Olaylar Ve Görüşler

Geleceği inşa etmek

02 Mart 2020 Pazartesi

DR. Bülent Kerimoğlu

Uluslararası ilişkilerde kararlı, güçlü ve istikrarlı tavır belirlemenin yolu, eksiksiz demokrasiden, tam bağımsız Türkiye idealinden, “yurtta barış, dünyada barış” ilkesine olan bağlılıktan, ulus devlet ve üniter yapımızın sağlamlığından geçer.

II. Dünya Savaşı sonrasında Türkiye, karşı-devrimcilerin güçlendiği, toprak reformunun askıya alındığı, Köy Enstitülerinin kapatılmaya başlandığı, gericilere ve feodaliteye tavizlerin verildiği Batı kapitalizmine yaranma dönemine evrilmiştir.

1940’lı yılların ikinci yarısında İstanbul’da silah ve cephane üretimi yapan iki ayrı fabrikada onlarca işçi ve askerin öldüğü patlamalar oldu. 1944 yılında Askeri Fabrika’daki patlama sonrası ölenlerin naaşı Bakırköy Mezarlığı’nda bulunan Şehitlik’te defnedilirken, 2 Mart 1949 yılında Sütlüce’de ölenlerin naaşı Edirnekapı’da defnedildi.

Sütlüce silah fabrikasındaki patlamada ölen işçilerin arasında dönemin Harbiye Nazırı Enver Paşa’nın kardeşi, Türkiye’de modern anlamda ilk silah ve cephane üretimi yapan fabrikanın kurucusu Nuri Killigil Paşa da vardı. Birinci Dünya Savaşı’nda Osmanlı Devletinin Kafkas Orduları Komutanı ve Bakû Fatihi olarak bilinen Nuri Killigil, Türkiye’de Turancılığın önderlerinden biri olarak kabul ediliyordu. 1941 yılında Hitler orduları ile anlaşarak gençlik ülküsü büyük Turanı gerçekleştirmek için Orta Asya ve Kafkasya Türklerini Sovyetler birliğine karşı ayaklandırmak istedi. Nuri Paşa, dönemin Cumhurbaşkanı İsmet İnönü, dönemin Başbakanı Refik Saydam ve Dışişleri Bakanı Şükrü Saraçoğlu’nun bilgisi dahilinde Almanya’nın Ankara büyükelçisi Von Papen’le görüşmeler yaptı. Amaç Sovyetler’e karşı 5. kol faaliyeti yürütmek, Türk ve Müslüman halklardan bir ordu kurarak Nazilerin Kafkasya’da ilerlemesine yardımcı olmaktı.

İnönü’nün meşhur konuşması

II. Dünya Savaşı’nı Nazilerin kazanacağı zannı ile solcuları baskı altına alan, Hitler faşizmi ile Nuri Killigil üzerinden ilişki kuran, ırkçı-Turancı siyasal kadroları destekleyen hükümet, savaşın sonlarına doğru Almanların Stalingrad önlerinde yenilgiye uğraması ile denge politikasını Batı lehine çevirmiş, Sovyetler birliği ve Batı ile iyi ilişkiler kurma yönünde adımlar atmıştır. 19 Mayıs 1944’te İsmet İnönü’nün meşhur ırkçılık karşıtı konuşmasından sonra Turancı-sağcılara karşı sert tedbirler alınırken sol akademisyen yazar gazeteci ve siyasal önderler desteklenmiştir.

Sol-sosyalist çevrelerle süren bu kısa bahar havası, 2. Dünya Savaşı’nın bitiminde yapay demokrasi rüzgârlarının etkisi ile karşıdevrimcilerin güçlendiği, toprak reformunun askıya alındığı, Köy Enstitülerinin kapatılmaya başlandığı, gericilere ve feodaliteye tavizlerin verildiği batı kapitalizmine yaranma dönemine evrilmiştir. II. Dünya Savaşı öncesi ve sonrasında yaşanan gelişmeler ülkemizde günübirlik siyasi tavır değişikliklerine neden olmuş, savaşın seyrine göre bazen sola, bazen sağa, fakat nihai olarak aydınlanma devrimlerini yıkmak isteyenlerin güç ve cesaret kazandığı 1938 sonrası Türkiye’ye dönüşmüştür.

Dönemsel söylemler

Son yirmi yılda ulus devletlere yönelik saldırılar, küreselleşme, vahşi kapitalizm, etnisite ve din üzerinden siyasi tartışmalar otoriter liderlerin güç kazanmasına neden olmuştur. Fakat bilinmelidir ki, güç kazanan ırkçı, gerici, popülist siyasi söylemler dönemseldir. Dönemsel siyasal gelişmeler, küresel düzeyde etkisini gösterdiği gibi bölgesel ve yerel düzeyde de güçlü etki oluşturabilir. Jeopolitik önemi nedeniyle 1940’lar da olduğu gibi uluslararası siyasetin etkisinde kalan ülkemizin bu rüzgârlardan etkilenmemesi mümkün değildir. Fakat savaş meydanlarında kurulan, tüm mazlum milletlere örnek olan, ilkeleri itibari ile antiemperyalist ve tam bağımsızlık hedefinden asla vazgeçemeyen cumhuriyetimizin ve partimizin dışarıdan gelen etkilere karşı daha uyanık ve ilkelerinden sapmadan tutum alması, varlık nedenidir.

Fetihçi değil, iktisadi Türkiye!

Uluslararası ilişkilerde kararlı, güçlü ve istikrarlı tavır belirlemenin yolu, eksiksiz demokrasiden, tam bağımsız Türkiye idealinden, “yurtta barış, dünyada barış” ilkesine olan bağlılıktan, bölgesel işbirliğine verilen önemden, fetihçi değil, iktisadi büyüyen Türkiye hedefinden, ulus devlet ve üniter yapımızın sağlamlığından geçer.

Bu ilkeleri yaşatmak ve geleceği bu ilkeler doğrultusunda kurmak, en çokda, köklerini Müdafaa-i Hukuk ve Kuvayi Milliyeden alan partimize düşmektedir.

Etnisite ve mezhep belirleyici olmamalı

Bu tarihi görevi dönemsel savrulmalara kapılmadan, genel başkanımız sayın Kemal Kılıçdaroğlu’nun başarıyla sürdürdüğü ittifak kültürünün önemini anlayarak, etnik, dini ve emperyalist saldırılara karşı kararlı tutumumuzla gerçekleştirmek zorundayız. Muhafazakârları, milliyetçileri ve marjinalleri ulusal bütünlüğümüzün en önemli yapı taşı olan laiklikten, akılcı ve bilimsel eğitimden, hukukun üstünlüğü ve basın özgürlüğünden yana taviz vermeden demokrasi ekseninde kucaklamalıyız. Çoğulcu parlamenter demokrasiyi ve kuvvetler ayrılığını savunmalıyız. Bireylerin dili, dini, etnik kimliği, cinsiyeti onurudur. İnsanların etnik ve mezhep kimliği ne avantajı ne de dezavantajdır. Fakat bunlar üzerinden siyasi bir kazanç sağlamak niyetinde olanlara karşı her zaman olduğu gibi mesafeli olmak zorundayız.

40’lı yıllarda yaşadığımız savrulmalar gibi, bazı doktrinlere göz kırparak stratejik başarılar sağlamak, karşıdevrimcilere tavizler vererek kısa dönemsel kazanımlar elde etmek, uzun vadede kazanım olmaktan öte, ağır kayıplara neden olabileceğini asla unutmamalıyız. Her koşulda hukuk, demokrasi ve akılcılıktan yana olmalıyız.



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları