıllardır süren savaş ortamının yarattığı koşullarda politik İslamın kendini yenilenmiş(!) göstermeyi becerebilen politik partisi AKP’ye büyük bir oy desteği sundu ve onu tek başına iktidar yaptı.

AKP ve din
Umutsuzluk ve çok yoğun yaşanan toplumsal yorgunluk ortamında politik İslamın kurumu AKP, gerek İslami değerleri alabildiğine sömürerek, gerekse yoğun demokrasi vaatleriyle denenmemiş ve yıpranmamış bir güç olarak halktan ruhsat aldı.
12. yılını yaşadığımız AKP iktidarı döne- mi, birçok olumsuz-yıkıcı gelişmenin yanında siyasi hayatımıza politik İslamın bir seçenek olmaktan çıkması gibi bir olumluluk devredecek görünüyor. Politik İslamın bu siyasi kurumunun 12 yıllık tek parti iktidarı, yolsuzluk ve rüşvet skandallarıyla, politik kayırmacılık ve özgürlük karşıtı karakteriyle aslında eski rejim kadrolarından zerre kadar farkları olmadığını gözler önüne serdiler. Yalanı iktidar üslubu yaparak, ellerindeki gücü iktidarlarının tahkimatı ve esenliği için kullanmaktan çekinmeyerek doludizgin baş aşağı gidiyorlar. Öyle ki artık İslamı temel alan politizasyon, meşru siyaset zeminlerinin bir seçeneği olmaktan AKP iktidarıyla birlikte çıkacak gibi görünüyor.
Bu firavunlaşan, mağdurluktan(!) madunluğa terfi eden politik İslami kadrolar, yukarıda ifade ettiğimiz anlamda hayırlı bir rol oynamışlardır. Hal böyledir, ancak bu yozlaşma bir alternatifin önünü açıyor. Her çeşidiyle özgürlükçü, demokratik güçlerin. Bu alternatifin -zaferinin olmasa bile- sınanacağı dönüm noktası 2015 Haziran seçimleridir.

Ne yapmalı?
Bu yozlaşmaya son verecek olan gelişme, bütün demokrasi güçlerinin, sivil toplum kuruluşlarının, sosyalistlerin, emekçilerin halkların kardeşliğine dayalı özgür ve seküler bir yaşam için 2015 seçimlerine yönelik güçlerini birleştirebilmeleriyle sağlanacaktır. Bu anlamda HDP, Birleşik Haziran Hareketi ve bütün diğer sosyalist ve demokrat güçlere ve her şeye rağmen CHP’ye büyük iş düşmektedir. Bu sınavın telafisi ya da “ikmali” yok...    

CENGİZHAN GÜNGÖR Emekli Muhasebeci



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları