Olaylar Ve Görüşler

Din ve ahlak ilişkisi - Tarık Köseoğlu

13 Kasım 2024 Çarşamba

Dindarlık ve ahlak, tarih boyunca birçok toplumda sıkça birbiriyle ilişkilendirilmiş, hatta bazen birbirinin ayrılmaz parçaları olarak görülmüştür. Ancak felsefi ve mantıksal açıdan bakıldığında, dindarlık ve ahlak arasında zorunlu bir doğru orantı kurulamayacağı yönünde güçlü argümanlar mevcuttur. 

Öncelikle, dindarlık ve ahlak kavramlarının tanımlarını ayırt etmek gereklidir. Dindarlık, bir bireyin dini inançlarını benimseme ve uygulama derecesini ifade ederken ahlak ise bireylerin iyi ve kötü davranışlar konusunda sahip oldukları değerler sistemi ve bu doğrultudaki eylemleri kapsar. Her ne kadar tarihsel olarak dinler ahlaki kurallar ortaya koymuş olsalar da ahlak kavramı din dışı filozoflarca da bağımsız olarak ele alınmıştır. Örneğin, Immanuel Kant’ın ahlak anlayışı, insanın akıl yoluyla iyi ve kötüyü ayırt edebilme kapasitesine dayanır ve dini inançlardan bağımsızdır.

Kant’ın “ahlak yasası” olarak adlandırdığı bu sistemde, ahlak evrensel bir olgu olarak insan aklıyla kavranabilir ve dini emirlerle ilişkilendirilmeden de insan yaşamında belirleyici olabilir. Kant, ahlakı dini inançlardan ayrı tutarak ahlakın evrensel ve rasyonel temellere dayandığını savunmuştur. Bu anlayış, ahlakın dindarlığa dayalı bir sistem olmadığını, hatta aksine ahlakın bireyin kendi özgür iradesi ve aklıyla şekillendiğini ileri sürmektedir.

İNANÇ VE BİREY

Dindarlık ile ahlak arasında zorunlu bir ilişki kurulamayacağına dair bir diğer önemli felsefi bakış açısı, ahlakın otonom bir kavram olarak ele alınmasıdır. Ahlakın otonomisi, ahlaki değerlerin bireyin özgür iradesi ve rasyonel düşünme kapasitesi yoluyla belirlendiğini öne sürer. John Stuart Mill ve diğer seküler ahlak filozofları, ahlaki değerlerin dini inançlarla zorunlu bir bağı olmadığını savunarak bireylerin ahlaki kararlarını dini emirler olmaksızın verebileceğini ileri sürmüşlerdir.

BAĞIMSIZ BİR TEMEL

Ahlakın otonom olması gerektiği savunusu, ahlaki değerlerin dini emirlerden bağımsız olabileceğini vurgular. Bu noktada Sokrates’in Euthyphron paradoksu önemli bir referans noktasıdır. Platon’un diyaloglarında yer alan bu paradoksta, Sokrates şu soruyu sorar: “Bir şey tanrılar tarafından onaylandığı için mi iyidir, yoksa iyi olduğu için mi tanrılar tarafından onaylanır?” Bu soru, dini emirlerin kendiliğinden ahlaki olmadığını, ahlaki olguların bağımsız bir temele sahip olması gerektiğini savunan bir bakış açısına dayanmaktadır. 

Eğer bir eylem, yalnızca dini emirlerle doğru kabul ediliyorsa, bu durumda ahlakın bağımsız bir gücü kalmamaktadır. Ahlakın bağımsız olabilmesi için, dini öğretilerden bağımsız şekilde doğru ve yanlış arasında bir ayrım yapabilme yetisi gereklidir.

AHLAKIN EVRENSELLİĞİ

Dindarlık ile ahlak arasında doğrudan bir orantı kurulamamasının bir başka nedeni, dindar bireylerin bile ahlaki tercihlerinde çelişkiler yaşayabilmesidir. Tarih boyunca birçok dindar kişi, farklı dinlerin farklı ahlaki emirleri karşısında birbirine zıt ahlaki tercihlerde bulunmuşlardır. Özellikle modern toplumlarda, seküler ahlaki sistemler, insan hakları, eşitlik, adalet gibi değerleri temel alarak ahlaki bir sistem kurmayı başarmıştır. 

Bu değerler, dini inançlar olmadan da bireylerin toplum içinde iyi ve kötü davranışlar arasında ayrım yapabilmesini sağlamıştır. Dolayısıyla, ahlaki doğruların, dini öğretilerden bağımsız olarak evrensel insani değerlerle şekillenmesi olanaklıdır (Habermas, 2008).

ÇELİŞKİLİ TUTUM

Sonuç olarak dindarlık ve ahlak arasında zorunlu bir doğru orantı bulunması gerektiği fikri, felsefi ve mantıksal açılardan geçerli bir argüman değildir. Ahlakın bireyin aklı ve özgür iradesiyle şekillendiği, dini inançlardan bağımsız olarak evrensel ahlaki doğruların var olabileceği fikri, Kant ve Mill gibi seküler ahlak filozofları tarafından savunulmuştur. Ayrıca, ahlakın otonomisi, ahlaki değerlerin dini emirlerden bağımsız olarak şekillenebileceğini ortaya koymaktadır. 

Dinlerin farklı ahlaki emirler verebilmesi ve tarihsel süreçte dindar kişilerin bile bu emirler karşısında çelişkili davranışlar sergilemesi, ahlakın dini temeller üzerine kurulmasının zorluklarını gözler önüne sermektedir. 

Ahlakın evrenselliği ve bağımsızlığı, insan aklı ve iradesiyle şekillenen bir değer sistemi olması gerektiğini savunan felsefi görüşler, dindarlık ile ahlak arasındaki doğru orantının mantıksal bir gereklilik olmadığını göstermektedir.



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları