Olaylar Ve Görüşler

Bitmeyen ortaçağ düzeni - A. Celal Binzet

09 Ekim 2024 Çarşamba

Tarihsel bir süreç olmasının ötesinde içerdiği uygulamalar bakımından kendinden sonraki birçok dönemi derinden etkileyen bir ortaçağ dönemi var. Ortaçağ, Hıristiyanlığın yayıldığı, antik uygarlığının yok olduğu 5. yüzyıl ile Rönesans’ın başlangıcı sayılan 15. yüzyıla değin olan 1000 yıllık zamanın adı sayılmıştır. Kimileri için uzun, karanlık bir dönem sayılır. Kimileri de o karanlığın içinde ışıyan sanat parçacıklarının varlığına bakıp sevinir. Örneğin Boccacio, kara düşüncenin kıskacındaki suçsuz insanların öldürüldüğü zamanların kaçış yapıtı Decameron’u yazdığında o karanlık henüz kalkmamıştı. Ayrıca bir başka boyutta, insan odaklı antik çağ sanat yapıtlarının dinsel gerekçelerle parçalanıp yok edildiği görülür. Başlangıçtaki hoşgörü masallarının yerinde toptan yıkıcılığın karmaşası yükselmişti artık.

‘ZENGİNLEŞİRKEN YOKSULLAŞMAK’

Johan Huizinga, kült yapıtı “Ortaçağın Günbatımı”nda söz konusu zamanın derinliklerinde dolaşır. Toplum hiyerarşisi içindeki taht kavgaları, karşılıklı oyunlar ve o karmaşadan yararlanarak aradan sivrilen din kurumunun yaptıkları inanılmaz boyutlardadır. Bir yanda yoksul halktan paralar toplanıp dinsel yapılar yükselirken öte yanda iktidar kavgaları inanılmaz boyutlara ulaşır. Kendileri zenginleşirken yoksullaşmayı ötelemek adına öne sürülen dış savaşlarla iktidarı ayakta tutmak kolaylaştırılmıştı. O dönemin (ve bugünlerin de) kutsal kenti Kudüs’ün kurtarılması adına Haçlı Seferleri başladı. Yine savaşlar ve yine cennet vaatleri...

‘HASTALIKLI DİNDARLIK’

Kişisel tutkuları gizlemenin en kestirme yolunun halkı eğitimsiz bırakmak olduğunun bilincindedir yöneticiler. Yaşamı dinle doldurmak onlar açısından en iyi çözüm yolu sayılır. Fransız ilahiyatçı Gerson’un tam da içinde bulunduğu dönemi yorumlayan. “Cahilce bir dindarlıktan daha tehlikeli bir şey olamaz” sözünü anımsatalım. Kilise baskısının en yoğun zamanlarda söylenmiş olması bu sözün önemini bir kat daha artırıyor. Ayrıca vurgulamak gerekir ki yalnız kendi zamanıyla sınırlı kalmayıp günümüze de bir şeyler söylüyor.

Bugün Avrupa’da gezenlerin hayranlıkla izlediği kilise ve katedrallerin olağanüstü boyutlarla yapılmasının gerisinde o bilgisiz toplumu etkileme düşüncesinden başka bir neden yatmaz. Çünkü büyüklük kavramı insanı onun karşısında zayıf ve güçsüz bırakmak gibi bir etkiye sahiptir. Gerisi, yani din kurallarının öğrenilmesi gibi endişeler yersizdir. O ancak din ticareti yapanlara özgü bir ayrıcalık sayılmalı. Bu nedenle kutsal kitaplarının kendi dillerinde herkesin anlayabileceği biçimde çevirilerinin yapılmasını isteyen William Tyndale yakılarak öldürülür. Çünkü din insanları kutsal kitabın yalnızca kendi tekellerinde bulunmasını isterler. Herkesin anlayabileceği bir kitap kutsallığını yitirecektir. 

Olayları yalnızca bunlarla sınırlamak doğal değil. Ama tüm yaşananlar Huizinga’nın deyimiyle teopatik bir durum. Türkçesiyle, “hastalıklı dindarlık”. Dikkati çeken nokta 21. yüzyılın başlarında yeniden ortaçağı yaşamak için yapılan girişimlerin hız kazanması. Avrupa’nın büyük boyutlu katedrallerine özenerek yapılan camiler her yanda artık. Büyüklükleri övünme nedeni olan dinsel yapılar halkın içinde bulunduğu asıl gerçekliği örtücü bir işlev üstleniyor adeta.

BİLİNÇLİ GERİYE GİDİŞ

Uygulanan ekonomik programlarla halk yoksulluk içine itilirken bir kesim aşırı zenginleşiyor. Ve yine Ortadoğu bataklığında sonu belirsiz savaşlar içine çekiliyor bu toplum. İçine düşürüldüğümüz onca kötü duruma karşın, bile isteye eğitim programlarının dinsel ağırlıklı yapılandırılması bilinçli bir geriye gidişin amaçlandığının göstergesi. Aradaki onca uzun zamana karşın, yaşananların benzerliği şaşırtıcı derecededir. Tarih benzer biçimde sürüyor. 

Geçmişteki farklı inanç sistemiyle günümüz Türkiye’sinde yaşananların adları ayrı olsa da gerekçe ve sonuçlar aynı. Toplumsal sömürüyü tanrısal gerekçelerin arkasına gizlemek her yerde aynı galiba.



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları