Olaylar Ve Görüşler

Avrupa’da Güçlenen Sol

08 Şubat 2015 Pazar

Avrupa’nın sorunlu ülkelerinde güçlenen sol akımlar bu anakarada siyasetin görünümünü değiştiriyor. Komşu Yunanistan’da SYRİZA iktidara geldi. Bu Yunan partisinin yanı sıra İspanya’da “Podemos”, ayrıca İtalya ve Portekiz’deki benzer kuruluşlar Brüksel’deki parlamentoda “Avrupa Birleşik Sol” ortaklığını oluşturdular. Gerçekte, Podemos’un önderi Iglesias’ın dediği gibi, bölünme sol ve sağ arasında da değil; bir yanda hırsız bir azınlık ve onun oligarşisi, öte yanda da demokrasi ve yüzde 99 çoğunluk çelişkisi var.
Umutların bağlandığı SYRİZA’nın dikkat etmesi gereken şu: Türk düşmanlığı Yunan sağının gıdasıdır. Kendi halkını soyarken onu bu sözde düşmanlıkla oyalayıp uyutur. SYRİ- ZA Yunan halkına inancını sürdürsün, yeter! Ona koşut bir önemli varlık İspanya’da Podemos ve onun kavuştuğu halk desteğidir. Önce, adının İspanyolca anlamı şu: “Yapabiliriz.” Önderlerinden Errejon Bolivya Cumhurbaşkanı halkçı Morales’le çalışmıştı; gene önderlerden Monedero Venezüella’da Chavez’in danışmanıydı. Iglesias “Komünist Gençlik” örgütünden gelen (ceket giymeyen) 36 yaşında bir siyasal bilimcidir.
Podemos “siyaset oyununun kurallarını değiştirmek istiyor.” İşsizlik oranı yüzde 24; 18-25 yaş arasında yüzde 54. 570 bin aile evlerini yitirdi. Fukaralıktan ötürü intiharlar tırmandı. Gelir eşitsizliği uçurum düzeyinde. İktidar beceriksiz, çürümüş ve demokrasi düşmanı. Podemos işte bunu değiştirecek! Nasıl mı? Başka yerlerdeki sıradan yurttaş siyaseti partilerin yaptığını sanır. Bu da bir palavradır. Siyaseti, eğer isterse halk yapar. Onun yolu medyadan geçer. Kimi gazetelerin fazla satmasının, kimi televizyon kanallarının çok izlenmesinin nedeni budur.
Podemos İspanya’da siyaseti halka indirdi. Gençleri, kadın hakları savunucularını, işsizleri, kolektifleri, emeklileri, ücretsiz sağlık bekleyenleri, az gelirlileri, sanatçıları, her türlü toplum kuruluşlarını bir araya topladı, onları buluşturdu, birleştirdi. Sıradan yurttaş siyaseti asıl kendinin ve istediği biçimde yapabileceğini ve (hatta, mesleği siyaset olan, çoğunluğu düzenbazlardan daha iyi) becerebileceğini gördü. Yurttaş çocuğunun okuldaki öğle yemeğinden nereye kitaplık kurulacağına değin her şeyi konuştu, kararlarının altına on binlerce imza topladı. Podemos’u güçlendiren ve sivrilten halkın bu örgütlü desteğidir. Bu toplantılara SYRİZA’dan Çipras, Fransa Sol Cephesi’nden Mélenchon ve Avrupa Birleşik Solu üyesi Matias da gelip konuştular.
Podemos 2016 genel seçimlerini alabilir; daha önceki belediye seçimlerini de... Belki PP ve PSOE ile ortaklık yaparak. İktidara nasıl geleceği kendi eşitlikçi ilkelerine mi bağlı kalacağı, yoksa tüm İspanyollara hitap eden genel bir siyaset iletisi mi izleyeceğine göre değişir. Bizde CHP’nin karşılaştığı ikilemde görüldüğü gibi. Ancak, daha şimdiden tüm öteki partiler Podemos’tan dersler aldılar. Liderlerini de değiştirdiler, giyim-kuşamlarını da... Podemos kasırgasından sonra, eski görünümdekilerin oy şansı artık yok. Darısı bizdekilerin başına.
Alman Şansölyesi Merkel’e sorulan şu soru ayrıcalıklı azınlığın telaşını iyi yansıtıyor: “Yunanistan ve İspanya gibi ülkelerde halkı simgeleyen adil hükümetler seçeneği sizi korkutuyor, değil mi?” Avrupa’da yükselen solun özeti bu.  

Prof. Dr. TÜRKKAYA ATAÖV

 

-

 

Yetki Kimdeyse Sorumluluk Ondadır

AKP iktidarı, hükümet ederken görevlerine ilişkin olarak kullanılan tüm yetkilerinin kullanımından ve işleyişinden sorumludur. Bu yetki kullanımının ve işleyişinin sorumluluğunu başkalarına yıkamaz. Yönetim biliminde yönetimin işleyiş kurallarını belirleyen altın değerinde bir eşkenar üçgen vardır. Görev-Yetki- Sorumluluk Üçgeni: Görev kimde ise yetki ondadır ve yetki kimde ise sorumluluk da onundur. Kuşkusuz devlet yönetiminin her düzeyinde bu altın kural geçerli ve belirleyicidir. AKP, devletin yönetimini üstlenmiş bir parti ve iktidar olarak bu kuraldan müstesna değildir. Bu nedenle devleti yönetirken ya da hükümet/iktidar olarak, bu görevinin ve yetkilerinin bütün sorumluluklarını taşımaktadır; bunları üstlenmek durumundadır. Öyleyse, AKP ve yöneticileri, bir başka ifade ile AKP iktidarı, hükümet ederken görevlerine ilişkin olarak kullanılan tüm yetkilerinin kullanımından ve işleyişinden sorumludur. Bu yetki kullanımının ve işleyişinin sorumluluğunu başkalarına yıkamaz.

***

Şimdi değerlendirmemizi güncellersek, AKP ve onun var olan hükümeti yönetenleri, Ergenekon, Balyoz ve Casusluk adı altındaki bütün yargılamaların yürütme erkine ilişkin olarak kullanılan bölümündeki bütün yetkilerin kullanımından yani suçlamalar, gözaltına almalar ve polis sorgulamalarından -kuşkusuz yargılamaya ilişkin olanlar dışında- sorumludur. Ancak burada, yargının ve savcıların talimatları dışında bulunan ya da yargı erkinin görev alanı içinde kalan bir yetki gaspı da söz konusudur. Aynı şekilde, Hrant Dink, Malatya Zirve Yayınevi vb. suikast olaylarında yürütme gücüne ilişkin sorumluluklar ve savsaklamalar varsa, onlar da AKP iktidarına ve hükümetine aittir. Bütün bu sorumlulukları ve iktidar/hükümet dönemine ilişkin yönetim sürecinin işleyişindeki karar, sapma ve yanlışlarını, “paralel devlet” gibi belirsiz adlar altında başkalarına yıkamaz; bunların sorumluluklarından kurtulamaz.
AKP, devletin tepesinde bulunan, yalnız devleti değil, Türkiye’yi, tüm ulusu ve halkı simgeleyen, ancak anayasa ve hukuk tanımazlık içindeki eylem ve söylemleri ile meşruiyetini bizzat tartışmaya açan ve yitirme durumuna giren, fiili başkanlığını ilan ederek devletin sistem ve düzenini değiştirmeye yönelen, böylece anayasa ve hukuk dışına düşen kamu görevlisinin işaretiyle, bu kez de hezeyan ve nefret dolu söylemlerle hedef gösterilerek basına ve polise yönelik olarak başlatılan 14 Aralık harekâtıyla, hükümet/ iktidar dönemine ilişkin bütün sorumluluklarını hep yaptığı gibi kurnazlık ve ustalıkla düne kadar birlikte olduğu, yönetimin işleyişinde görev ve yetkileri, dolayısı ile sorumluluğu bulunmayan başkalarına yıkmaya çalışırken bir taşla dört kuş vurmayı sağlama açıkgözlülüğünü ortaya koymaktadır.

***

Bunu yaparak, öncelikle yukarıda belirtilen tarihsel, yönetsel ve toplumsal önem taşıyan yargılamalarda işleyiş sürecinin yürütmeye ilişkin bulunanlarının sorumluluğundan kurtulmakta; daha doğrusu öyle olduğunu sanmaktadır. İkinci olarak, 17-25 Aralık 2013 tarihlerinde Başbakan ve 4 bakanına önemli ve ciddi kanıtlarla bütün dünyaya yayılan boyutlarda yöneltilen yolsuzluk suçlamalarından, her nasılsa bunları darbe olarak niteleyerek, daha önemli olarak da yargı erkine yaptığı açık müdahalelerle ve TBMM’de konuyu araştıran komisyonda ve Genel Kurul’da biat düzeneğini işletme yolundan yargılama sürecini engelleyerek kurtulmak istemekte; şimdilik de bunu sağlamış görünmektedir. Üçüncüsü de, yönetim açısından ya da iktidar gücü olarak özünde demokrasi öncesinin aynı tarihsel despotik blokunda yer aldığı askersel/ militarist güçlerle iktidar savaşı nedeni ile bozulan ilişkilerini demokrasiye karşı olma cephesi birlikteliğinde düzeltmek olmaktadır. Ne ki, içinde yaşadığımız coğrafyada, demokratik sivil yönetimin üstünlüğü temelinde -“kuşkusuz AKP iktidarı din ve biat merkezli bir yönetim olarak demokratik sivil yönetim değil, demokrasiyi ve sivil yönetimi kesintiye uğratan dinsel bir yönetimdir”- güçlü ve saygın bir silahlı kuvvetlere sahip olmamız gerektiği halde, ülkemizde askerler/ askersel güçler, bütün çağların en büyük devrimcisi Mustafa Kemal Atatürk tarafından, Cumhuriyet Yönetimi’nin kuruluşunda, devrimin en büyük atılımı olan 3 Mart 1924’te Hilafet kaldırılırken Şeriye ve Harbiye Vekâletleri de kaldırılarak dinsel güçlerle birlikte iktidarın ve siyasal alanın dışına çıkarılmış bulunuyorken; 1960, 1971, 1980 darbeleri ile doğrudan demokrasiyi ve olağan sivil yönetimi kesintiye uğratacak, 1997 ve 2007’de de “postmodern” biçimde, böylece gerekli gördüğünde siyasal alana müdahalelerde bulunarak; iktidar ve siyaset alanında süreğen bir etkililik ve belirleyicilik içinde olmaya çalışarak; son aşamada da Ergenekon, Balyoz ve Casusluk adı altındaki, yargılama sürecinde önemli aksaklık ve insan hakları ihlalleri bulunan ve henüz sonuca ulaştırılamamış, bu nedenle gerçekliği anlaşılamamış olan davalarla TSK büyük itibar kaybına uğramıştır. İşte şimdi, AKP iktidarı, bu yargılamalardaki sorumluluklarını da “paralel devlet”e yıkarak üçüncü bir kuş vurmak istemektedir. Dördüncü ve son olarak AKP, bütün sorumluluklarından böylece sıyrılarak, demokrasiye karşı ve çağ dışı, yüzünü Batı’ya dönmeden önceki fetihçi-Osmanlıcı, arkaik ve din merkezli despotik iktidarını sürdürme olanağını sağlamaya çalışmaktadır.

***

Öte yandan, ne yazık ki, CHP başta olmak üzere bütün muhalefet güçleri de, Cumhuriyetin kurucu felsefesi temelinde, ulusal, özgün, bütünsel, dizgesel ve demokratik insan merkezli yeni bir siyaset felsefesi, bu demokrasi ve çağdışı AKP iktidarını sona erdirecek, AKP’nin felsefesini/ ideolojisini çürütüp daha güçlü bir felsefe ile onu yenik düşürerek halkın desteğinin yönünü değiştirecek -çünkü halkın var olan desteği ancak bu yoldan değiştirilebilirbir siyasi proje ve vizyon üretemeyerek, bunun türdeş ve tümleşik kadrolarını oluşturamayarak demokratik bir iktidar seçeneği ortaya koyamadıktan başka; hızla ve kaçınılmaz biçimde bir despotik diktatörlüğe dönüşmekte olan AKP iktidarına karşı ciddi ve etkili bir muhalefet olamamakta, AKP’nin diktatörlüğe ulaşmak için sahneye koyduğu oyunu deşifre edip engelleyememekte ve onun belirlediği gündemin bağımlısı olmaktan kurtulamamaktadır.
Böylece, sanki ülkemizin giderek koyulaşan ve sonu bir iç savaşa yol açabilecek bu karanlıktan, siyasal/yönetsel bunalımdan çıkabilmesinin tek yolu ve iç dinamiği olarak geriye, halkın demokratik bir direnişle ulusal iradesini bizzat eline almaya çalışmasından başka yol bırakılmamaktadır.  

GÜNGÖR AYDIN Emekli Vali



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları