Olaylar Ve Görüşler

CHP’nin örgütsel sorunu

19 Kasım 2015 Perşembe

CHP bir seçimden daha mağlup ayrıldı. CHP için sorunun kaynağı nerede sorusu herkesin gündeminde. Cevaplar muhtelif. Kimilerine göre ideoloji; kimilerine göre örgüt; kimilerine göre ise liderlik CHP’nin temel sorunu.

CHP’nin örgütlenme sorunu hakkındaki bu yazı içinde düşeceğimiz notlar bir bilimsel araştırma projesi kapsamında beş ilde yürüttüğümüz bir araştırmada elde edilen bulgu ve gözlemlere dayanmaktadır.

Sivil toplumdan kopuk
Örgütlenme sorununda en önemli unsur partiye gidip gelenler ya da başka bir deyişle partinin aktif destekleyicileriyle ilgili. CHP örgütü sivil toplumdan ve ekonomik yaşamdan kopuk. Bu nedenle örgüt seçmenle parti arasında aracılık rolünü üstlenemiyor. Parti içinde emekliler ve yaşlılar ağırlıklı. Partinin sivil toplumla, meslek kuruluşlarıyla, sendikalarla teması ve işbirliği çok sınırlı. CHP’liler için siyaset avukat yazıhanelerinde, mali müşavir ofislerinde particiler arasında dönen bir oyundan ibaret denilebilir.

Seçmen ve üye zıtlığı
Gözlemlenen ikinci sorunlu alan partinin seçmenleriyle üyelerinin örtüşmemesi. Parti örgütü genel olarak partili seçmenlerin küçük bir örneği karakterini taşımaktan uzak. Bu nedenle parti içinde küçük grupların hâkim olduğu ve bu hâkimiyetin başka kesimleri dışlama özelliği taşıdığı görülüyor. Bu hâkim gruplara rengini veren unsur kimi zaman memleket, kimi zaman mezhep kimi zaman etnik köken olabiliyor. Aynı kökenden gelen insanların kökenlerini dayanışma unsuru olarak görmesi/kullanması diğerlerini rahatsız ediyor. Bu sebeple de parti yeni kesimlere açılamıyor.

Alanlar sınırlı
Partiye üyelerin destek verebilecekleri alanlar ve kanallar sınırlı. CHP örgütleri üyelerine düzenli siyasal faaliyetlere katılım gösterebilecekleri düzlemler sunamıyor. Örgütler eylem, protesto ya da gösteri gibi siyasal katılım unsurlarını sıklıkla kullanmıyor. CHP’ye destek daha çok partinin seçim kampanyasına katılımla sınırlı oluyor. Özetle CHP örgütünün hem dışarıya kapalı bir karakter taşıdığını hem de kendi içinde katılım ve kaynak mobilizasyonu kapasitesinin oldukça sınırlı olduğunu not etmek gerekiyor. Bu durumu partinin gelirleri üzerinden de izlemek mümkün. 2013 yılında partinin gelirleri içinde üye aidatlarının oranı sadece yüzde 0.42. Ayrıca parti içi eğitim bir siyasal sosyalleşme aracı olarak önemli bir imkân sağlamasına rağmen CHP örgütleri tarafından etkili biçimde kullanılamıyor.

Parti içi demokrasi
CHP’lilerin parti içi demokrasi algısı da bir ölçüde sorunlu. Parti içi demokrasiden daha çok adayların seçim yöntemi anlaşılıyor. Siyaset formüle etme ya da siyasal süreçlerin katılıma açık olma düzeyine çok da önem verilmiyor. Özetle CHP’lilerin bakış açısından parti içi demokrasinin varlığı adayların önseçimle belirlenmesiyle eşitleniyor. Bu nedenle adayların önseçimle belirlendiği illerde CHP liderliğine Kemal Kılıçdaroğlu’nun yükselmesiyle parti içi demokrasinin güçlendiği vurgulanıyor. Adayların genel merkez tarafından belirlendiği illerde ise CHP’de parti içi demokrasinin olmadığı görüşü gündeme geliyor.

Alevilerin partisi mi?
CHP’lilerle yapılan görüşmelerde partinin örgütsel zayıflığıyla ilgili iki açıklama gündeme geliyor. Bu açıklamalardan ilkini kültürel çatışma tezi olarak nitelemek mümkün. Bu açıklamaya göre geniş seçmen çoğunluğu CHP’yi seküler insanların partisi ya da Alevilerin partisi olarak görüyor. Bu kişiler kendileri için böyle bir özdeşleşme geçerli olmadığı için de partiye katılmıyor ve destek vermiyorlar. Türkiye’nin büyük bir kültür kavgasına sahne olduğu görüşünden hareket eden bu açıklama kimlik siyasetinin etkileri nedeniyle CHP’nin yeni kesimlere nüfuz edemediğini gündeme getiriyor. İkinci açıklama ise AKP’nin uzun iktidar döneminde yapılan sosyal yardımların CHP’nin örgütlenmesini geliştirmesine engel olduğu tezi. Bu teze göre büyük bir seçmen kesimi AKP’nin sosyal yardım imkânlarından mahrum kalmamak için CHP’ye katılmıyor.
Özetle bu iki tez de CHP için örgütlenebilecek seçmen kesimlerinin aslında çok dar olduğu varsayımından hareket ediyor. Bu iki tezin bir diğer ortak özelliği ise CHP’nin örgütsel sorununun kaynağını dışsal faktörlerde görmeleri. Yani CHP üyelerinin ya da liderliğinin tercihlerinden bağımsız olarak CHP’nin dışındaki birtakım nedenlerin etkili bir örgütlenme oluşturulmasına engel olduğu iddia ediliyor. Ancak bu yaklaşımlar sosyal demokrat iddianın özüyle karşıtlık içeriyor. Sosyal demokrasi siyaseti önemsemeyi ve örgütsel imkânları kullanarak toplumu ikna etmeyi öngörüyor. Özetle yukarıda vurgulanan her iki tez de CHP için yanlış bir teşhis içerdiğinden hastalığın tedavisi de mümkün olmuyor.

Ümit var mı?
Sonuç olarak CHP için örgütsel yenilenme en önemli mesele olarak orta yerde duruyor. Ancak parti içinde yürütülen tartışmalara bakınca bu yenilenme için çok da ümitli olmak mümkün görünmüyor.

Doç. Dr. YUNUS EMRE
İstanbul Kültür Ü. Öğretim Üyesi / Eski CHP Gençlik Kolları Genel Başkanı

 

-

 

Yenilgi akşamından kurtulmak

Şunu açık açık ortaya koymakta fayda var: önce eksenimiz kaydı. 1 Kasım seçimleri öncesinde hem büyük bir şiddet sarmalı tırmandırıldı, hem de ekonomik verilerde aynı anda tehdit noktasına gelen yükselişler yaşandı.
7 Haziran seçimin ana omurgasını oluşturan siyasal taleplerin, temsilde adaletin, AKP dışı bir yönetimin oluşma ihtimali temel siyasal parametreler arasından çıkıverdi. Bütün eksen, yukarıdan aşağıya baskıcı, ceberut iktidar teknikleri ile oluşunca, muhalefet de sadece bu mevzileri kaybetmeme direnci üzerinden, iktidarın baskıdan yıpranacağına dair bir algıya veya ekonomik, finansal bir kriz anının beyhude gongunun çağrısına bel bağlayan inanılmaz bir atalete doğru geri çekildi.
Oysa tarih hiçbir iktidarın, oyunun anahtarı ona bırakılmak kaydıyla kendiliğinden yıpranmadığı, yenilmediğinin örnekleri ile dolu olmasına rağmen...
Aynı anda da tuhaf bir şekilde, 7 Haziran’da koalisyon masasına oturan CHP lideri de, masadan kalkan MHP lideri de, nihayetinde asla AKP ile koalisyon kurmayız diyen Demirtaş da ikinci şanslar oluştuğunda, iktidar partisi ile koalisyon yapabileceklerini deklare ederek gittiler seçime. Böylece, tuzaklı bir şekilde siyasallığın temel motivasyonu olan karşıtlıklar silikleşti. AKP veya onunla koalisyon kuracak olan muhalefetin tonuna göre oluşacak bir ülke haritası üzerine bahis atılmaya başlandı. Bu esasında, dayatılmış bir konumdu ve seçmenin karar sürecinde tahminimizden fazla etkiledi.

Dayatmalar
Üstelik bu tam da büyük bir şiddet ve kıyımların ortasında, açık bir savaşın içinde uyanmaksızın sürüp giden bir dayatmaydı bu. Dahası da var, çözüm sürecini hem gücü kullanarak, hem de kitlelerin bakışını faşizan bir mevziye çekerek sekteye uğratan bu dönüş, aynı anda da bu süreci yeniden yalnızca kendisinin başlatacağına dair bir garabeti de pompalamaya başladı. Buna hiçbir siyasal itiraz bulmadı ve bir tür “çıkmayan candan umut kesilmez” misali samimiyetsiz de olsa bu kapıyı açık bıraktı. Kürtlerin coğrafyasından yeniden gelen oyların bir nedeni de bu muydu? Öyle sanıyorum.
Üstelik bu ihtimale karşı da nasıl daha iyi bir ülke, daha iyi bir hayat tasarımı oluşturmaya çalışılmadan, detay bildirgelerin teknik sorunları ile çatallanan bir tartışma asıl tartışmanın yerine geçti.
Eğer bildirgelerin teknik vaatleri altında değil, bu dağınık siyasal atmosferden kurtulma adına nasıl bir dünya kurgulanacağı noktasında bir siyasete akim kalan 7 Haziran’da olduğu gibi ısrarla dönülebilseydi AKP iktidarı bundan mutlaka zarar görecekti. Çünkü mevcut 13 yıllık iktidarın baskı teknikleri, işletme pragmatizmive başkanlık uzatması dışında ülkeye söyleyecek bir ufuk çizgisi çizecek hali de yoktu aslında.
AKP’nin seçimlerde artan oyu siyasal alanın tamamen tasfiye edilmesine, güvenlik ve baskının sürdürülmesi ile piyasaların görünmez ve yalancı arzusu hilafına pompalanan sahte istikrar oyunu üzerinde gidip gelen bir sarkaç üzerinde çalıştı. Tam bu noktada 13 yıllık uzun tarihin bir kesinti anına farklı bir kurulum anına ihtiyacı vardı, lakin muhalif tarafta böylesi bir denemenin adı bile anılmadı neredeyse. Oysa çok kısa sürede de de olsa dövizdeki artışın, finansal verilerin esasında bununla hiç ilgisi olmadığı, küresel paranın sahibi ile ilgili olduğu en azından görülmüş olacaktı.
Bu esasında Türkiye’nin bundan sonraki dönemi adında söz alabilecek hâkim bir irade isteğinin ısrarla denenmesinin önemini azaltmıyor, tersine arttırıyor.

İstikrar oyunu
İstikrar denen beyhude arzu bu çarpık düzenin sürdürülmek istenmesidir. Kesinlikle ama bunu bıkmadan anlatmalı, bu çarpık istikrarı dönüştürerek sahici bir istikrarı ve adaleti kurmak için yola çıkıldığının anlatılması kaydıyla, doğrudur bu. 2002’den beri nerdeyse bu hükümetten başka bir alternatif olmadığı zannıyla büyüyen bir kuşağı ancak böyle ikna edebiliriz. Bütün dünyanın kendilerine karşı bir komplo içinde olduğuna inanan ve inandırılan bir halkın yeniden ayağa kalkması ve ayakları üzerinde durması gerekmektedir.
İktidara aday olan bir solun ülkeyi sadece yönetmeye değil dönüştürmeye niyetli olduğunu daha kenarda iken göstermesinin, kanıtlamasının başka bir yolu yok çünkü.  

Ö. İskender Özturanlı
Toplumcu Düşünce Enstitüsü, Y.K Üyesi



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları