Olaylar Ve Görüşler

Bilim ve dogma - ABDULLAH YÜKSEL

30 Temmuz 2024 Salı

Bilimin doğduğu kaynaklar büyük ölçüde merak ve sorudur. Merak; öğrenme, dokunma ve anlama arzusudur. Bilimi yaratan ikinci kaynak soru sormak, sorgulamaktır. Sorunu görmektir. İyi gözlem yapılmış, iyi tanımlanmış, iyi analiz edilmiş bir sorun yarı yarıya çözülmüş demektir. Saydığım bu “iyi”ler bilimle sağlanabilir.

Dogma ise skolastiktir. Yani merak ve soruyu reddeden, mutlaklığı temel alan, gelişime karşı duran, özgür düşüncenin var olmadığını savunan bir anlayışın adıdır. Bilimin aydınlığı sağlayan gözlem, analiz, yorumları dogmaya ters düşer.

Bilim teori ve deneylerle somut, pozitif sonuçlar elde eder; dogma ise soyut ve kalıp bilgilerle ikna amacı güden, somutluk ve ispattan yoksun bir kavramdır.

Bilimsel eğitimi önceleyen toplumlar yeşerir, çoğalır. Dinsel dogmatik düşüncenin gölgesinde kalanlar bırakın gelişmeyi, gerilemeye mahkûmdur. Bu nedenle sağlam ilişkiler kuramayan, olayları neden-sonuçla bağlayamayan ve hızlıca değişen dünyada ayrık otu gibi görünen toplumlar ortaya çıkar. Aydınlıkta yaşayan bilim temelli toplumlarla bağı zayıflar, kendi içinde kalıp çürür bu toplumlar.

Bunun yanı sıra dogmayla büyüyen kişi donuklaşır; eleştirilmezlik, tartışılmazlık ve değişmezlik onu aklını kullanamaz hale getirir. Bilimle aydınlanan kişi ise çoğalır, düşünceler bağıyla aklın sınırlarını zorlayabilme şansı yakalar. Hem kendini geliştirme fırsatı yakalar hem de içinde bulunduğu toplumun geleceğini inşa eder. Yaşadığı evrene, ülkesine, birlikte yaşadığı insanlara, aydınlık bir geleceğe karşı sorumluluk duygusunu taşıyanlar elbette bilimle ve bilimsel anlayışla büyüyenlerdir.

BİAT TOPLUMU OLUŞTURMAK

Toplumun eğitimsiz ve yoksul hatta eğitimli olup da ortaçağ zihniyeti taşıyan insanlarının sarılacağı ve acılarını dindirmek için sığınacağı tek liman dinsel dogmadır. Kendilerini ifade edebilecek ve yardım alabilecekleri, var olabilecekleri en güvenli yer bu alandır. Toplumu en zahmetsiz, en kolay, en ucuz yönetme şekli dinsel ideolojiyle gerçekleştirildiğinden burada soru, itiraz ve isyana yer yoktur. Dogma vaat, korku ve biatle var olur ve varlığını böyle sürdürür.

Toplumların tek bir inanç ve anlayışa sahip bireylerden oluşmadığı göz önüne alındığında bir mezhep, bir inanç ya da bir zümrenin devletin ideolojik aygıtı haline getirilmesi, toplumsal barışı bozar. Dinsel dogmaların siyasallaşarak eğitim kurumlarını etkisi altına almasıyla ortaçağ gelenekleri, kültürü ve davranışlarına sarılma çabası; bu şekilde yönetilen toplumların bilim, teknoloji, insani yaşam düzeyi; cinsiyet eşitliği, laik yaşam, hukuk ve eğitim; demokratik hak ve özgürlükler ve daha pek çok bakımından modern dünyanın yüzlerce yıl gerisinde kalmasına, giderek ve kaçınılmaz olarak bir uçuruma düşmesine yol açacaktır.

Bir insanın kimliği doğumundan birey olana kadar nasıl şekillenir? Hangi değişimlerden geçer? Kim ya da kimlerin etkisiyle yol alır bu hayatta?

İnsanın dünyaya bakış açısının özü, derinlik ya da sığlığı çocukluk yıllarında oluşmaya başlar. Küçükken öğrendiklerimiz en iyi öğrendiklerimizdir aslında. Elbette bununla sınırlı kalmaz. Kişi; aldığı eğitim, deneyimledikleri, toplumun değer yargıları, inanç ve kimlik değerleriyle değişir, gelişir. Ama maya nasılsa kişi o mayadan beslenerek yetişir, büyür.

Bir dağ düşünelim. Çağdaş bir ailede yetişen, çağdaş okullarda donanımlı, çağdaş öğretmenlerden öğrenim gören bir çocuk, dağın güney cephesinin güneşiyle serpilmiş gibidir. Dogmaların esaretinden kurtulamamış yani güneş görmemiş bir çocuk ise dağın kuzey cephesinde sadece nefes alan bir canlı olarak kalır.

EVRENİ ANLAMAK

Büyüdükçe merak duygumuz ve soru sorma yeteneğimiz azalır çünkü içinde bulunduğumuz toplumun kültürü, kazandırdığı alışkanlıklar, inançları çerçevesindeki değerleri düşünce dünyamızı ve merak sınırlarımızı belirler. Dogmanın egemen olduğu toplumlar; aykırı sorular sormayı, o toplumun değerleri dışında düşünce üretmeyi ayıplar hatta yasaklar. Çünkü onlara göre halkın çok fazla bir şey bilmesi gerekmez. Çünkü bilgi, kuşkuyu çoğaltır. Çünkü kuşku, soru sordurur. Çünkü soru sormak, iktidarı sarsar. Dolayısıyla bu tür değer yargıları olan toplumlardaki insanların önemli bir bölümü büyüdükçe -tam aksi beklense ya da istense de- kendi seçimlerini özgürce yapamaz, toplumun temelsiz yargılarına boyun eğmek zorunda kalır. Böyle toplumlarda bilim gelişmez.

Bilimin amacı tek başına bilgi değil, evreni anlamaktır. Bilgi günümüzde çok çeşitli kaynaklardan elde edilebilir. Ancak bilim insanı, bilgiyi kullanarak evrende gerçekten ne olup bittiğini ve ne olup biteceğini anlamak ister. Bunun için hep merak etmek, merak etmek için belki de çocuk kalmak gerekir...

Sözün özü, bilim ile dogma birbirinin zıddı iki kavramdır. Biri varsa diğerinin yaşama şansı yoktur. Eğitim; siyasetin bir dalı ya da aracı olamaz, olmamalıdır da. Her toplumun kendi yapısına uygun eğitim kıstasları olmalıdır. Bunlar da hep daha ileriyi, bugünden sonrasını, geleceği şekillendirmeye yaramalıdır. İnanç baskısından uzak, akılcı eğitim anlayışıyla bütünleşmiş, güneşin aydınlığında bir geleceğe uyum sağlayabilecek altyapıya sahip bireylerin yetişmesi için üzerinde çok iyi düşünülmüş bir eğitim politikasına gereksinim vardır. Hem de hemen!

ABDULLAH YÜKSEL

EĞİTİMCİ-YAZAR



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları