Olaylar Ve Görüşler

Eco’dan gazetecilik dersleri

11 Aralık 2015 Cuma

Can Dündar ile Erdem Gül’ün tutuklanıp Silivri’ye gönderildiği günlerde bir edebiyat seminerime Umberto Eco’yu ve “Sıfır Sayı” romanını konu edinmiştim.

Eco’nun anlatısının özünü oluşturan konu günceldi. İster istemez, seminerimde Can Dündar’la Erdem Gül’ün haberciliklerinden dolayı neden üzerlerine gidildiğini de çözümleyip/ yorumlamaya çalışıyorduk.
Çünkü Eco; can alıcı bir konuyu sorunsallaştırıp romanının odağına yerleştirmişti: Hiçbir zaman çıkamayacak bir gazetenin 12 sayılık sıfır sayısını hazırlama öyküsünü anlatıyordu.
Katılımcılara göz ardı edilmemesi gereken bir kitaptan, “Amiral Battı Can Ataklı’nın Tanıklığıyla”dan (Serkan Seymen) söz etmiştim. Bir dönem iletişim fakültesindeki derslerimde de sık sık değindiğim bir kitaptı. Ülkemizde “basın”ın “medya”ya nasıl dönüştüğünün, asıl kirlenmenin ne zaman başladığının öyküsünü anlatıyordu bu kitap. Eco’nun romanında yol alırken yanı başımızda bir başka anlatısı vardı: “Düşman Yaratmak”.

Gazete ve edebiyat
İçinden geçtiğiniz zamanı okumak için, bir okur olarak, iki şeye gereksinmeniz vardır öncelikle: Gazete ve edebiyat. Küresel dünyada toplumların/ülkelerin nereye, nasıl evrildiğini, gazeteciliğin nasıl yapıldığını ve edebiyatın nasıl/niçin kurulabildiğini görebilmek için Umberto Eco’nun “Sıfır Sayı” romanına her okurun zaman ayırması gerektiğini düşünürüm. Öyle ki; romanın her bölümünde karşımıza çıkan gerçeklik, her ne kadar Eco’nun alegorisiyle anlatılsa da, bizim ülkemizdeki benzer durumları da yaşatıyordu aslında.

Trajikomik durum
Üstüne üstlük “MİT TIR’ları” haberi konu edilerek açılan soruşturmanın absürtlüğü kadar, “gazetecinin temel görevi haber yapmaktır” ilkesi de göz ardı edilerek, iki gazeteciye “casus”/”vatan haini” yaftasının yapıştırılması trajikomik bir durumdur. Bunun yanıtını daha geniş bir perspektiften görmek/ okumak isterseniz Eco’nun bu iki anlatısına başvurmanızı salık veririm sevgili okurum.
Gelelim bu tutukluluk haline. Seminerde kullandığım bir cümle şöyleydi: Can Dündar, “Erdoğan’ın En Uzun Günü 17 Aralık Belgeseli”ni yaptığı için bugün içerdedir, Erdem Gül de işlenen başka bir suçun haberini yaptığı için...” Dündar için, “büyük suç”un failleri fırsat kollamaktaydılar. Dündar’ın tarihe kayıt olarak düştüğü o 37 dakikalık “belgesel”in girişindeki şu nota göz atarsanız bunu daha iyi anlarsınız: “Bu belgeselde yer alan bilgiler, polis fezlekesinde yer alan veya internete konan dinleme kayıtlarından derlenmiştir. Şu ana dek kamuoyuna yansıyan bilgileri derli toplu vermeyi hedeflemektedir. ‘Asıl Belgesel’in bir fragmanı niteliğindedir.” Seminerimizde, Eco’yla, Dündar’ın bu belgeseliyle yetinmeyip; 2001 Arjantin’ine dönüp, Fernando E. Solanas’ın “Yağma Anıları/Memoria Del Saqueo” (2004) belgeselini izledik. Solanas’la Arjantin’in belleğine doğru bir yolculuğa çıktık. Günümüzde belgeselin gücünün de edebiyattan, gazetecilikten geri kalır yanı olmadığını anlatıyordu bize Solanas.
Can Dündar’ı ve Erdem Gül’ü bugün demir parmaklıkların ardına gönderenler, yaptıklarından değil, daha çok bir belgeselci/ gazeteci olarak yapabileceklerinden korktukları için onları tutsak kıldılar. Herkes de bilir ki; güneş balçıkla sıvanamaz.

FERİDUN ANDAÇ
Yazar - Eleştirmen



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları