Olaylar Ve Görüşler

Devlet artan ihtiyaçları karşılamak için hazırlık yapmalı

25 Mart 2020 Çarşamba

Prof. Dr. Ali Çarkoğlu

Koç Üniversitesi

Salgın yönetimi, kendini bu kutuplaşma ve ideolojik farklılaşmanın üzerine saf bir bilimsel hassasiyete taşımalıdır. Bunu başaramazsa sonuçları salgının seyrinde, yönetiminde ve elbette salgın sonrası normalleşmenin ardından bu gelişmelerin siyasi değerlendirmeleri ve sonuçlarında da gözlenecektir.

“Koronavirüs salgını sadece tıbbi bir konu değildir. Aynı zamanda sosyal bir olgudur” deyince çok mu aşikâr ve bir o kadar da anlamsız bir laf mı etmiş oluruz? Hayır, esas bu salgının sosyalliği dikkate alınmadığında bu kararın önemli sonuçlarıyla yaşamak zorunda olacağız. Bu salgınla doğrudan ilgili en temel durum, Türkiye’nin ekonomik olanaklar açısından büyük farklılıklar gösteren bir toplumsal yapıya sahip olmasıdır. Bununla birlikte Türk toplumu tercihler, yaşam tarzları, ideolojik duruşlar olarak yine büyük farklılıklar ve derin görüş ayrılıkları vardır. Bunu siyaseten keskin bir kamplaşma ve kutuplaşma olarak değişik vesilelerle gözlüyoruz. Toplumsal yapımızın bölünmüşlüğü ve kutuplaşması aynı zamanda derin bir güvensizlik ve sosyal sermaye eksikliğiyle eşzamanlı olarak ortaya çıkmaktadır. Kural tanımaz (anomik) bireyler toplumsal ahenk ve uyumun doğal olarak oluşmasının önünde büyük bir engel olarak durmaktadır. Kuralları yok saymak ve ihlal etmenin nasıl bir rasyonelliği olduğuna girmeyeceğim. Ancak birbirine güvenmeyen, hemen her konuda kutuplaşmış ve kural tanımaz bu toplumsal yapının, olağanüstü salgın koşullarında birdenbire değişmesini beklememeliyiz. Salgın günlerinde bu tür kural tanımazlığın görece daha kurallara uyar diyebileceğimiz ülkelerde dahi gözleniyor olduğunu da not etmemiz gerek. Yani salgın bu kural tanımaz eğilimleri daha öne çıkarır gibi görünüyor.

Okulların tatili önemli

Bu karamsar gözlemler günlük yaşamımızda farklı şekillerde önümüze çıkıyorlar aslında. Bu örnekleri burada sıralamayacağım. Salgın günlerinde de cuma namazı, karantina ve sokağa çıkmama çağrıları gibi kritik her karara bir direnme olması bu toplumsal karakterimizi dikkate aldığımızda şaşırtıcı değildir. Elbette bu kurallara karşı çıkışın yaygın olmadığı söylenebilir. Bu aşamada salgının yarattığı kriz derinleşip kontrolü gecikirse bu kural çiğneyici davranışların artma olasılığının altını çizmek gerekir. Daha yakından Türk toplumunun ilişki ağlarına baktığımızda da yukarıda özetlenen karakteri tamamlayan bir yapı gözlüyoruz. Memleketteki tipik bir vatandaşın günlük yaşamda irtibat kurduğu kişilerin yarıdan biraz fazlasıyla yüz yüze irtibata girdiğini görüyoruz. Bu yüz yüze irtibat, salgının şimdiki merkezi olan Avrupa’da bu oranın oldukça altında. Anne-baba ile irtibat sıklığı da Türkiye’de Avrupa’dan oldukça yüksek ve doğrudan yüzyüze gerçekleşiyor. Evet, Türk toplumu Avrupa’dan daha genç bir yapıya sahiptir. Ancak Türkiye’de yaşlı nüfus genç nüfus ile Avrupa’dan çok daha iç içe yaşıyor. Bizim elimizdeki verilerde 65 yaş ve üzeri nüfusun sadece yüzde 20-25’i tek başına yaşarken, yüzde 28-32’si üç ve daha çok sayıda kişinin yaşadığı hanelerde yaşıyor. Bu yaş grubunun neredeyse yarıya yakın bir kısmı iki kişilik hanelerde yaşıyor olsalar da bu hanelerin çocuklara ve torunlara yakın olmasını bekliyoruz. O yüzden de Avrupa için işleyen izolasyon stratejileri burada farklılaştırılmalıdır. Örneğin yaşlıların evden çıkmamaları Avrupa için onları izole edebilir. Türkiye’de etmeyecektir, çünkü yaşlıların çoğu zaten aynı apartman dairesi değilse alt ya da üst katta veya çocuklarının, torunlarının hemen yakınında yaşıyor. Bu bağlamda okulların tatil edilmesi önemliydi, çünkü okullardaki etkileşim sonucu virüs, evlere ve yaşlı nüfusa taşınıyordu. Gençlerin kendi aralarındaki irtibatını kesmek virüsün evlere ve yaşlı nüfusa taşınmasının önüne geçmek için önemli bir adımdı, ancak vurgulamaya çalışacağım ki bu tek başına yeterli değildir.

Yüksek oran

Uluslararası Saha Araştırmaları Programı (ISSP) kapsamında 2019’un ikinci yarısında Prof. Dr Ersin Kalaycıoğlu ile birlikte yürüttüğümüz araştırmada, her gün anne ve babalarıyla görüştüğünü söyleyen yetişkinlerin oranı yaklaşık yüzde 40 ile 30 ülke arasında en yüksek oranı göstermektedir. Bu oran örneğin Almanya, İngiltere ve Avusturya’da yüzde 15’in biraz altında, ABD’de yüzde 20 İspanya’da ise yüzde 30 civarındadır. Benzer şekilde kardeşleri, akrabaları ve çocuklarıyla her gün görüştüğünü söyleyenler Türkiye’de bu çalışmadaki diğer tüm Avrupa ülkelerinden daha yüksek bir oran ile yaklaşık yüzde 30-35 aralığındadır.

Büyük risk

Tipik Türkiye hanelerinde evin erkekleri işe giderken kadınları ev ve evin yakın çevresinde kalma eğilimindedir. Bu da bize hanelere salgının taşıyıcılarının öncelikle erkekler olacağını söylüyor. Ama daha kilit bir gözlem, dışarıya çok da açık olmayan ve şehir içinde yoğun hareketlilik göstermeyen bir hane yapısına rağmen erkeklerin salgını haneye taşıması durumunda yakın akraba ilişkisindeki haneler arasında bu taşınmanın devam edeceğidir. Bu açıdan haneler arası irtibatın tam anlamıyla hijyenik izolasyon gereklerini yerine getirir bir disiplinle sağlanması şart gibi görünüyor. Yani üst katınızda oturan anne-baba, kayınlar ya da diğer akrabalar ile birlikte yemek yemek, onlara çaya, kahvaltıya gitmek ya da onları davet etmek türü aynı hane içi yaşama dönüşen ilişkiler içinde olmak salgının kontrolünü imkânsızlaştırabilir. Türkiye gibi geniş ve birlikte yaşayan aile yapılarında özellikle yaşlılara, izolasyonun nasıl uygulanması gerektiği iyi anlatılmalıdır. Dünyanın en yüksek derecede gelir eşitsizliği gösteren ülkelerinden biri olan Türkiye’de insanların, özellikle emeğini enformel pazarda satarak yaşamını devam ettiren kesimin, ne kadar isteselerde kendilerini izole etmeleri mümkün olmayabilir. Gönüllü izolasyon çağrısı toplumsal yapımızı dikkate aldığımızda son derece safdilli bir önlem çağrısıdır. Kural tanımazlığın yaygın olduğu toplumumuzda kimden ve hangi açıklamayla gelirse gelsin bu çağrıya uyulmayacağını beklemek gerekir. Bu kural tanımazlığın bir önemli destek temeli geniş kitleler için sosyal güvenliğin son derece düşük olmasıdır elbette. Enformel sektör çalışanları işe gitmediklerinde birkaç gün içerisinde bu hanelerde geçim sıkıntısı başlayacaktır. Gelir yardımı yapılmadığı sürece evlerin özellikle erkek nüfusları haftalarca eve kapalı kalamayacaklardır. Gidecek bir işleri salgın nedeniyle kalmadığında da büyük olasılıkla haneler geniş ailenin bir araya gelmesiyle bu sorunların üstesinden gelmeye çalışacaktır. Bu ortamda da yaşlıların izolasyonu mümkün olmayabilir. Bu kesimde uzayabilecek bir çalışma zorluğu ile birlikte özellikle yaşlılar ve çocukların beslenme güçlüklerinin önüne geçmek için tedbir alınması gereklidir.

Kural tanımazlık sorunu

Burada tartışma dışında tutulan bir diğer grup da göçmenlerdir. Suriye’den gelmiş nüfusun, yaşam şartlarının genel olarak son derece zor olduğu açıktır. Bu nüfusun da geniş hanelerde yaşamlarını sürdükleri ve bu hanelerde çok sayıda aile ferdinin bir arada yaşadığını hatırda tutmalıyız. Suriyeliler arasında virüsün ne derece yayılmakta olduğu takip edilmelidir. Bu nüfusun sağlık hizmetlerine salgın çerçevesinde erişimi için önlemlerin alınması şarttır. Sonuç olarak göçmen gruplarla aynı şehirde yaşıyoruz ve bu salgın hepimizin salgını. Bu noktada en başta altını çizdiğim toplum yapımızın karakterini yine hatırlamak gerek. Kural tanımazlık ve birbirine güvensizlik salgın yönetimi için de önemli bir risk unsuru taşımaktadır. Bu yapının otoriteye güvensizliğe doğru evrilmesini önlemenin yolu, kamuoyunun bilgilendirilme konusundaki tüm beklentilerini şeffaf bir şekilde karşılamaktır. Her vatandaşın ihtiyacı olduğunu düşündüğü bilgilere ulaşabileceğini düşünmesini sağlamalıyız. İhtiyaç duyulan, merak edilen bilgiler eğer inandırıcı şekilde salgın yönetiminden alınamazsa bunlar alternatif kaynaklardan hızla, büyük olasılıkla da yanlış ve çarpıtılmış şekillerde sağlanacaktır. Bu da güvensizliği artıracak ve otoriteye yönlendirecektir. Salgın yaygınlaşır, sağlık sistemi üzerindeki baskı artarsa kurallara uyan, birbirine ve sisteme güven ile yaklaşan bir kitlenin bulunamaması hastaneleri iyice çalışamaz hale getirebilir.

Bilimsel hassasiyet şart

Toplumsal yapının yarattığı halk sağlığı risklerine son günlerdeki en önemli örnek, umreden dönenlerle ilgili tartışmada da gözlenebilir. Bu kitlenin kontrolünün halk sağlığı açısından önemi yadsınamaz. Ancak konu halk sağlığı mantığı içerisinde çözümlenememiş, ideolojik hassasiyetler ve kamplaşma, tartışmayı salgın yönetimine karşı güvensizliği besleyecek şekilde alevlendirmiştir. Bu tür gelişmelerden bir ders alınması gerekir. Ülkenin toplumsal yapısı, hassasiyetleri ve ideolojik kutuplaşması salgın var diye ortadan yok olmayacaktır. Salgın yönetimi, kendini bu kutuplaşma ve ideolojik farklılaşmanın üzerine saf bir bilimsel hassasiyete taşımalıdır. Bunu başaramazsa sonuçları salgının seyrinde, yönetiminde ve elbette salgın sonrası normalleşmenin ardından bu gelişmelerin siyasi değerlendirmeleri ve sonuçlarında da gözlenecektir. Türkiye’nin toplumsal yapısı konusunda hemfikir olmayabiliriz elbette. Yukarıda çizdiğim çözümleme çerçevesinin ne derece geçerli olduğunu zaman gösterecek. Ancak bu çerçeve içerisinde önerilen siyasa önlemlerini almak farklı yorum ve çözümlemeler için de geçerli ve yararlı olacaktır kanaatindeyim. Özetle, iç içe yaşayan aile yapısı salgının kontrolünü zorlaştırmaktadır. Aile yapımızı dikkate alan yaşlıları izole etmeye yönelik tedbirler geliştirilmelidir. Düşük gelir grupları, enformel sektör çalışanları ve göçmen grupların yaşamlarını salgın koşullarında sürdürebilecekleri önlemlere ihtiyaç vardır. Salgın yönetiminin, halkın bilgi ihtiyacını eksiksiz karşılayacak bir şeffaflığa dönüştürülmesi gereklidir. Birbirine güvensiz bir toplumun olağanüstü koşulların getirdiği zorluklar ve stres altında salgının yönetilmesini güçleştirmesi beklenir. Bu beklentiyle özellikle kırılgan düşük gelir gruplarının acil temel ihtiyaçlarına eğilmek gerekir. Bu bağlamda belki de en önemli olarak halkın şeffaf bilgi ihtiyacı karşılanmalıdır.



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları