Olaylar Ve Görüşler

Bond, yine soluk soluğa

18 Kasım 2015 Çarşamba

Ian Fleming’in 1952’de yarattığı hayali bir İngiliz ajan karakteri olan 007 James Bond, sinema sanatının bütün zamanlarının en popüler ajan tiplemesi olarak beyazperdede 24’üncü filmiyle yolculuğunu sürdürüyor.

 

Dünyadaki kaos, terörizmin yeni dünya düzenindeki etkisi vb. unsurlar, İngiliz İstihbarat Servisi MI6’nın da bu sistem içindeki engelleyici rolünün tartışılmaya açılması, Monica Bellucci ve soğuk güzelliğiyle Léa Seydoux gibi sinemanın güzel aktrisleri yeni Bond filminin dikkati çeken yanları...
Bond, Meksika’nın başkenti New Mexico’da, terör örgütleyen ve bir stadyumun patlatılma planını organize eden teröristleri etkisiz hale getirirken, bir mahallenin yıkılmasına neden olmuştur. Film yaklaşık 4 dakika süren etkileyici bir plan sekans ile açılır. Bond’un yeni hedefi olan “Spectre”, güçlü, küresel ilaç pazarını da manipüle eden bir örgüttür. İngiliz Güvenlik Teşkilatı, mücadele yöntemlerinin pahalıya mal olması ve demode kalması gerekçeleriyle “007” gibi konvansiyonel unsurları devre dışı bırakarak, yeni dünya düzeninin küresel tehditlerine ilişkin “çağdaş” argümanlar üretirken, örgüt de İngiliz istihbaratı içindeki işbirlikçileriyle aynı kampta olan ülkelerin temsilcilerini ikna ederek teröre karşı ortak mücadelenin “007” programına kıyasla daha etkili olacağını savunmaktadır.

İyi ve kötü adam
Karşımıza yine iyi adamlar ve kötü adamlar şablonu çıkmakta. Sonuna kadar macera ve aksiyon, araba takipleri, etkileyici güzel kadınlar gibi her türlü Bond filmi aksesuarları ve kimi zaman etkili kimi zaman işlevsel bir müzik de cabası. Ancak Spectre, Bond filmleri içinde bir dönüşümü temsil ediyor ve sonraki Bond filmlerinin ne şekilde tasarlanabileceği hakkında ipuçları da barındırıyor gibi. Bond filmlerinin, Spectre’nin de konusunda hissettirdiği üzere daha farklı dinamiklere, sinema dilinde, öykü anlatımında daha devrimci yaklaşımlara ihtiyacı olduğu da bir gerçek.
“007”, şüphesiz kurgu, karton bir karakter. Karakter karton olsa da, inandırıcılık faktörü seyirci nezdinde yüksek kredibiliteye sahip. Takdir etmek gerekir ki yüzlerce figüranın kullanıldığı New Mexico’daki meydan sahnesi, spor arabaların Roma sokaklarındaki takip sahneleri ve Bond’un dünyadaki her aracı kullanma başarısını sergilediği Avusturya Alpleri’ndeki uçakla kovalamaca sahneleri, hem aksiyon hem de efektler açısından başarılı.

Peki ya oyunculuk?
Filmin biraz da oyunculuk performanslarını hatırlatalım. Daniel Craig, bu filmlerin tarihinde sanırım unutulmazlar arasındaki yerini aldı. Muhtemelen Sean Connery ve Roger Moore’un rekorlarını egale edemeyecek, ama kendi çapında bu karaktere çoğundan iyi oturduğunu belirtmeli. Hatta Bond filmlerinin tümünde, Sean Connery’den sonraki en iyi ikinci Bond’un Daniel Craig olduğunu iddia etmek abartılı olmayacaktır. Vücut kimyası, soğuk bakışları, inandırıcı güç gösterileri ve “mütemmim cüz”ü takım elbisesiyle “British Agent” olarak hem inandırıcı hem de karikatür bir karakter çıkarıyor. Monica Bellucci’nin filme “coğrafi” bağlamda dahil edildiği anlaşılıyor. Roma sahneleri çekilirken çakma bir İtalyan’ın, mafyanın güzel dulunu oynaması düşünülemezdi! Görkemli çekiciliğiyle her zaman kaliteli bir şarabın etkisini yaratan Belluchi, bu sefer yıllanmış bir şarabın yarattığı etkiye dönüşüyor ve figüran kıvamındaki rolüyle kendisine haksızlık yapıldığını da düşündürtüyor! Filmin ana kadın oyuncusu Léa Sedoux hakkında hemen bir şeyler söylemek zor. Champs-Ellysées’de kaliteli görünümlü fiks menü içeren bir restoranda yemeğin yanına açtığınız Bordeaux şarabının lezzetini test etmeye benziyor oyunculuğu...
Hoyte Van Hoytema’nın görüntüleri filmin artılarından. Aydınlatma tasarımları ve kamerayı bir oyuncuymuş gibi filme katışı etkileyici. Spectre’nin başarısında Thomas Newman’ın müziklerinin katkısını da anmak lazım. Fakat Newman’ın müzikleri, esas olarak uzmanlığı ilgilendiren jenerik, fon, geçiş ve kurguyla eşleştirilen müzikler gibi detaylarda daha etkili olduğunu duyumsatıyor ve İngiliz şarkıcı Adele’in önceki Bond filmi Skyfall’la aynı ismi taşıyan film müziğinin etkisini tutturamıyor.

Prof. Dr. BÜLENT VARDAR Okan Üniversitesi GSF Dekanı

 

-

 

Bir mizah virtüözü: Aziz Nesin

34. Uluslararası İstanbul Kitap Fuarı’nın bu yılki teması mizahtı, yani dünyaya gülümseyerek bakmak. Konu mizah olunca hem Cumhuriyet dönemi Türk edebiyatının en büyük mizah yazarı, hem de 2015 100. doğum yılı olan Aziz Nesin’i yalnızca fuar etkinlikleri kapsamındaki bir iki programla anmanın yetmediği görüşündeyim. Aziz Nesin, Cumhuriyet dönemi Türk edebiyatının tartışmasız en büyük mizah yazarı olduğu gibi Cumhuriyet öncesi Türk edebiyatının da en büyük mizah yazarıdır. Cumhuriyetin ne öncesinde ne de sonrasında onun kabiliyetinde, onun üretkenliğinde bir mizah ustası daha yetişmiş değildir.
Aziz Nesin mizahin virtüözüdür, dâhisidir. Onun mizah hikâyeleri Türk insanının, bütün bir Türk toplumunun akılsızlıklarının, ahmaklıklarının, kurnazlıklarının, çıkarcılıklarının vb aynasıdır. Bizler kişi ve toplum olarak her halimizi onun eserlerinde görebilir, seyredebiliriz. O, bizleri bizim asla anlatamayacağımız kadar açık, eksiksiz, başka türlüsü olamayacak şekilde anlatmayı başarmıştır.

Mizahla resmetmek
Her türlü huyumuz; alışkanlıklarımız, unutkanlıklarımız, hilekârlıklarımız, pişmanlıklarımız, övüngenliklerimiz, palavracılıklarımız onun eserlerinde tasvir edilmiş; tablolaştırılmıştır. O mizah hikâyeleriyle kendisinin de içinden çıktığı Türk toplumunun tüm karakteristik özelliklerini resmetmiştir. Üstelik bunları öyle bir dil ve anlatımla kâğıda dökmüştür ki, en küçüğünden en büyüğüne bu toplumun okuma yazma bilen her bireyi onları kolayca okuyup anlayabilir. Bu kolay okunup anlaşılabilirlik de onun ayrı, apayrı bir yanı, bir ayrıcalığıdır. Kendisine, “Ne kadar kolay, ne kadar rahat okunuyorsunuz” diyenlere, “Ben bunu sağlamak için her hikâyeyi en az üç defa yazarım, beş altı defa yazdığım hikâyelerim vardır” demiştir.
Aziz Nesin çok genç yaşlardan itibaren yazmaya başlamış ve ölünceye kadar aralıksız yazmıştır. Bunlar yüz on ciltte toplanmıştır. Bunların yüzde sekseni hikâyedir. Diğerleri gazete yazılarından, anılarından, kendisiyle yapılan röportajlardan oluşan kitaplardır. 80 yıllık ömre (1915–1995) bu kadar kitabı sığdırmak çok az yazara nasip olmuştur. 1980’lerin ortalarında yayımlanan “Ah Biz Ödlek Aydınlar” adlı düşünce yazıları kitabında ne kadar çok yazdığını, buna herkesin dayanamayacağını, bunun da insanda hal bırakmadığını anlatmak için şöyle diyor: “Gecede altı öykü yazınca kimde bombalık hal kalır? Buna rotatif değil, linotip değil, entertip değil, tifdruk da dayanmaz, ofset de...” (s.23). Her okuryazar onun bütün kitaplarını okuyamayabilir. Ama okuduğunu anlayacak kadar eğitim almış her Türk’ün onun “Vatan Sağ Olsun”, “İnsanlar Uyanıyor”, “Rıfat Bey Neden Kaşınıyor?”, “Yaşar Ne Yaşar, Ne Yaşamaz”, “Sizin Memlekette Eşek Yok mu? (Milliyet gazetesi için çeşitli kitaplarından kendisinin hazırladığı bir seçkidir) gibi üç-beş kitabını okuması, hem mizah edebiyatının tadına varmak hem de Türk olarak kendimizi daha iyi tanımak bakımından gerekli hatta şarttır. Onun hikâyelerinde Türk toplumunun her sınıfından, her mesleğinden, her inanç ve ideolojisinden insanı kahraman olarak görmek mümkündür. Aziz Nesin’i tanımamış ve okumamış olmak bizim insanımız, özellikle okumuş yazmışımız için bir eksikliktir.

Özgürlükten yana...
Aziz Nesin radikal solcu bir yazar ve aydındı. Ate bir insandı. Politik düşünceleriyle birçok kavgalara, çekişmelere sebep olmuştur. Sözlü yazılı polemiklere girmiştir. Çok sayıda kovuşturmaya, tutuklamaya muhatap olmuş, mahkûmiyetler yaşamıştır. Hiçbir şey ona düşüncelerinden geri adım attıramamıştır. En geniş manada düşünce ve inanç özgürlüğünden yanadır. Hangi türde, hangi yönde olursa olsun, düşünce ve inançlarından dolayı insanların baskı ve şiddete maruz kalmalarına her zaman karşı çıkmıştır. Aziz Nesin, her fırsatta, “Ben inanmıyorum, ama inananlara saygı duyuyorum” cümlesini tekrarlardı. Aziz Nesin, ikiyüzlülükten uzak, olduğu gibi görünen, göründüğü gibi olan bir insandı. İnsanımızın onun sadece eserlerinden değil, hayatından da öğrenecekleri çok şey vardır. Bu nedenle doğru bir şekilde daha kapsamlı anılmalıdır, diyoruz.  

İSMAİL ÖZCAN Eğitimci-Yazar



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları