Olaylar Ve Görüşler

Emekliler sahipsiz mi?

16 Temmuz 2015 Perşembe

Anımsanacağı üzere, bundan kısa süre önce aynı amaçla İşçi, Memur, Bağ- Kur Emeklileri Derneği (İMBED) Genel Başkanı Hamdi Öz tarafından açılan dava da Ankara 5. İş Mahkemesi tarafından reddedilmişti. Hem TÜED, hem de İMBED 2013 yılında çıkarılan intibak yasasından 2000 sonrası emeklilerin yararlanamadığı, bunun anayasaya aykırı olduğu bu adaletsizliğin giderilmesi istemi ile ayrı ayrı dava açmışlardı.

Temyiz süreci
Yargıdan gelen haberle birlikte 2000 sonrası emeklilerin intibak ve zam umudu şimdilik suya düştü. Şimdilik diyoruz, her iki karar da temyiz edilerek Yargıtay’a taşınacak. Hatta Hamdi Öz açtığı davanın reddedilmesi üzerine daha önceden Yargıtay’a başvurmuştu bile. TÜ- ED de yasal süre içinde temyize gidecektir. Eğer Yargıtay’dan da olumsuz bir karar çıkarsa umutlar Anayasa Mahkemesi’ne (AYM), hatta Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne (AİHM) taşı nacak, buralarda hak aranacak. Öncelikle Yargıtay’dan gelecek haber önemli. Belki de Yüksek Mahkeme emeklileri sevindirecek bir karar alabilir.
Eğer iş mahkemeleri emekli lehine karar verseydi 2000 sonrası emekli olanların aylıklarında 50- 300 lira arasında artış olacaktı. Ne yazık ki, mahkeme aldığı kararlarla emeklinin sevincini kursağında bıraktı, Şeker Bayramı’nda ağızları tatsız bıraktı.
Dediğim gibi gözler AYM’den çıkacak karara çevrildi, umutlar buraya bağlandı. Zaten çok düşük aylık alan, zamları da az olan enflasyon oranında belirlenen işçi ve Bağ-Kur emeklileri yıllardır talep etmesine karşın banka promosyonundan da yararlanamıyor. SGK, emekliye aylık ödemek için bankalara yılda 156 milyar lirayı aşkın para yatırıyor. Bu parayı ödeme gününe, hatta saatine, dakikasına kadar işletiyor, ama kazandığı değerden emekliye promosyon ödeme ye yanaşmıyor. Oysa, memura ve diğer çalışanlara her yıl belli oranda promosyon ödüyor.
Emekli kitlesi sahipsiz olduğundan sesini yükseltmesine karşın promosyondan yararlanamıyor. Bu ayrımcılığı anlamakta zorlanıyoruz. Mevcut emekli dernekleri de bu konuda yeterli çaba göstermiyor. Gösteriyor da bizim, emeklinin haberi mi yok?

11 milyon emekli
Anlayacağınız, yıllarca bu ülkeye hizmet veren, emek harcayan, ter akıtan 11 milyon emekli deyim yerinde ise sahipsiz. Adeta yazgısı ile baş başa bırakılmış, aldığı üç- beş kuruşla yaşamaya çalışıyor. Hiç olmazsa 2000 sonrası emeklileri kapsayan yeni bir intibak düzenlemesi hayata geçirilir, aylıklarda göreceli bir iyileştirme yapılır da bu dar gelirli kitle rahat bir nefes alabilir. Tabii bunu yapacak olan da işbaşına gelecek 63. hükümet, gerçekleşirse koalisyon.
Yani sonuçta bu konuda karar verecek olan siyasi irade. Zaten koalisyonu oluşturacak partilerin bu konuda sözü yok muydu? Umarım emekliye seçim meydanlarında verilen sözler unutulmaz, gereği yerine getirilir.  

ŞÜKRÜ KARAMAN
Gazeteci

                                                                                                     

 

Ahmet Yesevi ve Bektaş-ı Veli

Bir süre önce, Cumhuriyet gazetesinde Zülfü Livaneli’nin “Anadolu Aleviliği” adlı yazı dizisi yayımlandı. Genel olarak Anadolu Aleviliğinin karakteristik çizgilerini özetleyen yazı dizisi özellikle Yesevi ile Bektaş-ı Veli arasında kurulan bağlantı nedeniyle dikkatimi çekti. Bu yazıda, Livaneli’nin bu iki “ulu” kişilik arasında kurduğu bağlantı hakkındaki düşüncelerimi ortaya koymaya çalışacağım.
Vilayetname’ye göre Yesevi, Bektaş-ı Veli’nin piri olup, Bektaş-ı Veli ondan aldığı izin ve yetkiyle Anadolu’ya gelmiştir. Livaneli de, kaynak olarak Vilayetname’yi işaret ederken, bu veriyi dikkate alıyor olmalı. Ne var ki, Vilayetname’nin bu sözleri tarihsel gerçeklerle kesinlikle uyuşmuyor.
Ahmet Yesevi ile Bektaş-ı Veli arasındaki ilişkiyi A.Y. Ocak şöyle değerlendiriyor: “Kronolojik sebepten dolayı buna imkân yoktur. Her ikisinin ölüm tarihleri arasında yüz yıldan fazla bir zaman farkı vardır” (Babailer İsyanı. Dergâh Yayınları. s: 183) Bilindiği üzere, Yesevi 1166 yılında, Bektaş-ı Veli 1271 yılında vefat ediyorlar. A.Y. Ocak, bu nedenle ikisi arasında kronolojik açıdan bir ilişki kurulmasını imkânsız görüyor.

Yesevilik ve Alevilik
Yine A.Y. Ocak’a dönelim: Yesevi-Bektaş-ı Veli bağlantısını kronolojik açıdan olmazlayan Ocak, bu kez, Bektaş-ı Veli’yi Yesevilik geleneği ile irtibatlandırır. “Hacı Bektaş’ın bir Yesevi dervişi olmamakla beraber, Yesevi geleneğini koruyan bir tarikata mensup olduğunu... söyleyebiliriz.” (Babailer İsyanı. s: 183) Böylece, kronolojik imkânsızlık, A. Y. Ocak eliyle “geleneğe” dayandırılarak aşılmış oluyor. A. Y. Ocak, ‘söyleyebiliriz’ diyor ama neye dayanarak söylediğine ilişkin bir kanıt ortaya koymuyor.
“Anadolu’nun Gizli Kültürü, Alevilik” adlı yapıtında, Nejat Birdoğan, Hoca Yusuf için, “Koyu bir Sünni idi” bilgisini verdikten sonra, Yesevi’nin de “Şeriat bilgini” olduğuna dikkat çeker.
Gelelim Yesevi tarikatının kurallarına: Nejat Birdoğan ,Yesevi tarikatının kuralları için, Fuat Köprülü’ye başvurur ve bu temelde tarikatın kurallarını 10 maddede özetler. Nejat Birdoğan, bu özetten sonra, Alevilik ile Yesevilik kurallarının karşılaştırmasını yapar. (İlgi duyanlar Birdoğan’ın kitabına bakabilirler.)
Bu karşılaştırmalardan sonra, Birdoğan şu sonuca varır: “Alevilik ve Bektaşiliğin Yesevilikten doğduğunu benimseyemiyoruz. Hoca Ahmet Yesevi, kendi dalının büyük ustası ve ‘ulu’sudur. Ancak, Alevilikle uzaktan yakından ilgisi yoktur.” (s: 106,107)
Görüldüğü üzere, Yesevi ile Bektaş- Veli arasında kronolojik açıdan bir ilişki olduğunu söylemek imkânsızdır. Tarihsel gerçekler böylesi bir ilişkiye olanak sağlamıyor. Aynı şekilde, Sünni bir tarikat olan Yesevilik ile Alevilik arasında bir irtibatlandırma yapmak da son derece zor. Dinikültürel olgular, böylesi bir irtibatlandırmaya geçit vermiyor.  

FİKRET DEMİR
Eski DİSK-BANK SEN GYK Üyesi



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları