Olaylar Ve Görüşler

Cemevleri ibadethanedir

18 Şubat 2015 Çarşamba

Devletin dinler, inançlar ve mezhepler arasında kardeşliği sağlayabilmesi; kendini vergilerle finanse eden bütün dinlere mensup vatandaşlarına aynı uzaklıkta olması ve ayrımcılık yapmaksızın eşit hizmet sunmasına bağlıdır.

Laik, demokratik hukuk devletinde en temel kural, devletin bütün inançlara eşit uzaklıkta olması; inançlar arasında ayrımcılık yapmamasıdır. Ancak ülkemizde bütün vatandaşlardan toplanan vergilerden oluşan kamu kaynakları, ayrımcılık yapılarak, dini alanda sadece Sünni İslam mezhebine mensup vatandaşlarımızın talepleri doğrultusunda kullanılmakta, başta Aleviler olmak üzere diğerleri AİHM kararına rağmen yok sayılmaktadır.
Laiklik evrensel bir kuraldır ve inançlar için özgürlük alanı anlamına gelir. Devletin inançlara özgürlük alanı tanıması ve inanç özgürlüğünün güvencesi olması, farklı toplulukların birlik ve beraberliğinin sağlanması açısından da önemlidir. Devletin dinler, inançlar ve mezhepler arasında kardeşliği sağlayabilmesi; kendini vergilerle finanse eden bütün dinlere mensup vatandaşlarına aynı uzaklıkta olması ve ayrımcılık yapmaksızın eşit hizmet sunmasına bağlıdır.
Laik ve demokratik bir devlette nerenin ibadethane olacağına siyasal iktidar sahipleri karar veremez. İnanç merkezleri ve ibadethaneleri inananları var eder ve yaşatır. Bir yerin ibadet ya da inanç merkezi olup olmayacağına ancak o inanç kimliğine sahip insanlar karar verebilir.

Diyanet’in yaklaşımı
Nitekim Diyanet İşleri Başkanlığı da 2013 yılında hükümete sunduğu raporda, “İbadethane tanımını ne devlet ne de Diyanet yapabilir. Hangi inançtan olursa olsun, kişiler ibadetlerini nerede yapıyorsa oraya ibadethane denilebilir. Aleviler cemevlerini ibadethane olarak tanımlıyorsa, karşı çıkmanın gereği yok” şeklinde çok olumlu bir yaklaşım sergilemiştir. Diyanet İşleri Başkanlığı’nın bugüne kadar takındığı olumsuz tutumlar dikkate alındığında, bu görüş değişikliğinin aklın yolunun bir olduğunun göstergesidir.
CHP’nin siyasi yaklaşımın temelinde her türlü ayrımcılığı dışlayan ve bu topraklarda yaşayan herkese eşit yurttaşlık, özgürlük ve kardeşlik anlayışı içinde yaklaşan evrensel sol anlayış vardır. CHP, Sünni Müslümanlığın da, Aleviliğin de, azınlıkların da inançlarına uygun ritüellerinin önündeki bütün engellemelerin kaldırılmasını savunur. Bu anlamıyla sonuna kadar inanç özgürlüğünde yanadır.
12 yılı aşkın bir süredir iktidarda bulunan AKP hükümetinin özellikle Aleviliği görmezden gelmesi, yasa ve yönetmeliklerde bulunan ayrımcı maddelerin varlığını sürdürmesine karşı CHP’nin özgürlükçü ve eşitlikçi bir yaklaşım benimsediğinin altını çizmemiz gerekir.
AKP, inanç özgürlüğüne ilişkin yaratılan olanakları fiilen Aleviler açısından kullanılamaz hale getirmektedir. 3.5.1985 tarihli ve 3194 sayılı İmar Kanunu’nun “Arazi ve arsa düzenlemesi” başlıklı 18’inci maddesinin birinci fıkrası buna örnektir.

Yasalar eşit uygulanmalıdır...
Söz konusu yasa, belediyelere imar hududu içinde bulunan arsa ve arazileri malik veya diğer hak sahiplerinin rızası aranmaksızın düzenleme yetkisi vermiş; aynı maddenin 3.12.2003 tarihli ve 5006 sayılı kanunun 1’inci maddesiyle değişik üçüncü fıkrasında ise düzenleme ortaklık payları, düzenlemeye tabi tutulan yerlerin ibadet yeri gibi umumi hizmetlerden ve bu hizmetlerle ilgili tesislerden başka maksatlarla kullanılamayacağı hüküm altına alınmıştır.
Bir başka düzenleme ise 3.7.2005 tarihli ve 5393 sayılı Belediye Kanunu’nun “Belediyenin görev ve sorumlulukları” başlıklı 14’üncü maddesinin birinci fıkrasının (b) bendinde yapılmıştır.
Buna göre belediyeler; mabetlerin yapımı, bakımı ve onarımını yapabilecekleri belirtilmiş; “Belediyenin yetkileri ve imtiyazları” başlıklı 15’inci maddesinin beşinci fıkrasında ise 12.11.2012 tarihli ve 6360 sayılı kanunun 18’inci maddesiyle eklenen “Belediye ve bağlı idareler, meclis kararıyla mabetlere indirimli bedelle ya da ücretsiz olarak içme ve kullanma suyu verebilirler” hükmü ile belediyelere ibadet yerlerine indirimli veya ücretsiz su verilmesi yetkisi tanınmıştır.
Bu yasal düzenlemelere göre “Arsa ve arazi düzenlemesi” sonucunda ortaya çıkan düzenleme ortaklık payları “ibadet yeri” olarak tahsis edilebilecek; belediyeler mabetlerin yapımı, bakımı ve onarımını yapabilecek ve belediye ve bağlı idareleri belediye meclisi kararıyla mabetlere içme ve kullanma suyunu ücretsiz veya düşük ücretle verebileceklerdir.

AİHM kararı derhal uygulanmalıdır...
Hatırlanacağı gibi Cumhuriyetçi Eğitim ve Kültür Merkezi Vakfı (CEM Vakfı), cemevlerinin de tıpkı cami, kilise ve sinagoglar gibi elektrik tüketimi nedeniyle muaf tutulması gerektiğini, bu maksatla Yenibosna’daki cemevinin elektrik giderlerinin devletçe karşılanması talebiyle 2006 yılında dava açmıştı. Bir devlet kuruluşu konumunda bulunan Diyanet İşleri Başkanlığı’nın cemevlerinin ibadethane olmadığı yönünde verdiği görüşüne dayanan yerel mahkeme, CEM Vakfı’nın açtığı davayı reddetmiş; Yargıtay da verilen ret kararını onamıştır. İç hukuk yollarının tükenmesi üzerine davayı AİHM’ye taşıyan CEM Vakfı, davayı kazanmıştır.
AİHM, 2 Aralık 2014 tarihinde oybirliği ile verdiği kararda, Türk hukukunun sadece tanınmış dinlerin ibadethanelerinin elektrik faturasını üstlenip cemevlerini bu statüden yoksun bırakmasının “din temelinde farklı uygulama” anlamı taşıdığını belirtmesi, önemli bir noktadır. Mahkemeye göre cemevleri, inananları tarafından ibadethanedir. Bu anlamıyla mahkeme, Türkiye’nin, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin ayrımcılığı yasaklayan 14’üncü maddesini ve “inanç özgürlüğünü” güvence altına alan 9’ncu maddesini ihlal ettiğine karar vermiş bulunmaktadır.
Anayasamızın 90’ncı maddesine göre iç hukukumuzun bir parçası olan Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ne karşı anayasaya aykırılık iddiasıyla Anayasa Mahkemesi’ne iptal davası açılamadığı gibi AİHM kararları da AİHM’nin yargı yetkisini tanıyan Türkiye açısından bağlayıcı nitelik taşımaktadır.
Bu bağlamda, cemevlerinin ibadethane/mabet olduğu AİHM kararıyla tescillendiğinden, belediyelerin cemevleri için arsa tahsis etmesi, yapım, bakım ve onarımını üstlenmesi ve bedelsiz veya düşük bedelle içme veya kullanma suyu vermelerinde hukuksal herhangi bir engel bulunmadığı gibi bunları yerine getirmek belediyelerin yasal görevleridir.
Maalesef hükümet, AİHM’nin kararına rağmen iç hukukumuzda gerekli düzenlemeyi yapmaktan kaçınmaktadır. Bu durum, sorunun çözümünü daha da zorlaştırmaktadır.
Buna rağmen yukarıda açıklanan yasal dayanaklar esas alınarak bazı belediyelerimizce cemevlerinin ibadethane sayılması; cami, kilise ve sinagoglar gibi belediye hizmetlerinden ücretsiz veya indirimli yararlanması yönünde meclis kararları almaya başlamışlardır. Ancak bu tür girişimlerin sınırlı kalması bazı bölgelerde Alevi vatandaşlarımızın inanç özgürlüğü ve gerekli belediye hizmetlerinden yararlanırken başka yerlerde yararlanamaması sonucunu doğurmaktadır.

 

CHP’li belediyeler göreve!
Yukarıda açıklanan nedenlerle CHP’li belediyelerimizin Alevi vatandaşlarımızın inanç özgürlüğünün önündeki engellerin kaldırılması, ibadet yeri olan cemevlerine de diğer ibadet yerlerine sağlanan imkânların sağlanarak evrensel olan inanç özgürlüğü konusunda yapılan ayrımcılığın giderilmesi için gerekli çalışmaların yapılması çok doğru bir yaklaşım olacaktır.
Bu kapsamda CHP’li belediyelerimizin “Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin 2 Aralık 2014 tarihli kararı, 5393 sayılı Belediye Kanunu’nun 14/b ve 15’inci maddesinin 5’inci fıkrasının son cümlesi uyarınca cemevlerinin ibadet yeri sayılması ve diğer ibadet yerlerine tanınan haklardan ayrımcılık yapılmadan yararlandırılmasına karar verilmiştir” şeklinde gerekçeyle belediye meclisinden gerekli kararı alabilme yetkisi bulunmaktadır. Biz CHP’li belediyelerimizin gerekli hassasiyeti göstererek alacakları kararlarla Alevi vatandaşlarımıza karşı inanç özgürlüğü konusunda yapılan ayrımcılığı ortadan kaldıracaklarına inanıyor; inanç özgürlüğünün yaygınlaşmasına ve böylece ülkemizde inanç ve mezhepler arası kardeşlik duygusunun gelişmesi, birlik ve beraberliğin güçlenmesine katkı sağlayacaklarına olan inanç ve güvenimizi belirtmek istiyoruz.  

VELİ AĞBABA CHP Genel Başkan Yardımcısı
FEVZİ GÜMÜŞ CHP Parti Meclisi Üyesi-Avukat

 

-

 

Su Kokarsa?

Ya su baskını ya da kuraklık! Bir ülkede böylesi bir ikilem sürüp gidiyorsa ülkenin içme suyu sorununun çözümüyle ilgili politik irade yokluğunu gösterir. Teknik birtakım ayrıntılarla sizleri yormayacağım. Halk sağlığı açısından su baskını da su kesilmesi de bir şekilde şebeke suyunun kirlenmesine yol açan “acil tehlike” durumlarıdır.
Musluktan akan su içilebilir olmak zorundadır. Musluktan akan suyun içilebilmesi ülkenin sağlık düzeyini gösteren önemli göstergelerden biridir. Musluk suyunun kirliliğini “kader sayarak” seçenek aramak tehlikeli bir yaklaşımdır. Böyle durumlarda su kaynaklı büyük felaketlerle karşılaşma riski yüksektir. Daniel A. Okun’un dediği gibi: “Su vazgeçilmez bir gereksinimdir ve yaşamı kolaylaştırır. Sağlıklı ve bolsa yaşamı destekler ve zenginleştirir. Sağlıksız ve kıtsa sağlığı ve bizzat yaşamı tehlikeye atar.”
Klasik arıtma tesisleri canlıkıranlar başta olmak üzere birçok kimyasal bileşiği, kimi ağır metalleri, petrol kalıntılarını arıtamamaktadır. Bu gibi kirliliklerin iveğen sağlık etkileri bulantı, akciğer tahrişi, deri döküntüleri, kusma, ishal, baş dönmesi vb. durumlar olabilir, nadiren ölümle de sonuçlanabilir. Süreğen etkiler ise kanser, karaciğer ve böbrek yıkımı, sinir sistemi hastalıkları, bağışıklık sisteminde etkinlik azalımı ve doğumsal bozukluklar olarak sıralanabilir. Toplumda astım ve diğer alerjik sorunların oranı da yükselebilir. Uzun süre, kirlilik oranı yüksek su içen toplumlarda kalın bağırsak kanseri görülme sıklığının artabileceğinden kuşkulanılmaktadır.

***

Kentlerimizin içme suyu sorununun çözümüyle ilgili sağlıklı bir tartışma olanağına hiç sahip olamadık. Su ve halk sağlığının karmaşık dolaylı ilişkisini kavrayabilecek birikimleri olmayan yerel yöneticiler günü kurtarmaya çalışmaktan başka bir şey yapamamaktadır. Yapılan teknik uyarıların siyasi saldırı olarak algılanması teknik tartışma olanağını bile ortadan kaldırmıştır. Gerçekçi çözüm arayışlarının önü bütünüyle tıkanmış gibidir. Biz halk sağlığı uzmanları, bireysel önlemleri sıralamaya başladıysak bu, toplumu koruyacak önlemlerin alındığından emin olamadığımızı gösterir. Bugünlerde suyla ilgili öylesine çok soru geliyor ki yanıtlarını herkes bilsin istedik:
Suyunuzdaki çürük yumurta kokusu çözünmüş hidrojen sülfür gazından ya da bazı bakterilerden kaynaklanabilir. Eğer koku sadece ısıtılınca ortaya çıkıyorsa kısmen su ısıtıcıyla ilişkilidir. Deterjan kokusu ve suyun köpürmesi yeraltı suyuna mutfak ya da çamaşır akıntılarının karışması sonucudur. Gazyağı ya da petrol kokusu yeraltı depoları, benzin istasyonları ya da toprak üstüne yayılma sonucu su kaynağının kirlenmesi nedeniyledir. Suya lağım içeriği ve organik sızıntılar karışıyorsa metan gazı, küf ya da balçık kokusu yayılır.
Su kaynatıldığında üzerinde oluşan köpük ya da tortu, kalsiyum ve magnezyumu; bulanıklık kir, kil tuzları, lığ vb. olduğunu gösterir. Lavabo ve küvetlerde yeşil boyanma varsa suyun asitliği yüksektir. Suda çözünmüş demir yüksekse küvet, bulaşık makinesi ve çamaşırlarda kahverengikırmızı boyanma olur. Musluktan doldurduğunuz suda beklediğinde durulan dumanlı bir görünüm varsa pompaların yetersiz çalıştığını ya da filtrelerde sorun olduğunu gösterir.

***

Tuzlu, acımsı tat, suda sodyumun yüksek, sabun tadı suda alkali minerallerin çözünmüş olduğu anlamına gelir. Asitlik derecesi yüksekse ya da yüksek oranda demir bileşikleri bulunuyorsa madeni bir tat alınır. Her tür kimyasal madde tadı böcek ve otlara karşı kullanılan ya da endüstriyel kimyasalları düşündürmelidir.
Bu sorunların çözümünden sorumlu yetkili makamlara belirli eğitim ve deneyim süreçlerinden geçilerek gelinmiyor. Bu kişileri oylarımızla seçiyoruz. Su kokarsa oy vermeyeceğimizi bilirlerse sorunun çözümü çok kolay.  

Prof. Dr. ÇAĞATAY GÜLER



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları