Olaylar Ve Görüşler

Gelecek korkusu sarıyor

01 Ekim 2015 Perşembe

Ahmet Hamdi Tanpınar, “Ne içindeyim zamanın ne de büsbütün dışında” diyor. Yaşadığı anı bilen her insan zamanın içindedir; anı algılayamayanlar ise onun dışındadırlar.

Zamanı algılayamamak, varlığı bilememektir; çünkü varlık ondan bağımsız değildir. Belki de bu yüzden, “Var olmak, algılanmış olmaktır,” demiş Berkeley. Dışında değil, büsbütün zamanın içinde olmak gerekiyor.
İnsan, zamanın yurttaşı olmalı diyor, Türk dili’nin büyük ustası Nurullah Ataç. Zamanın yurttaşı olmak ne demek? Bunun açıklamasını gelin onun kaleminde arayalım. “Bir ülkede yaşamak, o ülkenin edebiyatını, tarihini, insanını bilerek yaşamaktır. Zamana uymak zamanın teknolojilerini de kullanmaktır. Uçağın yolculuk süresini kısaltması, yaşama katılım için bize daha çok zaman sağlar.” Ardından şu soruları sorar:
- Peki, biz kendimizi geliştirmek için neler yapıyoruz ya da buna ne kadar gereksinme duyuyoruz? Yaşadığımız ülkenin ve dünyanın tarihini, coğrafyasını öğrenmek için ne kadar çaba harcıyoruz? Ülkemizde düşünce özgürlüğü için verilen mücadelelerin, ödenen bedellerin ne kadar ayırdındayız?
Yazarın sonunda tespiti: Sistem bize eski insanı dayatmaktadır... Konuşmayan, düşünmeyen, araştırmayan, ezberci, yalnızca verileni yerine getiren insan modeli...

Söz nereye mi varacak?
“Yeni insan ile eskinin mücadelesidir aydınlanma mücadelesi... Eski insan, egemen dünyanın tüm gerici güçlerini arkasına almış, yeni insanın oluşumunu engellemeye odaklanmıştır. Aydınlanma sürecinin başarısı için yeni insana gereksinim vardır. Bu da bilim öncülüğündeki estetik bilinç ve insani bakışla olasıdır.” (*)
Bir satır arası okuması yaparsak, modernite tek başına çağdaşlık değildir diyor yazar. Ülkemizde yıllardır süren mücadelenin adıdır; eskiyle, yeninin mücadelesi... Ne gariptir ki, “Yeni Türkiye” diyenler, eski insan modelini karşımıza çıkarıyorlar. Cilalanmış bir Ortaçağ kurmanın hayaliyle yaşıyorlar.

Zaman, sorun ve çözüm
Zamanın yurttaşlarını bu nedenle aralarında görmek istemiyorlar. Tüm toplumsal, ekonomik, siyasal sorunların ve sıkıntıların kaynağını şimdide arıyorlar. Oysa zaman dediğimiz kavram sorun üretmez; tıpkı çözüm üretmediği gibi. Bu gerçeğe rağmen eski insan modeli, eski zamanlara sığınır. Çözümü eskiye dönmekte görür. Nedense, her sonun yeni bir başlangıç olduğunu düşünmez. Bu yüzden de kendini geleceğe hazırlamaz; çünkü gelecekten korkar.
Einstein diyor ki; “Ben gelecek için hiçbir endişe duymadım. O yeterince hızlı geliyor.” Hızla gelen geleceği algılayamazsanız, değişimi algılayamaz, zamanın yurttaşı olamazsınız.
Son günlerde yaşananlara baktığımızda, ülkemizde yaşayan herkes, Einstein’ın tersine gelecekten endişeli. Her gün onlarca insan ölürken, katliam isteyen insanların sesleri sokaklarda dalga dalga yayılırken, işyerleri yağmalanıp evler yakılırken endişe duymamak mümkün mü? Zamanın yurttaşıyla, eski insan modelinin endişesi de farklı oluyor: Birinci gruptakiler, eskiden hatta eskiden de daha kötü koşullarda yaşamaktan endişeli; ikinci gruptakiler ise yenilikten...
Her iki grubun korkularındaki ortak payda şu: Eskiye dönmek de yeniliği yakalamak da gelecekte olacak. Gelecek korkusunu aşmanın bir yolu yok mu? Var elbette. Zamanın içinde olup, onun yurttaşları olmayı başarabilirsek, geleceği şimdiden inşa eder, endişelerimizi sonlandırırız. Artık, zamanı suçlama alışkanlığından vazgeçmemiz gerekiyor. Yönetenler, kendi basiretsizliklerini zamana yüklemesinler. “İyi ya da kötü zamanlar yoktur, sadece değişen zamanlar vardır.” Böyle diyor ve bize de söyleyecek başka bir söz bırakmıyor Heraklitos. (*) Kaynak: İnsancıl dergisi, Ekim 2013

Galip Uyar Sosyolog

 

-

 

 

Seçmenlerin yolsuzluk algısı

 

Siyaset ve yolsuzluk uzun yıllardır ülkemiz gündemini işgal eden temel konulardan birisi olmuştur. Ancak Türk toplumu siyaseti yolsuzluktan arındıramamış, yolsuzluk yapan siyasetçileri sahne dışına atmayı başaramamıştır.

Son günlerde yaygınlaşan “çalıyor ama çalışıyor” veya “ çalmayan var mı ki” anlayışı ya da “çaldı ama duble yol yaptı” türünden gerekçeler toplumsal yozlaşmanın gittikçe derinleştiğini, yolsuzluk yapılmasının seçmen nezdinde benimsendiğini de göstermektedir.

Sol seçmen
Bu kapsamda sağ seçmen ve sol seçmenin yolsuzluk algısını ya da yolsuzluğa bakış açısının farklı olduğunu da görmek mümkündür. Örneğin Erdal İnönü başkanlığındaki SHP tarafından kazanılan İstanbul Belediye Başkanlığı’na bağlı İSKİ’de yaşanan “klor yolsuzluğu” bugünkü yolsuzluklar açısından “deve de kulak” cinsinden olsa da sol seçmen partisini cezalandırmış, SHP tarihten silinmiştir. Sol partilerde dedikodu düzeyinde de olsa ismi yolsuzluğa karışan politikacıları, parti yönetimi korusa dahi seçmen silmektedir. O halde sol seçmende yolsuzluk duyarlığının yüksek olduğunu söylemek mümkündür.

Peki, sağ seçmen?
Siyasal yelpazenin sağında çeşitli partiler yer almaktadır. Kuşkusuz bunları ve bunların seçmenlerini aynı kategoride irdelemek mümkün değildir. Ancak merkez sağ seçmen açısından bakıldığında, sol seçmenin yolsuzluğa karşı gösterdiği duyarlılığın gösterilmediğine tanık oluyoruz.
Zira merhum Süleyman Demirel yeğenleri, kayın biraderi ve kardeşinin karıştığı iddia edilen yolsuzluk olayları ile anılmış; seçmen Demirel’i sorgulama ve cezalandırma gereği duymamıştır. Merhum Özal döneminde “papatyalar” olarak Özal’ın bilenen grubun yarattığı olaylara kızı ve damadının karıştığı eylemler yeterince sorgulanmamıştır. Özal’ın kendi bakanını Yüce Divan’a gönderen siyasetçi olduğu da unutulmamalıdır.
Anap Genel Başkanlarından Mesut Yılmaz “Yüce Divan”da yargılanmış ve aklanmıştır. Özer Uçuran Çiller ve villalar ile dillere destan olan DYP Genel Başkanı Tansu Çiller konusunda bir aklama ya da yargılama olmamıştır. Parti tabanının da bu durumu sorguladığına ya da cezalandırma eğilimine girdiğine tanık olunamamıştır.

Tepki yeterli mi?
Son birkaç yıldır AKP iktidarının bulaştığı yolsuzluklar cumhuriyet tarihinin en büyük yolsuzlukları olarak basına yansımaktadır. AKP seçmeninde yer yer tepkiler ve kırılmalar görülse de yolsuzluk iddialarına karşılık yeterli tepkinin verilmediği, parti içi sorgulamanın yapılmadığı açıktır. Buna rağmen partinin son seçimde yüzde 41’e yaklaşan oy alması seçmenin yolsuzluk iddialarını ciddiye almadığını ya da benimsediğini göstermektedir. AKP seçmeninin merkez sağ ile siyasal İslamı benimseyen hatta kendisini “milliyetçi” olarak tanımlayan seçmen olması daha da düşündürücüdür. Zira bu durum yolsuzluklar karşısında sağ seçmende karşılaşılan genel duyarsızlığı ortaya koymaktadır.

Çağdaş ülkeler
Çağdaş ülkelerde siyaset zenginleşme, eşi dostu kayırma aracı değil halka hizmet etmenin aracıdır.
Ülkemizde özellikle 1973’den sonra yaşanan siyasal dönemde “siyaset –yolsuzluk” sarmalı ayıklanamamış ve ülkenin başına bela olmaya devam etmektedir. Hukuk sistemimizin siyasetçileri sorgulamakta ve yargılamakta aciz kalması bu sarmalın derinleşmesine yol açmaktadır. O nedenle sol seçmenin yolsuzluklar karşısında gösterdiği tepki ve algının sağ seçmen tarafından da benimsenmesi gereklidir. Bu sağlanmadan ve “benim hırsızım iyidir” algısı yıkılmadan ülkemizde siyasetin temizlenmesi veya temiz siyaset yapılması oldukça zor görünmektedir.  

Doç. Dr. Faruk Güçlü Emekli Öğr. Üyesi



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları