Olaylar Ve Görüşler

Göçmen mi mülteci mi?

11 Ekim 2015 Pazar

Türkiye son dört yılda iki milyona yakın Suriyeli mülteciyi kabul ederek 21. yüzyılın ilk mülteci dünya rekorunu kırdı. Suriyeli mülteciler krizi, 2. Dünya Savaşı’ndan sonraki dünyanın yaşadığı en büyük mülteci krizidir ve artık bir Avrupa krizine dönüşmüştür.

Türkçe okuyan ve Türkçe düşünen her insan doksan yıldır okullarda, kahvelerde, evlerde, yazılı ve görsel basında Türklerin ata ve ninelerinin Anadolu’ya, Balkanlar’a, Ortadoğu’ya; genel olarak Doğu- Akdeniz’e göçmen olarak geldiğini öğrenir ve duyar.
Bizler göçmen bir kültürün son bin yıldır şimdiki Türkiye’de yaşayan son kuşakları olduğumuzu bilir ve bununla gurur duyarız. Çünkü hepimiz bilinçaltlarımızda biliriz ki, göçmenlik; uyum yeteneği, zeki, esnek, esprili ve yeniliğe açık olmak gibi toplumsal ve kültürel özellikleri gerektirir. Ordular kurup, Romalılar gibi yenenin “fetih”, yenilenin “işgal” saydığı askeri akınlara başlamadan çok önce Türkler şimdiki yurtları Türkiye’ye Güney Sibirya ve Orta Asya’dan göçmüş Şamanlardı.
Vatan anlamına gelen “yurt” kelimesi de zaten eski Türkçede çadır demektir ve eski Türkler göçtükleri yerlere yurt/çadırlarını kurup vatan eylerlerdi. Aynı nedenle “yurtseverlik” etimolojik olarak içinde milliyetçilik barındırmayan bir Türkçe kavramdır.

Göçebe olmak
Bu yüzden bizim kültürümüzde göçebelik, dolayısıyla göçmenlik başka kültürlere kıyasla daha sempatik, daha kabul gören bir insanlık durumudur. İlk gençlik yıllarımda öğrenci olarak gittiğim bir ABD üniversitesindeki sınıf arkadaşlarımın kendilerinden bahsederken “Aslen İrlanda veya Polonya ya da İtalyan kökenim var...” diye, kendi göçmen altyapılarına sahip çıkışları bana daha önce üniversite eğitimi aldığım hiçbir Avrupa ülkesinde asla yaşayamadığım bir rahatlık ve özgürlük duygusu vermişti.
Şimdi sözlerime çok önemli bulduğum kültürel bir açıklama getirmek zorundayım. Çünkü Türkçe “göçmen” (immigrant) kelimesi -büyük olasılıkla kültürel geçmişimiz nedeniyle- sık sık “göçer” (nomad) ile aynı anlamda kullanılır. Öte yandan “mülteci” (Refugee) kavramı da sadece yakın geçmişte 12 Eylül 1980 askeri darbesi sırasında solcu-muhalif oldukları için Avrupa’ya mülteci olarak gitmek zorunda kalan insanlar nedeniyle gündeme gelmiş bir kavramdır.

Kavram karışıklığı
Osmanlı Devleti’ndeyse idamdan bir önceki ceza olan “sürgün” (exile&deportation) hâlâ zihinlerimizde tazedir. Bu yüzden, eğer bir hukukçu veya siyaset bilimci değilse iyi eğitimli bir Türk için bile “mülteci” ve “göçmen” sıklıkla karıştırılan kavramlardır.

Dünya rekoru
Türkiye son dört yılda iki milyona yakın Suriyeli mülteciyi kabul ederek 21. yüzyılın ilk mülteci dünya rekorunu kırdı. Suriyeli mülteciler krizi, 2. Dünya Savaşı’ndan sonraki dünyanın yaşadığı en büyük mülteci krizidir ve artık bir Avrupa krizine dönüşmüştür.
Bu krizin büyüklüğü, sürecin neredeyse beş yıla yakındır uzaması ve geleceğe yönelik bir çözümün, barışın yani Suriye’ye geri dönüş umudunun henüz görülmeyişinde yatmaktadır. Ancak bu insanların “göçmen” değil “mülteci” olduğunu, dolayısıyla hayatları tehlikede olduğu için buralara geldiklerini farkındalık daha yeni yeni gelişmeye başladı.

Uzayan süreç
İlk yıl sınırlı sayıda gelen ve kamplarda kalan Suriyeli mültecilere gösterilen hoşgörü, şefkat ve paylaşma duygusu daha sonra büyük sayılarda akmaya devam eden ve özellikle yoksul mahallelerdeki dar olanakları paylaşma söz konusu olunca değişmiş, bunun sonucunda ayrımcılık ve ırkçılık artmıştır. Öte yandan, son yerel ve genel seçimlerde Suriyeli mültecilerin AKP’ye oy vermek için para yardımı aldığı ve bu gibi söylentiler yayılmış, siyasi tepkiler yeni olumsuz tavırlara yol açmıştır. Ancak sorunun en can alıcı yanı, işsiz ve evsiz Suriyeli mültecilerin, Türkiye’de oturma ve iş izni belgeleri alamadıkları Türk Mülteci Yasası nedeniyle sigortasız ve asgari ücretin çok altında çalıştırılarak sömürülmesi, insan kaçakçılarının eline düşerek perişan olmalarıdır. Suriyeli entelektüel mültecilerse, kendilerinin bir deprem sonucu değil, siyasi sorunlar nedeniyle ülkelerini terk etmek zorunda kaldıklarının hatırlanmasını arzu ediyorlar.
Geçen haftalarda Bodrum sahiline cansız bedeni vuran bebek Aylan Kurdi’nin vicdanları yakan fotoğrafı dünyada ve Türkiye’de mültecilerin yaşadıkları sorunun insani boyutunu da nihayet hatırlamamıza neden oldu.
Bıkmadan yinelemek gerekiyor: Suriyeli mülteciler sadece Türkiye’nin sorunu değildir. Ancak Türkiye’yle ilgili kısmını şöyle özetleyebilirim: kendi vatandaşlarının düşünce ve yayımlama özgürlüğü konusunda büyük sıkıntılar yaşadığı “Yeni Türkiye”nin, halkın destek konusunda hiç de iyi bir sınav vermediği Suriyeli mültecilere açtığı kucak elbette dikenli tellerle kaplıdır.  

BUKET UZUNER Yazar



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları